Yaşam hoştur, ölüm rahat ve huzurludur. Zor olan geçiştir. -Asimov |
|
||||||||||
|
Bir zamanlar Aybastı'da günlük hayat nasıldı? Bunu öğrenmek gelecek kuşaklara aktarmak çok önemli... Bir ülkenin sadece toprağına sahip çıkmakla; o toprak yurt olmuyor. O yerin diline, inancına, türküsüne, atasözüne, manisine, yaktığı ağıta, el sanatlarına, şahsiyetlerine kısaca her türlü değerine sahip çıkılmalı. Bu değerleri bilmek yetmez, yarınlara taşımak, gelecek kuşaklara aktarmak, öğretmek gerekir. Elimde bir kitap var. Kitabın adı: “Kendini Yaşamak- Anılar” Yazarı: Ferda Güley(1916-2008) 1990 İstanbul’da Cem yayınevinden çıkmış. Ferda Güley sadece; asker, milletvekilli veya bakanlık yapmış biri değil, o aynı zamanda Kuleli Askeri Lisesinde edebiyat öğretmenliği yapmış, . İst Ünv. Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirmiş bir yazar. Kitabı çok rahat okunuyor ve iyi kaleme alınmış. Biz 559 sayfalık bu anı kitabından ilginç bulduğumuz Aybastı ile ilgili bölümleri aktarmak istiyoruz. Tabi, bu kitabı herkesin okuması mümkün olmadığından veya piyasa da bulunamadığından bu yazıyı kaleme aldık. Elimde bulunan kitabı, Ferda Güley, ağabeyim Mehmet Düz’e hediye etmiş. Kitabın ilk sayfasına, şunları yazmış ve imzalamış: “Aziz hemşehrim, kebap yerine kitap sattığı için ve hem de çok aziz olan hemşehrim Sayın Mehmet Düz’e en iyi dileklerimle, 22.6.95 “ Her ikisi de rahmetli oldu. Işıklar içinde yatsınlar. Bizim dileğimiz de bu kitabın tekrar bastırılması. Aybastı ve ülke tarihinin son yüzyılına ışık tutan önemli bir kaynaktır. Kitabın 11 sayfası ve devamında, Düzce’den, Aybastı’ya ilk gelişini ve gördüklerini anlatıyor Ferda Güley: “… Fatsa kasabasının bittiği yerde yol da bitti. Keçiyolları başladı. Irmaklar vardı, üstünde köprü yoktu. Atların başlarında yürüyen adamların başlarında üstünde beyaz bezler sarılı püskülsüz fesler, ya da kenarları üstüne kıvrılıp sarılan başlıklar, ayaklarında uzun konçlu yün çoraplarla giydikleri iplerle büzülmüş ayakkabılar vardı, bunlara çarık denildiğini sonra öğrendik. Çoğu derin sulardan geçirilirken bizi götürenler yarı bellerine, hatta çoğu kez göğüslerine dek suya giriyorlardı. Biri önde atların başındaki dizgini, ya da yuları; bir diğeri arkada atların düğümlenmiş kuyruklarından tutup, höst..höst..diye hayvanlara uyarılarda bulunuyor, bizlere de güven veriyorlardı. Bazen bir yanında derin, bakarken göz karartacak kadar derin uçurumlar bulunan kayalıklardan, bazen geniş ve derin ırmaklardan geçerek, bir kez yemek, birkaç kez de gereksinme molası vererek, bütün gün süren yorucu bir at yolculuğundan sonra, hava karadıktan sonraki saatlerde içinden ışıklar ve sesler gelen bir evin önünde durduk. Fener lamba ve çıralarla bizi karşıladılar,atlardan indirip içeriye aldılar….” Kitabın bu kısmına ara verip sayfaları çevirmeden, bir açıklama: Ferda Güley, burada babası Ali Osman Bey’i etraflıca anlatmış. Sayfa 19’da ise Aybastı’daki evlerini anlatıyor: “Aybastı’da çok yorucu bir at yolculuğundan sonra, gece yarısı indiğimiz baba evinde, ilk sabaha gözlerimi açtığımda benden ve hala yanımda uyuyan küçük kardeşimden başka herkes çoktan kalkmışlardı. Gözlerimi oğuşturarak hemen pencereye koştum. İlk gördüğüm şey tavuklar oldu. Bir sürü tavuk…ve hepsinin ardında ren renk civcivler…”, “ Sayfa: 21: “ Düzce’den geldiğimiz gece yattığımız ve sonraları kaç yıl yatıp kalkacağımız evin bulunduğu yer arazilerimizin büyük kısmının bulunduğu(Çukurcak) köyü idi. Çukurcak’taki evimiz iki katlı, alt katında selamlık olarak kullanılan bir büyük odası, kiler olarak kullanılan bir odanın yanında aşhane yerine uşak ve hizmetçilerin “Aşana” geniş mutfağı; üst katında ön cephede salon gibi kullanılan büyük bir oturma odası ile bir yatak odası, arka cephede yine ocaklı bir yatak odası, geniş sofası ve tuvaleti bulunan kagir bir binadır. Köydeki evlerde olduğu gibi altında ahır yoktur. (Ahır evimizin önündeki serendinin altında idi) Serendinin biraz ilerisinde erkek konukların yatırılıp kaldırıldıkları, yedirilip içirildikleri tek katlı, iki odalı, uzunluğuna yapılmış bir selamlık varsa da babamın Aybastı’ya gelmesinden önceleri bir yangın geçirdiğinden kullanılamaz haldeydi. Bu konuk evinin arkasında her tarafından rüzgar alan, Keltepe adındaki genişçe düzlüğü olan bir tepenin üstünde harmanımız vardı. Çukurcak köyündeki köylülerin konak dediği bu evimiz ve ekleri parasal karşılıkları Kaymakam, Mutasarrıf ve Vali olarak Aybastı dışında bulunan Ali Osman bey tarafından gönderilerek, altı ağabeyi içinde en çalışkanı, en etkili kişiliği olan, en yürekli ve iş bilen Rüştü efendi amcam tarafından yaptırılmıştır.) Çukurcak köyü o zamanlar otuz kırk evlik küçük bir köydü. Bu otuz kırk ev de Çiroğlu- Töngeloğlu- Dereköy ve Karaibrahim adlarında birbirinden uzak dört mahalleye dağılmış durumda isi. Bizim ev bu mahalelerden Töngeloğlu makalesine yakındı, fakat mahalleden sayılmıyordu. Çiroğlu mahallesindeki Çiroğlu Kadir ve Ferhat kardeşlere ait beyaz badanalı iki katlı bina dışa tutulursa köydeki ve Aybastı’nın bütün köylerindeki evlerin yüzde doksan beşi tek gözlü, altlarında ahır, önlerinde balkon gibi kullanılan sayvanları, arkalarında kara lahana, soğan, sarımsak gibi el altı sebzelerini ektikleri avluları olan, pencereleri tahta kepenkli, damları kiremit yerine tahtalarla örtülü, ocakları odaların bir köşesinde açıkta yanar ve dumanları damda açık bırakılan baca deliğine doğru – odada bulunanların gözlerini yaka yaka yükselen, çıra bulunmadığı zamanlar ocaktaki alevlerle aydınlanan evlerdi. Bu pek azı iki odalı evlerde baba-ana, oğul, gelin, torun torba, eşikteki – beşikteki bütün aile bir arada yer, içer ve yatarlardı. Ocakta ısıtılan suyu nöbetleşe odanın bir köşesine çömelerek dökünür ve avuçlarına sabun yerine aldıkları kil’i başlarına ve vücutlarına sürerek yıkanırlardı. Kesecek horozu ya da yumurtadan kesilmiş tavuğu olmayanlar et yüzü, pekmez yapamayanlar tatlı yüzü, sağlırı olmayanlar yağ, süt, yoğurt, yüzü görmezler; mısır yarmasından pişirdikleri baş yemekleri olan çorbalarını çoğu kez yağsız ve ayransız içerlerdi. Daha da bulunması zor olan zorunlu madde tuzdu. Kendileri ve hayvanları için tuz. Tuz para birimi yerinde de kullanılır, tarlalarında imeci çalıştıran varsıllar işçiye günlük olarak yarım okka tuz verirlerdi. Büyüklerin kadın erkek ayaklarına tabanlarındaki delikleri “ yartı” dedikleri eski gön parçaları ile kapattıkları çarık giyerleri. Bu olanağı çoğu kez ailenin bütün bireylerine genişletmedikleri için çocuklar ekinleri, ya da mısırları yeni biçilmiş, toprağın üstünde batıcı kökler bulunan tarlalarda köyün öküz, keçi, koyun gibi mallarını yalınayak güderlerdi. Yaşlı erkekler başlarına üstüne bez sarılı püskülsüz fes benzeri külahlar, genç erkekler iki tarafındaki uzun kısımları sağdan soldan birbiri üstüne, kentli kadınların türbanları gibi sarılan laz başlıklarına benzer başlıklar, üstlerine aba zıpka denilen dar yenli ve dar paçalı giysiler giyerlerdi. Biraz hali vakti yerinde olan kadınlar başlarını kenarları boncuklu, ya da oyalı, yoksul olanlar boncuksuz, oyasız, çemberlerle örterler; Vücutlarının belden yukarı kısımlarına “ işlik” dedikleri boyna kadar önden düğmeli alaca bulacak renkli gömlekler, alt kısımlarına etekleri boncuklarla süslü yünden örülmüş önlükler, ya da bez peştemballar giyerlerdi. Kadınlar çarşaf giymezler, gençler ise, başlarındaki çemberin bir kenarını ağızlarının üstüne kaldırmaktan ve bir başka kenerını işliğin üst kısmına kadar indirmekten öte yüzlerini, boyunlarını, ve göğüslerini örtmezlerdi. Toprağı fazla olanların tarlalarına mısır kazmak, ekin yada mısır biçmek için imeceye gititiklerinde kadın erkek tarlada yan yana çalışırlar, onca itilip kakılmışlıklarına, ezilmişliklerine ve sahipsizliklerine karşın hep beraber türküler söyleyerek yorgunluklarını ve yoksunluklarını göğüslemeye çalışırlardı. Yeni çocuk doğurmuş kadınlar imeceye bebeklerini de getirirler, ara sıra İmece Başı’ndan izin alarak ağaç gölgelikleri altına bıraktıkları beşiklere seyirterek ağlayan bebeklerine meme verirlerdi. Su güğümleri de bu ağaç gölgeliklerinde durur, susayanlar yine imace başı’nın izniyle gelir, maşrapaya su doldurup içerlerdi. Bir erkek ırgat su içmeye geldiğinde bir kadın da çocuğuna meme veriyorsa kadın çoğu kez o komşu erkeğe karşı göğsünü örtmeye gerek görmez, erkek de zaten ona bakmazdı. Kadın-erkek herkes gün ışırken kalktıkları için imece sahibi beylerin ve ağaların aşanalarında kazanlarla öğle yemeği hazırlanıncaya değin, gün yükselmeye ve sabah serinliği kızgın güneş tarafından emilmeye başlarken, imece başı imeceye kuşluk yemeği için izni verir ve herkes gelirken evlerinden getirdikleri çoğu mısır bazlaması ve birazcık keş’den ibaret olan yemeklerini yiyerek miğdelerini bastırırlardı. Öğle yemeği olarak çoğu kez mısır çorbası, ama ayranlanmış: bir de ikinci yemek olarak yine mısır unundan yapılmış yağlaç veya bulamaç denilen üstinde birkaç kaşık kızgın yağ gezdirilmiş düğün aşı, ya da bol böğrülce ile pişirilmiş pancar(kara lahana) ve de herkese mayalanmamış mısır unundan yapılan büyük boy birer bazlama veya mayalı küçük boy ikişer mısır ekmeği verirlirdi8saç üstünde pişirilen saç ekmeği varsılların sofralarında bulunabilirdi). İmeceler, 20-30 kişilik kadınlı erkekli diziler halinde tarlada çalışırken aralarına girip onlarla mısır kazmak, susayanlara güğümün bulunduğu yere koşup maşrapa veya bakır iprikle su getirmek, ağladığını duyduğum bebeğin beşiğine koşup sallamak ve öğle yemeklerinde aralarında oturup kocaman bir tahta kaşıkla ağzımı yırta yırta onlarla aynı kaptan yemek yemek en hoşlandığım seylerdi…” Sayfa . 25: …Kendilerinden önce korkuları köylere ulaşan mültezimlerin topladıkları aşar vergisini veren, ekecek toprağı sürecek öküzü olmayan fukara köylüler iki hükümetten başka dağlarda yol kesen eşkiyaların da karınlarını doyururlardı. Kendi rızıklarından. Halk özellikle çocuklar hastalıktan, ilaçsızlıktan, doktorsuzluktan kırılıyordu…” Sayfa:26 : Çukurcak’taki evimizin alt yanında, derenin öbür geçesinde, ortasından ırmak geçen ırmak üzerinde bize ait bir değirmen bulunan Karaibrahim mahallesini Yakacık köyüne bağlayan yol üstünde Çukurcak köyünün küçük köy okulu vardı. Bu okulda ilkokul öncesi çocuklara din dersleri veriliyordu. Bir kış başı, Çukurcak’ta bulunduğu günlerden bir gün babam beni odasına çağırdı. Yanında sarıklı bir adam oturuyordu. Beni ona göstererek: “-Molla Şaban, işte Çerkez Hanımın büyük oğlu. Eti senin kemiği benim. “ dedi…. Okul toprak tabanının ortasında yanan ve dumanları tavandaki deliğe doğru açıktan yükselen ateşin etrafında serili hasırlar üstünde bazıları kocaman kocaman 15 – 20 erkek çocuğun oturduğu tek gözlü büyücek bir kulübe idi. Her sabah uzak mahallelerden gelen öğrenciler, içinde defter kalem, amme cüzü ve azıkları bulunan ipleri omuzlardan geçirilme okul çantası görevi gören sırt torbalarından başka, okulda ocakta yanmak üzere gücüne göre bir yada iki odun taşımak zorunda idi. Okul binasına girmeden önce kapının önünde düzlükte tek sıra safta dizilip üç kez “ Padişahım çok yaşa” diye bağrıyorduk. Akşam dersler bitip okuldan ayrılırken tören yineleniyordu. Daha sonraki günler Töngeloğlu mahallesinden benden üç dört yaş büyük bir çocuk okula giderken bana arkadaşlık etti ve odunlarımı, çok karlı günlerde bazen da beni sırtında taşıdı. O ki, yaz başlarında gelinceye dek bu okulda namaz surelerini, abdest almayı, nama kılmayı, hatta namaz kıldıranın yanında kamet getirmeyi ve ezan okumayı öğrendim. O Ramazan ayında ve sonraki ramazanlar sahura katlım, oruç tuttum…. Sayfa-27: 1922 yılında Yakacık köyündeki büyük okulda ilkokula başladım. Başöğretmenimiz aynı zamanda tek öğretmenimizdi. Her halde evvelce mahkemelerde başkatiplik yaptığı için adı “ Katip İsmail Hakkı Bey” idi.Meslekten gelmediği halde kendine özgü yöntemlerle kara tahta üzerinde eski yazıyı yazıp okumayı bize kolayca öğretti….ilkokulun bir ve ikinci sınıflarını Yakacıkta, üç ve dördüncü sınıflarını Aybastı bucak merkezinde ….okudum…”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © kemal düz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |