"Usun ve deneyimin aksaçlılarınki gibi, ama yüreğin masum çocuklarınki gibi olsun." -Schiller |
|
||||||||||
|
(TOPRAK KAYGILARA BIRAKIR YELKENİNİ) Abdullah Çağrı ELGÜN cagrielgun@hotmail.com Türkan Sönmez DAŞKIN tarafından yazılan bu kitap, GEÇİT YAYINEVİ(Basım-Yayın-Dağıtım) Ekim 2000, KAYSERİ'de yayımlanmıştır. Şairin seksen sayfadan oluşan kitabının yetmiş bir sayfası şiire ayrılmış.Geriye kalan kısmı ise okuyucunun notları adı altında boş bırakılmış. Türkan Sönmez DAŞKIN otuz dokuz adet şiirinin üçünü, ANA başlığı ile yazmış. Kitabının başlangıç bölümünde de şairin, romancının, yazarın yazdığı her şeyi özel hayatı ile özleştirmenin mümkün olamayaçağını ifade ederek; romanda, hikâyede, senaryoda nasıl ki tam anlamıyla yaşanmamış; fakat yaşanması mümkün olan gerçek veya gerçeğe yakın olaylar tasavvur ediliyorsa şairin anlattıklarının hemen hepsi de yaşanmış şeyler olmayabilir; fakat yaşanması muhtemel olaylar şairin gönlüne yansır. Şair hayâl olan bu olayları yaşamadan da sanki onu yaşamış gibi anlatır. Şair duyan, hisseden, üzülen, aşığın, yaralının, mazlumun, ezilmişin, gönlünden geçenleri terennüm eden ve onları sanki kendisi yaşamış gibi, okuyanlarına aktaran bir kahramandır. Onun için "şiirleri, şairlerin özel hayatları ile bağdaştırılamaz" diyor. "Öyle olsaydı cinayet romanının yazarının katil, hırsızlığı detayı ile işleyen senaristin soyguncu olması gerekirdi." Diyorsa da bu sözlere yüzde yüz katılmak gerekmez. Hele bu bir şairse, o aşkı gönlünde duyacak, hissedecek, aşkı aşkta bulacak, aşk, sevgi, mutluluk sözleri fısıldayacak bunu her şahsa söyletmek mümkün mü? Romancı, eleştirmen, senarist aşkı duymadan yazabilir mi? Hiç şüphesiz o sanatçının içinde az da olsa yazdığı duygulardan kıyıda köşede gizli kalmış bir hırsızlık, katillik, soygunculuk, şair için de aşk vardır; çünkü kahramanlık romanı yazan bir yazara, mükemmel bir soygunculuk; dedektiflik romanı yazan bir yazara da gerçek anlamda bir aşk romanı yazdıramazsınız.Yazsa da olmaz.Yunus Emre'nin dediği gibi: "İşitin ey yarenler, aşk bir güneşe benzer, Aşkı olmayan gönül, misâli taşa benzer" Fuzûlî devrin en mükemmel şairi: "Od ile korkutma vaiz bizi kim lâl-ı nigâr Canımız bizim oda yanmağa mutad eyledi." "Sevgilinin dudağının ateşiyle yanmağa alışmış olan şaire, cehennem ateşi bile vız geliyor, cehennem ateşi bile onu korkutmuyorsa" , "AŞK" vardır. "Aşk" olmadan yanmak, "sevgi" olmadan kucaklamak mümkün mü? Yanan, tutuşan yüreğinde fırtınaların en delisi, gönlünde soylu kısrakların, küheylanların en başkaldıranı, okyanusların gel gitlerinin ve denizin şiddetli kasırgalarının estiği Şaire Türkan Sönmez DAŞKIN: "Kadın aynaya ağlıyor, kirpikleri ıslak. Ayna, kadına ağlıyor, sessiz ve de korkak. Mahşeri andırıyor duyguları… Hangisinden başlamalı, neyi anlatmalı? Neyi anlatmalı sır âlemine, diyor. Yüreğiinde hâlâ buçuklu yaşların Heyacanlı coşkusu… Denizi görmeden dalgadan korkutuldum. Her tebessüme sınır, her sevgiye yasak!.. Yine buçuklu yıllarda başladı Yasaklara suskun, baş eğişim… … Kadın aynaya ağlıyor, hıçkırıklar Düğüm düğüm.. Ayna param parça, dili lâl, Derdi, kördüğüm!.." Şaire Türkan Sönmez DAŞKIN, usta şairlerin bir kaç mısraları ile okuyucusuna sesleniyor. Hey ağzına sağlık aşık, sen ne güzel söyledin derler ya işte, öyle bir şey, dertleri tercüman buluyor… "Ağustosta suya girsem balta kesmez buz olur", "Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır", "Yiğidi kılıç kesmez bir kötü söz öldürür", "Gözüm yaşı değirmeni döndürür", "Dağlar seni delik delik delerim, kalbur alır toprağını elerim", "nedendir de kömür gözlüm nedendir, bu geceki benim uyumadığım", "Yar beni anlamaz dinsiz imansız" dedikten sonra : Candan geçenlerdir, eren Allah'a Hakikat yolunda ben bu dergaha, İsteyerek gelmiş kurbanlar gördüm" diyerek bir bakıma bu yolu bizzat kendisinin seçtiğini anlatıyor Şaire. Kadın aynaya niçin ağlıyor? Pek tabii aynadaki görüntü kendisi. Kendi görüntüsü kendini ağlatıyor. Niçin?.. En güzel cevabı Üstâd Cahit Sıtkı TARANCI'nın şiiriyle verelim: "Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz? Ya gözler altındaki mor halkalar? Neden böyle düşman görünürsünüz? Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?.." "Hıçkırıklar düğüm düğüm" niçin bardaktan boşanırçasına gözyaşı, serbestçe, özgürce bağıra çağıra haykırışlar yok da "hıçkırıklar düğüm düğüm?!." Türk insanı mayasında, özünde çığırtkanlığı, nafile feryadı, bağırıp çağırmayı barındırmaz. Onu küçüklük, düşüklük, onursuzluk sayar. Acı ve ıstırabı, alnını kırıştırmadan, yüzünü ekşitmeden, sabırla, bir bardaktan suyu yudumlar gibi mübarek "Hayır ve şer Allah'tandır" addederek yudumlar.Teselliyi: "Hak şerleri hayreyler Zannetme ki gayr eyler, Görelim Mevlâ neyler Neylerse güzel eyler" sözünde bulup, sineye çeker."Sabırla pişen goruğun" pekmez olacağını bilir. Aslında Şaire DAŞKIN'ın gözünde kendini küçülten, kendini aslından farklı gösteren bu ayna utancından, yalan ve iftira atmadan, koğuculuktan, mübarek bir yaratık olan insanı yine insana aslından farklı göstermiş olmasından dolayı paramparça olup, gönlü "dili" Irak'ta Kerbelâ(Hz.Ali'nin oğulları Hasan ve Hüseyin'in şehit edildiği yer) yakınlarında çıkartılan kırmızı renkli "lâl" yakut, taşı gibi kırmızılaşıp, kanlanmış, yüzü kıpkırmızı olup Şaire'ye yaptıklarından utanmıştır. Muaviye'nin oğulları Yezidiler'in Halifelik makamı için, Hz. Hasan ve Hüseyin'i pusuya düşürerek şehit ettiklerinden utandıkları gibi olduğundan bu olay da "lâl" (kırmızı, kanlı )yakut, sözü ile bize hatırlatılarak işaretlenmiş, telmih edilmiştir. "Derdi kördüğüm" Dertlerinin bütün bunlardan sonra berraklaşıp durulması düşünülemez. Elbette kördüğüm ve bir çıkmaz olacak; çünkü bunca acı, ıstırap, yakut değerinde dökülen kan, paramparça gönül, düğüm düğüm kilitlenmiş hıçkırıklar ve sonuç çıkmaz sokak, "derdi kördüğüm." olacaktır. Şaire, Türkan Sönmez DAŞKIN, eşine hitaben yazdığı "Adamım" adlı şiirinde: -"Döneceğin akşamın kızıllı Birlikte yaşmak umudum.- Haberini aldım bugün postadan, Gam ve keder çadır kurmuş yaylana Rüzgarların hep poyrazdan esermiş, Çiğ düşmüş harmandaki daneye. Olur adamım neler neler olur Sen kaçsan da dert gelip Kucağına oturur Yılan döşü emmiş birileri, Dillerinin çatal, Sözlerinin zehrinden belli…" Şaire DAŞKIN şair olmanın zorluğunu yaşıyor.Hele bu bir de kadın, yani şaire ise işler iyice çatallaşıyor.Memleketten uzakta her şeyden habersiz mutlu çiftin mutluluğuna limon sıkılmak isteniyor.Dedikodular yayılıyor. Şairenin yavuklusu, sevgilisi, eşi, hayat arkadaşı, bir yastığa baş koyduğu kocasının, işleri iyi gitmiyor. Hasatı yığdığı harmanda, buğdaylara çiğ düşmüş.Rüzgarlar istenilen istikamette değil, dertler duman duman, bir yağmur bulutu gibi yüklenmiş, cisilemekte, bir de sıladan, gam ve kederin çadır kurduğu yaylalardan gelen boz bulanık seller işeri iyiden iyiye bozuyor. Postacının sunduğu haber her zaman sevinç dolu olmuyor. Bazan da insanı gama kedere, boğuyor.Yolların çalılı, dikenli, çetin düşmanlar elinde pusulu olması kavuşma, birleşme vuslat sözcüğünü gölgeliyor. Sözlerinin zehir, dillerinin çatal oluşlarından anlaşılacağı gibi yılan sütü içen birileri, yılan döşünden emen, beslenenlerin çıkardığı iftiralar, uçurduğu yalan dolan haberler sılada ve ve gurbette ekmeğini çıkartmak için uğraşan iki bahtiyarın yüreklerinde endişe ve keder yaratıyor. Uzakta olan gurbetteki, sıladaki habere inanıyor mu? Hayır; ama endişesi var!.. İçine bir şüphedir düşmüş, ondan kurtulamıyor eline kağıt kalem alıp karalıyor bir kaç satır ve soruyor? "Nedir bu söyleyenler?" Diyor. Cevap basit ve tek sözler "zehir" den ibaret. Bu defa sıra Şaire'ye geliyor: "Adamım, hüznüm, gerçeğim dinle: Geçenlerde karışık bir düş gördüm, üzerime gece vakti kar yağıyordu.Ben ceviz yaprağı gibi bu yağan kara aldırmadan öylece duruyordum.Vakit çok geç, hava soğuk ve soğuk iliklerimde dans ediyordu."Ben bir şarkı tutturmuş: "Dönülmez akşamın ufkundayım, vakit çok geç; bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç" diyordum. Teslim oluyordum, senin beni nasıl anladığına, anlayacağına teslim oluyordum kara, ayaza, ayrılığa…Sonra serçe yavruları yuvalarından çıkıp güneşle birlikte uyandılar:"Bu kadın bize ıslak ekmek yedirdi, yediğimiz ekmeğin hatırına bir kez olsun bakıp hal hatır soralım derken, güneş göğün perdelerini yararak mahmur mahmur gözüktü.Sıcacık bakarken karlar hızla eridi.Parmaklarımdan sular akıyor, yere değmeden düğümleniyor, her düğümden kardelenler açıyor: "Sabret sabret" diye sesleniyorlardı. Sonra gözlerinden akan kan, damlıyordu yüreğimde kuruyup, savruluyordu. Kuşluğa çeyrek kala ben ağlıyordum ve yarı uykulu, bitkin bir haldeyken sen bana muhtaç, bense sensiz ölürüm; çünkü sen benim yüreğimi elinde tutarsın.Eylülü, kasımı bekleme gel. Ayçiçeği güne, elâ göz sana baksın, karınca kıskacında buğdayı, benim yüreğim sevdayı taşısın. Adamım, ölüm kadar gerçeğim, kavuşmamız başka baharlara kalmadan hasretliğim, sevdam, bekleme gel!..Serçeler de olmasa rüyada donarım ve korkarım ki bir daha sabaha çıkamam." Onun için bu zehir ikimizden birini almadan acele et gel Adamım. Türkan Sönmez DAŞKIN "Balkondan Balkona" adlı şiirinde ustalığa doğru adım atıyor, şiiri, şairi, ayak sesinden tanır hale geliyor ve diyor ki: Dedim: Merhaba komşum, nasıldır hatırın? Dedi:Ne konuştun bende değil satırın. Dedim:Havalarda bozuldu sağlığın nasıl? Dedi:Kürk manto aldınya kasıl ha kasıl. Dedim:Sıkılıyor canım kahve bahane. Dedi:Dün bir bağ aldık ki , görsen şahane. Dedim:Bak çatı akıyor, evimizde sel. Dedi:Bu ara işim çok, bayramlarda gel… Balkonumuz yan yanaydı gitmedi sesim. Kalmadı ki o komşuma artık gidesim!.. Şaire'nin yine eşi için yazdığı "Yiğitim","Gurbete Mektup" şiirinde hece vezninin 6+5 duraklı 11 li kalıbın dillendiriyor ve Şaire'nin şiir uslûbu hakkında bizi aydınlatıyor : "Bengissu'ya düşmüş aksin yiğidim, Kıristal kadehten içeyim seni. Sırılsıklam, nurdan paksın yiğidim, Her iki âlemde seçeyim seni. " "…Kardeşimsin arkadaşım can dostum, Değerini fazla biçtim bilesin Canımı veririm çürürse postum, Sözümden dönersem şayet silesin." KAYNAKLAR: 1) Ali Rıza NAVRUZ, ÖKSÜZ UYKULAR BIRAKTIM YATAĞIMA, GEÇİT YAYINEVİ (Basım-Yayın-Dağıtım) Ekim 2000, KAYSERİ 2) Hacı Recep ÇALKANER, "4x4 Aslan Gayserilim", Şafak Ofset Matbaacılık San.Tic.Ltd.Şti. Ağustos 2003,KAYSERİ 3) Abdullah Çağrı ELGÜN, "Türk Dili", (Genişletilmiş İkinci Baskı) Laçin Yayın Dağıtım, Kayseri 2001; 4) Abdullah Çağrı ELGÜN, "Edebî Sanatlar", (Laçin Yayın Dağıtım, Kayseri 2000) 5) Mehmet KAPLAN, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Yayınları:7, İstanbul-1973, s.5-8 6) İlhan GEÇER, Cumhuriyet Döneminde Türk Şiiri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. 785, Ankara-1987, s. 140-143 7) Mehmet KAPLAN, Tevfik Fikret ve Şiiri, Türkiye Yayınevi, İstanbul-1946, s.149 8) Türkan Sönmez DAŞKIN,(TOPRAK KAYGILARA BIRAKIR YELKENİNİ), GEÇİT YAYINEVİ (Basım-Yayın-Dağıtım) Ekim 2000, KAYSERİ
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Abdullah Çağrı ELGÜN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |