Yaşam kısa, sanat uzun, fırsat aceleci, deney aldatıcıdır. -Hippokrates |
|
||||||||||
|
Değirmen, “öğüten araç veya alet, içinde öğütme işi yapılan yer”, anlamındadır. Değirmen ( tegirmen) büyük olasılıkla; gök anlamına gelen tengri, tegri, tegir kelimeleriyle aynı kökten gelmektedir. Değirmenler, tercihe göre, tahılı ezerek un veya yarma haline getirirler. Değirmenlerin geçmişi, insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanlığın sahip oldukları ilk teknolojilerden birisidir. Çok sayıda değirmen türü kullanılmıştır. Türklerde değirmen kültürü, M.Ö. III. - M.S. III. asırlara, Büyük Hun Devleti'ne kadar inmektedir. İnsanoğlu önce ateşi buldu, yiyecekleri pişirmeyi öğrendi, baktı ki, ateş çabuk kayboluyor, onu muhafaza ve kontrol etmek için; fırını icat etti. Irmak ve göllerin uygun yerlerine su değirmenleri ve fırınlar yapıldı. Sonra fırınlar yerleşim yerlerine taşındı. Ufak tefek değişikliklerin dışında, hep ilk zaman ki teknolojiyle devam edilmiştir. MÖ 150 – 100 yılları arasında un elde etmek için tahılın öğütüldüğü değirmenleri çalıştırmak için su çarkları bulundu. Ancak kullanılması M.S. 5. ve 6. yüzyılları bulur. Un elde etmek için tahılın elle öğütülmesi, uzun ve yorucu bir iştir. El değirmeni ile tek bir öğün yemek için, yeterli unun hazırlaması iki saatlik zaman alıyordu. Su enerjisinden; derinin tabaklanması, kağıt yapılması, deri, kumaş dokunması ve kumaşın boyanması v.b. bir çok alanda faydalanılmıştır. Su değirmeni, el değirmeni veya hayvan gücünden sağlanan enerjiyle çalışan değirmenler yanında, iyi bir seçenek sunar. Tek sorun, kuraklık dönemleriydi. 13. yüzyılda, teknoloji büyük ölçüde su enerjisine bağlıydı. Ortaçağ, “su enerjisi” ve “inanç” çağıydı. İşte Aybastı, o dönemde çok zengin bir yerleşim yeri ve inanç merkeziydi. 15OO - 1750dönemi su çarkının çok yaygın olarak kullanıldığı bir dönemdir. Bu dönemde su değirmenlerinin sayısı oldukça artmıştı. 1750 yılından sonra buhar makinesi ile insanlık, modern anlamda enerji kaynağına kavuştu. Su değirmenleri enerji devriminin odağı olmuştur. Su çarkının saltanatı, buhar makinesinin yaygınlaşması ile sona ermiştir. Aybastı’ya ne zaman gitsem Gölköy yolundaki su değirmenini de görmek isterim. Orası benim için sanki bir mabet, bir ziyaret yeridir. Eğer zamanım uygun olmaz da göremeden ayrılırsam, suçluluk ve hüzün duyarım. Eğrilmiş duvarlar, küçücük pencereler, kalın kalasların üstünde kurşuni bir çatı, kocaman taşlar, miller, sıçraya sıçraya dönen tozlu kayışlar. Ve bir köşede birbiri üstüne yığılmış, mısır çuvalları. Taşların üstünde uçuşan sıcak ve ince un zerrecikleri, aşağıdan sızıntı halinde insanın yüzüne vuran su damlacıkları. Kuş sesleri, ağaç yapraklarının hışırtısı ve ırmağın o diri sesi, tahta oluktan inen sular, değirmen taşlarının ağlamaklı sesleri, kayışların tokat gibi şaklaması, gıcırdayan çarklara karışan insan sesleri. Az ötede beyaz torbalara doldurulmuş unlar… O değirmenin yanına gidince sanki kırk yıl geriye giderim. Küçüklüğümde, anamın anlattığı masalda ki yakışıklı çobana aşık güzel peri kızını, padişahın hasta kızını, gece ortaya çıkan cinlere kaval çalan çobanı, onların şenlikli düğünlerini, oyunlarını, concolosları, zebanileri, her türlü mahlukatı, su oluklarında, kayaların arasında ve köprünün altında fark ettirmeden ararım. Sonra, un çuvallarının başında keşik bekleyen analar- bacılar, ağabeyler, eşeklerine un çuvalı yükleyen dedeler gelir, gözlerimin önüne. Değirmencinin alacağı payı, taze mısır unundan yapılarak pişirilen, o sıcacık bazlamaları düşlerim Aybastı’da aşağı yukarı hemen her köyün bir su değirmeni vardı. Bunlardan şimdilerde çalışır vaziyette iki - üç tanesi kaldı. Onlarda eskiden olduğu gibi yirmi dört saat çalışmıyorlar. Artık önlerinde sıra beklemek de yok. Su değirmenleri, gelişen teknolojiye direnemediler. Onların yerini ruhsuz ve şekilsiz elektrikli, dev gibi makineleri olan korkutucu ve çirkin sesli değirmenler aldı. Bence ekmeklerinde ne o eski tadı kaldı, ne de kokusu. Eskiden en az beş yüz metreden hissedilen mis gibi ekmek kokuları şimdilerde unuttuk. Gölköy yolundaki köprü yanı, sadece değirmeniyle de bilinmez. Gurbetçilerin, askerlerin ve talebelerin uğurlandığı; ayrılış ve gurbetin de başlangıç yeridir. Yöremizin su değirmenleri, antik çağlardan günümüze kadar gelmiş ortak kültür miraslarımızdır. En az, bin yıldır dönüp dururlar. Kendilerine sahip çıkacak, yaşatacak kurumların yollarını beklemekteler. Kemal DÜZ İskenderun kemaldz@hotmail.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © kemal düz, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |