"İnsanların bazen neye güldüklerini anlamak güçtür." -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Bir akşam çok sevdiğim bir dostumla yemek yerken duydum bu sözleri. Gençlikten, bizim zamanımızın farkından konuşurken, aslında çokta uzun zaman olmadığını düşünüyorduk bu değişim için. 28 yaşındayız ikimizde ama “ bizim zamanımızda…” sözlerini söylemeye başladığımızı fark ettik. Teknoloji, hızla değişen yaşam tarzımız, çocuk istememe, aşktan ümidi kesme derken Soner bir anda bunları söyledi: -“ Bak, 82'lilerden aşağı inildikçe her şey saçmalayama başladı. Bizim zamanımızda flört vardı, peşinde sürünmek, köpek olmak vardı. Bir heyecanı vardı bu işlerin. Sevgilinle yaşardın her şeyi, sonrasını planlardın, emek verirdin. Şimdi bakıyorum, ilk geceden hoopp yatakta millet. Bu kadar geniş mezheplilik olur mu? Bundan sonrasında ne yaşayacaklar? Evliliğe ne bırakacaklar, hadi onu geçtim, bu daldan dala atlamaların altında kocaman bir boşluk var, onun bile farkında değiller. İlk gece benle olmayacak hatun bulayım, anında evlenme teklif edeceğim.” Çok haklıydı, bunca zamandır gençlerle bir arada çalışıyorum. Biz zamanında emek verirdik, sabrederdik, şimdi her şey hazır geliyor önlerine. Tüm suçu teknolojiye atamam elbette ama biraz da olsa payı var. Telefon, bilgisayar, facebook, msn derken dokunmadan, gözüne bakmadan aşklar yaşanır, dost gezmesi yapılır oldu. Kim kızabilir ki şimdi onlara teknolojiye doğdular ve bu sanallık onların gerçeği oldu diye? Ödevler bile copy-paste yapılıyor. Araştırma ruhunu ciddi anlamda kaybettik, çalışırken geç saatlere kadar mesai yapmak yeni gençlere çok tuhaf gelmeye başladı. Onlar daha sabahtan akşamki programlarını yapıyorlar, ekstra kendilerine katkı sağlayacak bir tek kitap açtıklarını görmedim. En aklı başında dediğimiz stajyerler bile işlerini yalap şap yapıp kaçma derdindeler. Hemen maaş konuşmak, hemen sorumluluk almak istiyorlar. Hız, yaşamımıza da hızla girdi ve biz “eskiler” buna ayak uyduramadığımız gibi onları da anlayamıyoruz. Çocuk sahibi olmayı uzun zamandır istemiyorum, bu olayları duydukça iyice soğudum. Nasıl yetiştirilir ki bir çocuk bu kadar farkın olduğu bir ortamda. Ben yemem ki “Ayşelere gidiyorum akşam” lafını, yemesen ne olacak hoş, el mahkum yollayacaksın, peki üç gün sonra el bebek gül bebek büyüttüğün kızın kafasına esti diye bir adamla yatağa girip, pişman eve döndüğünde ne yapacaksın? Sanal aşklara ne demeli, göz göze bakmadan verilen sözler, buluşunca yıkılan hayaller. Bugün gazetede okudum robotlarla aşk yaşama ihtimalimiz artıyormuş, insan benzeri robotlar yapmışlar, oluruz oluruz onlarla da birlikte, ne farkı var ki msnde aşık olmaktan? Geçiş dönemi yoktur bu ülkenin, hiç olmadı, yokluktan bolluğa zırt diye geçtik, ev telefonundan blackburrylere hızla geçtik, aradaki süreci, sindirmeyi kimse yaşatmadı bize, dayadıkça dayadılar sanal gerçeklerini bize. Amerika’daki “heceleme” yarışmalarına gülerdim, bakıyorum bizde de başladı şimdi “Güzel Türkçe konuşma yarışmaları”, ezberden mongolluğa geçişimiz de hızlı oldu. İnsan kendi dilini, tarihini, dinini nasıl sorgulamadan öğrenirmiş, sonrasında nasıl kafası karışırmış görüyorum şimdi. Bilgi Üniversitesi sırf bu yüzden eğitim sistemini değiştirmiş. Gençlerin konsantrasyon ve motivasyon eksikleri nedeniyle internet üzerinden blog sistemleri ile ödevler vermeye, oyunlarla oryantasyon yapmaya başlamış. Tamam, en azından 3 yaşındaki çocuklara oyun oynatırken bir şey öğretme sistemini kocaman çocuklar üzerinden yapıyorlar ve en azından çalışmalarını sağlıyorlar ama yine ayaklarına giden, tepside sunulan, emeksiz eğitim değil mi bu? Kimse bu ülkenin gençlerinden ayaklanmalarını, yaşananlara baş kaldırmalarını beklemesin derim. Çünkü vatana, toprağa saygı duymak için dökülen kanın, emeğin öğrenilmesi ve sahiplenilmesi gerekiyor. Bunun için de sanatından, müziğine, örfünden, ananesine kadar öğrenilmesi lazım. Küçük olaylarla başlıyor değişim, bayramda tatil yapmak, işten erken kaçmak, el öpmeden mesaj atmak, evime girmediği ve yansımadığı sürece yoksulluktan bana ne demek, asgari ücretle geçinen evde converse ayakkabı istemek. Atam üzgünüm, emanet verdiklerin markalara değişilir oldu. Bu saatten sonra da geri dönüş yok gibi. Özür dileriz, biz fark edene kadar birileri bize bizi unutturdu. Ve Atam sanırım bıraktığın miras birkaç çift çaputa çok yakında satılacak. Ve benim elimden bunları burada haykırmaktan başka bir şey gelmiyor.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ESRA BAYKAL ÇETİNKAYA, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |