Hiçbir şey yaşam kadar tatlı değildir. -Euripides |
|
||||||||||
|
Bu olayın bir benzerini de okul arkadaşım Nejat anlatır. Ben neden o gün kahvede değilmişim bilmiyorum. Burun farkıyla hikâyenin kişilerinden biri olmayı ıskalamışım. Olay bin dokuz yüz seksen iki senesinin Haziran başında yaşanmış. Final döneminde sınavdan çıkınca arkadaşlarla biraz Kadir’in kahvesine takılırdık. Hoş Kadir’in kahvesine gitmediğimiz gün de yoktu ya. Hepimiz hem sınavlar yüzünden gerginiz, hem de cepte metelik yok. Yaşadıklarımızı hala dün gibi hatırlarım. Neredeyse üç öğün sahanda yumurta, zeytin ve çaya talim ederdik. Diğer zamanlarda baklava börek yiyoruz sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Paramız olduğu zamanlarda pazardan sebze alabiliyor ve onları pişiriyorduk. Kasaptaki etin yolunu şaşırıp bizim eve düşmesi neredeyse mucize gibi bir şeydi. Martavalı bırakıp tavuk yahninin öyküsünü Nejat’ın ağzından dinleyelim. İşte böyle sefil günlerimizin birinde bizim ekibin boş boş çene çaldığı bir öğleden sonra Gülbahçe çıkıp kahveye geldi. - Arkadaşlar, kocubıyık(*) bana para göndermiş. Bu gün ziyafet var. Bi tencere tavuk yahni yaptım. Karnı aç olan düşsün peşime gelsin. Yalnız evde hepimize yetecek kadar ekmek yok. Gelenler en azından ekmeklerini bari alsın. Tavuk yahni bu öyle kolay kolay ele geçer mi? Kimler vardı şimdi hatırlamıyorum. Ama dört beş kişi bunun ardı sıra yola düştük. Cebimizdeki birkaç kuruşu bir araya toplayıp yettiği kadar ekmek aldık. Biz kapıdan içire doluşunca Gülbahçe de yere bir şeyler serip kocaman tencereyi ortaya koydu. - Buyurun arkadaşlar, dedi. Bütün ev mis gibi et koktu. Açlıktan gözü dönmüş bu grup genç cenge gider gibi hep birlikte yahniye saldırdık. Karnımız doyunca gözlerimiz açılmış olacak ki önümdeki küçük kemiklere baktım. Hiç birisi bildiğimiz tavuk kemiğine benzemiyor. Tavuğu bırak bildiğim bir hayvanınkine de benzemiyor. Ufak, ince ve kıvrımlı kemikler içime bir kuşku düşürdü. - Gülbahçe hani bu tavuğun bacakları?, dedim. - Yahninin içinde. - Kemikleri nerde peki? - Pişirmeden büyük kemiklerin hepsini çıkardım. - Lades kemiğini de görmedim? - Doğrurken kesilmiştir. - Bırak numarayı bu kemikler tavuk kemiği değil. Bir taraftan gülüp bir yandan da “Tavuk işte ya... Size de insanlık yaramaz,” tafraları yapmaya başlayınca ben iyiden iyiye huylandım. Israr edince de; - Tamam be Şefik, tamam, Amma da kafa ütüledin. Evet yahni tavuktan değil. Ne olmuş değilse. Mis gibi et işte. - Tama mis gibi ama ne eti? - KİRPİ… Sofradakiler kaşıkları ellerinde öylece donup kaldı. Hepimiz resmen heykel kesildik. Sersemliğimiz geçip hepimiz sofradan çekilince (ki zaten doymuştuk)… - Yemezseniz yemeyin be”, dedi Gülbahçe. Tencereyi olduğu gibi önüne çekip, geriye ne kaldıysa çalakaşık mideye indirdi. Kirpi deyince birden iştahımız kapandı ama yahni de lezzetliydi. İşin aslı sigaralar tüttürülürken ortaya çıktı. Onun evinin dereye doğru uzanan bir bahçesi vardı. Gülbahçe kirpiyi bahçede bulmuş. Hayvanı su dolu tenekeye atmış. Hava alabilmek için de başını uzatınca da kesmiş hayvancağızı. Derisini yüzüp bir güzel yahni yapmış. Kirpi etini sevdiği için değil. Resmen züğürtlükten. Ege bölgesinin bazı yerleşimlerinde kirpi etine tiksinilerek bakılmaz. Hatta yaşlı kadınlar mayasıla çare olarak kirpi yerler. Çocukken para karşılığı benden de kirpi bulup getirmemi isteyen komşu nineler olmuştu. “Günah değil yavrum, şifa niyetine…” Kendi adıma kirpi eti haram mı, mundar mı derdine düşmeyeceğim. Ben kirpilerin kesilemeyecek, kıyılamayacak kadar sevimli olduğunu düşünürüm. Benzer bir öykü’de Samsun Yakakent’de yaşanmış. Arkadaşlarını balık ziyafetine çağıran Osman’ın (Acısu’lu) aslında onlara oyun oynamak gibi bir niyeti de yokmuş. Sahildeki bütün balıkçılara gitmiş, bütün tekne sahibi arkadaşları yoklamış ama tek bir balık bile yok. Ama misafirler çağrılmış, yarın gelecekler. Çaresiz kalıvermiş. Kalkan ağlarının hepsi birkaç gündür boş çıkıyormuş. Limandaki teknelerin birinde kalkan ağlarına düşmüş bir camgöz bulabilmiş. Balığın kuyruk bölümünü ta alt yüzgeçlere kadar kesip eve götürmüş. Köpek balığı da balık sonuçta… Akşamdan dilimleyip soğan, maydanoz, kırmızıbiber, karabiber, defneyaprağı, hatta saymadığım ne varsa etleri dinlenmeye bırakmış. Ertesi gün köpek balığını şiş yapıp mangalda hazırlayıp misafirlerine ikram etmiş. Bu öyküde olaylar diğerlerinden farklı. Çünkü köpek balığı ziyafeti çekenler hala gerçekten ne yediklerinden haberdar değiller. Onlar kofana ve torik yediklerini sanıyorlar. Izgara şiş köpekbalığından o kadar memnun kalmışlar ki hala anlata anlata bitiremiyorlarmış. Bir araya gelsek de şunu bir daha tekrarlasak diyorlarmış. (*) kocubıyık –Babasına taktığı isim. Seyfullah Nisan 2011 Bursa
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |