Bir sanatçı başarısız olamaz; sanatçı olabilmek bir başarıdır. -Charles Horton Cooley |
|
||||||||||
|
Demokratik bir toplumda bağımsız yargının ve iktidarın denetlenmesi anlamında yüksek yargı mahkemelerinin, sivil toplum kuruluşlarının, sendikaların, meslek örgütlerinin, üniversitelerin ve özgür basının üzerlerinde hiçbir baskı olmadan görüşlerini serbestçe dile getirerek demokratik siyasal zemini oluşturmaları ve gerektiğinde kendi çıkarlarını savunabilmeleri çok önemlidir. Ancak Türkiye’de sağ iktidarlar durumu bu şekilde anlamak/yorumlamak yerine, çoğunluğu elde eden partinin bir tür dikta rejimi gibi hareket edebileceği sonucunu çıkarırlar. Demokrasi teorisinin pratiğe yansıyabilmesi için ‘çoğunlukçuluk’ anlayışı yerine ‘çoğulculuk’ anlayışının hâkim kılınmasının elzem olduğu gerçeğini görmek istemezler. Tabii bu durumun çeşitli nedenleri vardır. 1946’da çok partili siyasi hayat geçildikten sonra iktidara gelen sağ tandanslı partiler tek partili siyasi hayatın ve dolayısıyla devletin resmi ideolojisi olan Kemalizm’ e karşı açık ya da örtülü bir mücadeleye giriştiler. Askeri ve bürokratik entelijensiyanın ideolojisi demek olan Kemalizm’e karşı kendi meşruiyetlerini ortaya koymak için ‘milli irade ‘ya da ‘halk iradesi’ kavramını öne çıkararak, geleneksel değerlere vurgu yaparak halkın teveccühünü kazandılar ve iktidar oldular. İktidara gelme sürecinde askeri ve bürokratik entelijensiyanın halka uzaklığını ve Kemalist reformların halkın bütününe ve özellikle de kırsal kesime nüfuz edemediğini gördüler ve bu durumu çok iyi kullandılar. İktidar olduktan sonra ise devlet kadrolarında, bürokraside geniş kapsamlı bir kadrolaşmaya ve zihniyet değişine giderek Kemalist jargonla ifade edersek bir tür karşı-devrim gerçekleştirdiler. Bütün bu süreçlerde kendilerine karşı yöneltilen anti-demokratik yönetim eleştirilerine ‘milli iradenin tecellisi’nin sonucu savunusuyla karşı koymaya çalıştılar. Sağ partiler Kemalist kadroların anti-demokratik uygulamalarını eleştirirken (siyasete, yargıya müdahale gibi) kendi iktidarları döneminde, eleştirdikleri ideolojinin yerini tutarak toplumun muhalefet damarlarını kurutmaya çalıştılar. İktidarlarının hiçbir biçimde denetime tabi tutulmasına izin vermeden, tahammül göstermeden, fütursuzca, toplumsal yapıyı kendi dünya görüşleri çerçevesinde biçimlendirmeye çalıştılar. Tabii bunları yaparken demokratik zemini oluşturan öğeleri şiddetle bastırdılar. Demokrasinin bir tür mutabakat zemini olduğunu unuttular, görmezden geldiler. Türk Sağı’nın demokrasi kültürü açısından tahammülsüzlüğünü açıklayabilecek önemli bir unsur da içedönük siyasal felsefe ve Batı kültürünün, siyasal birikimini yok saymaya dayalı zihniyet biçimi olduğu söylenebilir. Liberal düşüncenin iki bileşeninden biri olan ekonomik liberalizm Türkiye tarihinin çeşitli dönemlerinde sağ düşüncenin gündemine geldiği ve vücut bulduğu halde, diğer bileşen olan siyasal liberalizme hiçbir zaman sıcak bakılmamıştır. Özellikle soğuk savaş yıllarında güçlenen anti-komünist düşünce Türkiye’nin düşünce iklimini olumsuz biçimde etkilemiş muhafazakâr-milliyetçi sağ düşünce haricinde her türlü düşünceye komünist yaftası yapıştırılarak şiddetle bastırılmış, dışlanmıştır. Osmanlı’dan Türkiye’ye tevarüs eden siyasi, felsefi birikimin de oldukça yüzeysel ve iptidai olduğu düşünülürse, Türk Sağı’nın neden tahammülsüz ve anti-demokratik yapıya sahip olduğu daha iyi anlaşılabilir. Türk Sağı’nın siyaset anlayışının ayırt edici özelliklerinden biri de popülizmdir. Çok partili hayat geçişle birlikte başlayan popülist siyasetin karakteristik özelliği sıradan olana yapılan aşırı vurgu ve idealin göz ardı edilmesi, hatta idealin olmamasıdır. Genellikle ‘halk böyle istiyor ’şeklindeki iddiayla kolay olanı seçme ve banal olanı öne çıkararak, siyaseti kitlelerin diğer toplumsal kesimler üzerinde baskı aracı olarak kullanımına sunma da sağ zihniyetin özelliklerinden biridir. Otoriter ve hatta totaliter rejimlerin de seçimlerle, halkın oyuyla ‘sıradan’ın iradesiyle iktidara geldikleri düşünüldüğünde, sağ partilerin popülist politikalarının doğuracağı kırılmaların ne kadar tehlikeli sonuçlar doğuracağı da aşikardır. Bununla birlikte, buradan politikanın seçkinlerin işi olduğu sonucunu çıkarmak da popülizmin ta kendisidir. Türk Sağı’nın demokrasi anlayışının yüzeyselliğinin nedenlerine yukarıda değindik. Bu maddeleri yinelersek :‘Milli irade’ kavramına atfedilen özel önem, demokratik zemini oluşturan unsurların görmezden gelinmesi, devletin resmi ideolojisine karşı gelişen tepkisellik ve aynı tepkiselliğin kendi siyaset anlayışlarını da oluşturması, anti-komünist zihniyetin her türlü düşünceyi tehlikeli addetmesi, siyasi-felsefi mirasın yüzeyselliği ve popülist siyaset anlayışıdır. Belirttiğimiz bu unsurların Türk Sağı’nın siyaset ve demokrasi anlayışını mevcut koşullarda da devam ettireceğini göstermektedir. Buradan bir ‘açılım’ beklentisi de maalesef ki mevcut değildir. Demokrasi sorununun yapısal bir sorun olduğu aşikârdır. Dünden bugüne kolayca değişebilecek bir süreç olmadığı kolayca anlaşılabilir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Akakiy Akakiyeviç, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |