..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Ben bir dünya yurttaşıyım. -Sokrates
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Varoluşçuluk > Nergiz Şimşek




3 Ekim 2010
Beşinci Kapı  
Lacivert Öykü ve Şiir Dergisi Eylül-Ekim 2010 Sayısı

Nergiz Şimşek


Günaydın koca adam! Bugün her zamankinden boktan görünüyorsun ya, hayırdır!


:BAII:

‘’Günaydın koca adam! Bugün her zamankinden boktan görünüyorsun ya, hayırdır! Ah! Tabi ya… Bir gecelik uykuda unuttun mu yoksa tüm yaşadıklarını? E hani aldığın tüm kararları? Hadi bakalım! Kendine iyi bakman gerek. Unutma - sıhhatli ve zinde olmalısın. Hafta sonu geçsin, pazartesi ilk iş. Hiçbir şey yapmadan, işlere gömülmeden hatta masana oturmadan gidip bu işi halledeceksin. Sana öyle bağırmak ne demekmiş görecek o herif! Herkesin içinde hem de. Bir değil, iki değil canım! Buna da sabır derler. Hazırlanman gerek. Aylardır erteleyip durdun seni yüreksiz bok parçası. Ama bu son! O kendini beğenmiş paçavranın yüzüne haykıracaksın ne kadar kaba, düşüncesiz, yeteneksiz bi… bi… bir paçavra olduğunu. Şimdi güzelce yıka yüzünü. Hadi hadi, spor yap biraz da kendine gel; ardından da güzel bir duş. Sonra oturup tekrar bakmalı şu metne. Söyleyeceklerimi ve olası cevapları adamakıllı hesaplamalıyım ki donup kalmayayım. Zeki olmadığı malûm ama hazır cevap olduğu inkâr edilemez. Bok herif! Allah’ın cezası! Zaten çekilmez olan hayatım bir de onun gelişiyle iyice boktan bir hâl aldı. Gelen gideni aratırmış, derler. Bu, öncekinden bin kat kötü. Aylardır hayatı zindan etti bana şerefsiz herif. Görecek ama o gününü. Onu herkesin ortasında öyle bir rezil edeceğim ki… Tükürükler saça saça haykırmalıyım yüzüne karşı. Evet evet, bunu da çalışmalı. Nasıl saçılır ki tükürük. Hay Allah! Deneyeyim bari aynada.’’

Hep böyle olurdu: Aynada, önce kendisiyle ikinci tekil şahıs kıvamında sesli sohbete başlar, derken birinci tekil şahısa döner, bir süre sonra da yapmakta olduğu işe dalıp zihninde devam ederdi. Yukarıda ‘’Bok herif…’’ kısmından sonra, bir yandan ellerini sabunlarken, bir yandan da aklından geçenleri okudunuz. Neyse ki böyle bir şansımız var: Akıllardan geçen en mahrem düşünceler de bizim.

*

Tükürük saçarak bağırma denemelerini sonraya bıraktı. Planını değiştirmeden uygulamaya karar verdi. Daha önceki başarısızlıklarının temel sebebinin anın getirdiği rastlantısal koşulları kabullenmek olduğunu, bunun da aklındakileri ertelemesine yol açtığını tespit etmişti; hep tam yapacakken, bir şey çıkmış ya da bir şey aklına gelmiş, bu sefer şaşıp yolundan konsantrasyonunu yitirmişti. Tamam, kabul, konuşma denemeleri gerekliydi ama en son, tüm metin hazır olduktan sonra, provalar esnasında.

Şimdi gece yarısına kadar planladığı gibi, önce evinin karşısındaki büyük parkta koşuya çıkacak, bir-iki saat ter attıktan sonra güzel bir duş alacak ve tam da hayal ettiği gibi taptaze bir beden ve zihinle masasının başına oturup zaten çoğu tamam olan metni bitirecekti. Yine de bu, muhtemelen gece yarısına kadar sürecekti zira kendisine söylenebilecek her olası söze karşı bir cevap bulmalı ki zafer onun olsun. Gerekli tüm taşları gerekli tüm gediklere oturtan sağlam bir metin hazırlaması gerekiyordu: Asla kaba saba değil, usturuplu; aşağılayarak lakin bunu hakaret ederek değil de ince bir zekâyla; sonlara doğru kızgınlığını gerçekten gösterip ağzını asla bozmadan ama elbette bağırarak... (Tükürükler de işte tam bu son noktada devreye giriyordu. Suratına yapışıverecek birkaç damla amma da bozar onu!). Ertesi gün de yine sabah sporunun ardından, sözlü prova.

Bu tutum benim açımdan anlaşılmaz değil – sizi bilemem; yani zihinsel bir etkinliğe başlamadan önce bedensel bir zindelik sağlama isteği. Aslında ‘başlamadan önce’ ifadesi doğru oldu mu emin değilim; çünkü ikisi girifttir. Biri diğerinin ön hazırlığı ya da ardılı gibi görünebilir ama değildir. Doğrusu onlar birlikte bir bütündür. Sadece biri diğerinden öncedir ki bu sıralama zevke göre değişebilir – ender görünmekle birilikte kimisi akşam sporlarını tercih eder. İşte o kadar. Bir’den sonra mutlaka iki’nin gelmesi gibi; tabii kavramsal olarak. Yoksa bir koyun, iki koyun falan diye düşünme gafletine düşmeyelim. İki’nin gelmediği hiç görülmemiştir. İki gelmeyecekse, bir bunu sanki önceden bilir de hiç var etmez kendini – evren bir’lerden temizlenir sanki. Bu sürecin devamı size kâbus gibi görünebilir - sayılardan yoksun bir yaşam. Ama işte kahramanımın durumu tam da buna benzer bir şeydir. Planları yoksa hayatı eksiktir - sayılar gibi birçok alçak kavram terk etmiştir onu. Peki, bu ihtiyaç niye vardır? Bilmem; hani artık söylene okuna zihinlerimize kazınan‘’Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.’’ deyişi mi etkendir bu durumda? Pek olası değil zira dünyanın her yerinde bizim gibilere rastlamak olasıdır – kültürel faktörleri dışlamalı. Ya da tam-bütün olarak sıhhatli olup, sıhhatli işler çıkarma düşüncesi mi? Yapmaktan korktuğumuz bir işe başlarken bedensel yetilerimizi kuvvetlendirerek biraz daha güven depolama isteği mi? Ya da güne böyle güzel başlayınca hani devamının da geleceği hissi mi? Belki de zihinsel etkinlikteki başarısızlığımız yanına bedensel kuvvetimizi koyarak ve bir çeşit denge yaratarak durumu kurtarmaya çalışıyoruz. Sebebini benim gibi kahramanım da çözebildiğini sanmam. Biliyor olsa, çıtlatırdı. Bu ortak tutumdandır ki onu can-ı gönülden anlıyorum. Her ne kadar komik görünse de bizim gibi korkaklar için bu yöntem etkilidir ve hiç olmasa belli bir zaman dilimini katlanılabilir kılar. Başarmak kadarını pek de bildiğimizi sanmam –zira başarıyla sonuçlandığı görülmüş değildir- ama kesin olan, çok zevk verir adama, daha da önemlisi yekpare kılar, bin bir ince detayla örülmüş bu tatlı düşleri kurgulamak. Bu zevk kaymaklı ekmek kadayıfında olduğu gibi ağdalı ve ağırdır. Dilinizde hissettiğiniz o yapış yapış kıvamı işte, tüm hücrelerinizde hissedersiniz. Takdir edersiniz ki, bu da bağımlılık yapıcıdır.

Pazartesi günü ilk iş: -kapıyı, herkesin rahatlıkla duyabilmesi için özellikle açık bırakmayı ihmal etmeden- dosdoğru odasına girecek, ağzını açmasına zaman tanımadan –bu olduğunda şapşallaşıyordu çünkü- öfkesini şefinin suratına karşı kustuktan sonra, orayı terk edecekti. Sonrası zaten hazırdı: O büyük kazadan sonra mirastan payına oldukça yüklü bir meblağ düşmüş –diğer pay sahiplerinden ölenler çoktu- ; yıllardır kazancının hatırı sayılır bir kısmını harcamayıp biriktirmişti. Bu paralarla kendine yeni bir hayat kurabilirdi. Tek eksik kalmıştı işte; bu işi halletmeden içinin rahat etmeyeceğini biliyordu.

Laf aramızda: Var oluşunun öcünü almak için oldukça dişli bir hedef seçmiş, işi yokuşa sürmüştü. Şefi onun son ve en kudretli düşmanıydı. Aslında anlayamadığı, sonuncunun hep en dişli olan olması. Bu da gösteriyor ki, bu adamlar onun yaşamında ardı ardına kara boncuklar gibi dizilirken kudret kazanmıyor; hayır, o zayıflıyor. Bu yüzden de bu kadar zavallı - intikam planlarıyla sadece vakit öldürdüğünü göremeyecek kadar. Elindeki paralarla yeni bir yaşam kursa da yeni bir o olamayacağına göre çaresizliğinin tam olarak farkına varamamış olsa gerek. E dedik ya biraz önce, bu onun yöntemi: Bu planlar katlanılır kılıyor, nefes alıp vermeyi – öyle ya da böyle devam etmeyi. Siz buradan bakınca, bir şeyler için çok geç kalmış olduğunu sezebiliyorsunuz; bir şeylerin ters gitmesi kuvvetle ihtimal onun hikâyesinde. Ama ya sezemedikleriniz? Şans bazen en zavallıların bile yüzüne güler! Hem de hiç umulmadık bir biçimde!

*

Bu yeni plan için bir önceki gün özellikle satın aldığı eşofman takımını, özenle giydi. (Bir de böyle bir şey vardır: Her yeni planda mutlaka yeni bir şey alınır. Sanki para harcanırsa gerçekleşme olasılığı çoğalacakmış gibi. Bu kendine güvensizliğin önemli bir işaretidir zira sonuca ulaşmak için kendi bedensel-zihinsel yetilerimize güvenmeyip ekstra bir şeye, bir harcamaya ihtiyaç duyarız. Ayrıca bu yöntemin tuhaf-belirsiz bir itici gücü vardır organizasyon pastasının oluşturulmasında.) Camı açtı, hava soğuktu. Üstünü çıkardı, içine uzun kollu bir kazak geçirip tekrar giydi. Bacaklarım üşür mü acaba, diye düşündü. Yok yok, dedi içinden; bir şey daha giymekten vazgeçti. Anahtarları, -ne olur ne olmaz- biraz da parayı cebine sokup çıktı evden. Apartman merdivenlerini bir ıslık tutturup neşeli adımlarla indi. Caddeyi geçip parkın girişine kadar biraz yürümesi gerekiyordu. Şimdiden başlayayım koşmaya, diye geçirdi içinden. Ama üşendi. (Ve aslında hep üşenilir… Tezat değil mi? Değil; çünkü asıl olan düşlemek, kurgulamaktır.) Canım parkta koşarım işte, derken, korkunç bir çatırtı duydu. İliklerine kadar hissettiği, beyninde yankılandığını sandığı bu çatırtının ardından gözleri karardı. Boşlukta öylece dalgalandığı, yerçekimsiz bir ortamda asılıp kaldığı hissine kapıldı. Olanları anlamaktan uzaktı; sadece bedeninin et-kemik yerine uçuşan bir maddeden oluştuğu gibi garip bir düşünceye daldı. Bu düşünce içinde, kıyıya çarpan beyaz köpüklü dalgaların girdabına kapılmış renksiz! bir naylon poşet misali savrulurken, yeryüzü tekrar renk buldu. Ama artık evinin önünde değildi. Şaşkın gözlerle etrafı izledi bir süre. Burası sınırlarını ayıramadığı devasa bir çöldü. Sapsarı kumlar üzerinde ilerledi önce birkaç adım. Duraladı. Kendi etrafında döndü. Ufukta hiçbir şey görünmüyordu. Nedense bu çölün, kendisinin tam merkezinde durduğu bir daire olduğu ve her yöne doğru sonsuz kere uzandığı hissine kapıldı. Acılı bir hüzün duydu. Bir sebepten acı çekiyordu ya nedenini tam olarak kestiremiyordu henüz. Gözlerini kapatıp uyumayı, bunun bir düş olabileceğini, kalktığında hayatına kaldığı yerden seve seve devam etmeye razı olduğunu düşündü. Yere uzandı. Kapadı gözlerini, ancak uyumak mümkün değildi. Bu sefer de açınca gözlerini kendini sokağında, kaldığı yerde bulacağını umdu. Başını kumlara gömüp gözlerini de sıkıca kapayarak sayısız kere yakardı -kime yakardığını bilmeden- . Hatta işaret parmağını, orta parmağının üzerine getirip dilek bile tuttu çocukça bir çaresizlikle. Açtığında gözlerini bir değişiklik olmadığını görüp hüznünü katladı. Çaresiz ayağa kalktı. Başını tekrar eğdiğinde, sapsarı kumla birlikte çıplak ayaklarını gördü. Ama spor ayakkabılarımı giymiştim, diye düşünürken, gözlerini bedeninde gezdirdiğinde, çıplak olduğunu fark etti. Hayret etti çıplaklığını daha önce fark etmemesine; ani bir hareketle hemen apış arasını kapattı elleriyle.

Yankılanan bir ses:

‘’Kimden utanıyorsun sen?’’

‘’Ben… Ben yeni eşofmanlar almıştım. Dün… Yani dün almıştım onları. Üzerimde onlar vardı. Eminim… Giydim evden çıkarken.’’

‘’Şapşal seni, seninle vakit kaybetmeyeceğim.’’ dedi ses ve sustu.

Ne yapacağını bilemeden dikilip durdu bir süre. Bir yöne doğru bakakalma isteği duyuyordu ya ne yöne bakacağını kestiremiyordu. Biraz olsun toparlanmaya çalıştı. Şaşkınlığından sıyrılıp çevresini incelemeye başladığında kendisi gibi sayısız çıplak insan belirdi uzaklarda, tüm çöle yayılmış. Baktıkça yaklaşıyorlardı sanki. Evet evet, kesinlikle şimdi daha iyi ayırabiliyorum, dedi içinden. Elleri hâlâ apış arasındaydı; yavaş yavaş çözüldü. Dikkatle baktığında inanılması güç bir şey fark etti: Bu çölde kadın, erkek ya da çocuk tüm insanlar, göle atılmış bir çakıl taşını anımsatıyorlardı; her birinin çevresinde, merkezleri kendileri olmak üzere, dalga dalga yayılan, sonsuz sayıda hareler vardı; belirsiz bir parıltı saçarak dalgalanıyordu her bir hare. Böylece ilk başta duyduğu his anlam kazandı. Demek buradaki herkes kendini merkezde sanıyordu ya da her biri, ayrı ayrı, merkezdeydi.

*

‘’Hey sen! Baksana buraya! Yenisin değil mi sen? İyi bak, iyi. Bak, buradayım işte.’’

‘’Ama ama… Bir şey göremiyorum ben.’’

‘’Demek hâlâ öğrenemedin ha. Ah! Niye hep bunlar bana düşer! Dikkatli bakmazsan hiçbir şey göremezsin burada.’’

‘’Tamam, şimdi beliriyor görüntün. Yalvarırım anlat bana, neler oluyor?’’

‘’Benim işim, bir şey anlatmak değil. Hâlâ anlayamadıysan zaten, ne demeli sana. Benim işim seni geçmen gereken kapıya götürmek.’’

‘’Kapı mı? Ne… Ne kapısı ki bu?’’

‘’Fazla konuşup sıkma canımı, sadece takip et.’’
‘’Sen… Sen kimsin? Diğer insanlara ne oldu?’’

‘’Bunu çoktan anlamış olman gerekirdi. Farkında değil misin ki ilgilenmediğin hiçbir şey görünmez gözüne. Burayı, geldiğin yerle karıştırıyorsun hâlâ.’’

‘’Ha ha! Evet evet, şimdi gördüm mesela birini.’’

‘’Şımarma hiç bence. Çok da şanslı…’’

‘’Ne? Ne diyecektin? Doğruyu söyle bana. Kötü bir kader mi bekliyor beni yoksa gideceğimiz yerde?’’

‘’Bir şey demeye yetkim yok. Seni bekçiye teslim edeceğim, işte o kadar. Onunla konuşursun ne istiyorsan. Herkese de bu hizmet verilmez hani. Çoğu kendiliğinden bulur yolunu. Ancak senin gibi…’’

Aptal diyecekti bana, diye düşündü. Artık bir şey demeden sadece takip etti önündekini; biraz daha hakarete katlanamayacaktı. Bu tuhaf adamın silik görünüşü, bu devasa çöl, bir belirip bir yok olan bunca çıplak insan, geçeceği kapı, her şey ama her şey tek bir şeye işaret ediyordu: Ölmüştü. Ne olduğunu anlamadan ölmüştü işte. Belki de gerçekten aptalım, diye düşündü, ‘’ancak anlayabildim!’’ E herkesin de bir bildiği vardı elbet: Çocukluğundan beri hor görülmüş, itilip kakılmış, alay edilmişti. Kızıyordu şefine ya sadece sonuncusu olduğu için – nihayet anladı. Daha önce de defalarca benzer şekillerde aşağılanmış, tepki olarak öfke nöbetlerine tutulmuş, sayısını hatırlayamadığı bollukta planlar yapıp öcünü almak, öfkesini dindirmek istemişti. (Ama bu sefer ki başkaydı; kararlıydı bu sefer; ramak kalmıştı ve hep öyledir.) Olacaklara razı olmaktan başka çare yok, ben hep iyi bir adam oldum, dedi içinden. Adil yargılanacağına emindi neredeyse. İçi rahatladı. Cenneti hak etmişti kendince. Zarar vermeyi sayısız defa planlamış olabilirdi, evet ama hiç başarılı olamamış, bırakınız başarıyı, eyleme dahi geçememişti; bu durumda kimseye bir zararı dokunmamıştı. Yaptığı iyilikleri düşünmeye başladı: ‘’Bir:- o yavru kediyi beslemiştim. İki:- alt komşuya dolabı taşımasında yardım. Hımmm. Üç:- onlar beni terk etmiş olsalar da ben, kardeşlerime her gerektiğinde açtım evimi. Dört:- dilencilere hep sadaka veririm. Ne vardı başka? Sorarlar mı ki bunları? Biliyorlardır herhâlde.’’ Daha saymaya niyetliydi ki düşüncelerinden uyanmasına bir gürleme neden oldu. Boğukluğu ölçüsünde kalın, kalınlığı kadar şiddetli, şiddetine oranla çok ağır ilerleyen, her bir kelimesi kulaklarda zangır zangır yankılanan, nerdeyse mekanik hırıltılar saçan bir ses:

‘’Oğğğ! Hoş geldin!’’

‘’Hoş bulduk.’’ dedi çekinerek.

‘’Burası neresi biliyor musun?’’

Karşısında, yerin dibine doğru indiği anlaşılan bir tünel duruyordu. Yarıçapı bir adam boyu kadar olmalıydı. Çevresinde bir tabela ya da benzeri bir şey arandı. Bir soruya olsun doğru cevabı verebilmek istedi - hiç olmazsa son defa! Ama ortalıkta ona yardımcı olabilecek herhangi bir işaret yoktu. Çaresiz, cevap verdi:

‘’Hayır, bilmiyorum.’’

‘’Burası beşinci kapıdır. Toplam dokuz kapı vardır. Sen de beşincisine lâyık görüldün işte. Yine de fena sayılmaz. Çok daha kötüleri var.’’

Bekçinin konuşması öylesine yavaş ilerliyordu ki düşünmeye fırsat buldu. Bu sözler ona bir şey anımsattı ama çıkaramadı; zihninin tozlu raflarında bir karşılığı vardı ya biliyordu. Sordu:

‘’Ben… Ben şimdi… Nereye gidiyorum?’’

‘’Sen nereye sanıyorsun? Tabi ki cehenneme!’’

‘’Ama… Nasıl olur bu! Benim kimseye bir zararım dokunmadı ki. Olmaz, girmem ben bu kapıdan. Bu işte bir hata var. Temyiz… Temyize başvurmak istiyorum. Söyleyeceklerim dinlenir ve anlaşılırsa… Siz de göreceksiniz sayın kont…’’

‘’Kont mu?’’

‘’Yani… Yakanız… Bir an… Ben… Yanlış oldu tabii…’’

‘’Bak günahkâr ruh! Direnmenin işe yaradığını sanmam.’’

‘’Ama inanın bir hata var. Bu olanlara inanamıyorum. Yani adalet burada da yok öyle mi?’’

*

Kafasını eğdi. Mırıl mırıl soruyordu kendine: Neden? Neden? Birden bir ışık yandı zihninde. Anlamıştı, şimdi nedenini biliyordu. Bu adil bir karar mıydı, bilmiyordu; ama nedenini biliyordu. İçini çocukça bir sevinç kapladı. Burada, tüm öfkesini ona buna saldırarak dindirebileceğini, nihayet gönlünce didişebileceğini, hep sindirdiği, istemediğin hâlde çekingen doğası gereği sessizliğine gömdüğü kinini gönül rahatlığıyla kusabileceğini düşünüyordu ki ensesine yediği bir şaplakla kendine geldi. Kafasını kaldırınca şefini karşısında buldu. Her zaman ki gibi çileden çıkmış haykırıyordu:

‘’Seni aptal! Yaptığına bak. Karşıdan karşıya geçmeyi de beceremez misin be adam! Şapşallıklarını çektiğimiz yetmedi de bütün gün, bir de burada da karşımdasın ha! Peh! Şuna bak. Şu yaptığına… Sana çarpmayayım diye kırdım direksiyonu, bariyerlere tosladım. O da yetmedi takla atıp karşıdan gelen otobüsün altına girdim. Bir ben olsam iyi; karım, çocuklarım, hepsini öldürdün. Sersem seni. Ama suç bende. Niye kırarsın ki direksiyonu. Bırak. Bırak ne hâli varsa görsün aptal herif. Ama suç bendeee…’’

Şimdi, kendisine adil davranıldığından gerçekten emindi. Gözleri sevinçle parladı. İlk iş olarak şefinin burnunu ısırdı.



.Eleştiriler & Yorumlar

:: Gayet iyi
Gönderen: TAŞKIN EROĞLU / , Türkiye
3 Nisan 2011
Dedim ya gayet iyi...




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın varoluşçuluk kümesinde bulunan diğer yazıları...
Topal Remzi'nin Dilsiz Kızı
Kötücül Ruhlar Dergâhı
Zaman
Kara Üçlü

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dönüşüm
Fare Kız
Gölge
Bir Adam
Defol!
Soluk
Mavi Kurt
Boşluk
Akide Şekeri
Av...


Nergiz Şimşek kimdir?

. . .

Etkilendiği Yazarlar:
...


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Nergiz Şimşek, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.