Yarın Maya takviminin bitiş tarihi... Endişeliyim. Kimilerine göre insanlığın sonu, İsrafil’in görev zamanı, Yakın Çağ’ın bitişi. Kimilerine göre de sıradan bir gün ve Güneş yine yirmi beşbin dokuzyüz yirmi yıllık serüvenine kaldığı yerden devam edecek. Herkes suskun bir bekleyiş içerisinde. Üçüncü sınıf gazetelerde “İşte Kıyamet Alameti Sakallı Bebek” manşetleri yok. Doğruyu söylemek gerekirse birkaç hafta evveline kadar bu durumu ve günü fazla önemsemiyordum; hatta ilk başlarda gülüp geçmiştim “Nostradamus kehaneti gibi bir şey olsa gerek bu” diyerek. Şu an ise farklı... nedenini tam bilemediğim, sadece içgüdülerimle hissettiğim bir kaygı var içimde: Yok olma kaygısı... hayatımda ilk kez hissettiğim, geride hiçbir şey bırakmamacasına bir yok oluşun kaygısı...
Çocukken müze gezilerinden sonra, orada gördüğüm kemikten, kilden yapılmış çanak çömlekleri, bakır ve bronzdan yapılmış silahları gözümün önüne getirmeye çalışır şapşal düşüncelere dalardım. Tarih öncesi çağlardan günümüze, insanlar neler bırakmışlar, acaba biz de bırakabilecek miyiz diye... hatta yazılar yazar, resimler çizer, oyun hamurundan arabalar, evler, uçaklar yapar odamın belirli yerlerine saklardım belki bin yıl sonra bulunur da müzede sergilenir diye.
Büyüdükçe iz bırakabilme arzum da, bunu yapış şeklim de gelişti. Resimler yaptım.Yüzlerce tablo... ben hayattayken olmasa da, ben öldükten sonra torunumun torununu bile zengin etmeye yetecek kadar çok... Karbon döngüsünde yer almak değildi korkum, eminim... Genlerim var olacaktı bu dünyada nesiller boyunca, beden değiştireceklerdi sadece.. “Kızımın gözleri benimkilere benzesin... Şayet oğlu olursa yaratıcılığını alsın dedesinin...” gibi gizli bilinç altı dileklerim varmış benim, yeni keşfettiğim. Sonra, iz bırakabilmek, bedenen var olmasam da sanki hiç gitmemişcesine... İlkokul yıllarında hep düşünürdüm sefalet içinde ölen Vincent Van Gogh ya da Amadeus Mozart mı daha önemli yoksa emrinde binlerce insanın çalıştığı Türkiye’nin en ünlü ve en zengin iş adamı mı diye? Sorumun cevabını bulmam ve içimdeki yeteneği keşfetmem eş zamanlı olmuştu. Kimbilir belki de engel olamadığım resim yapma tutkuma ek olarak çocukluğumdan beri her gün artarak süre gelen iz bırakabilme arzusuydu beni kamçılayan. Güzel Sanatlar yetenek sınavını birincilikle kazandıran, genç yaşta gelen bir başarı öyküsüne baş kahraman yapan.
Ne önemi var ki bunların şu anda hem...
Korkuyorum... Yarından korkuyorum. Benim ve sevdiklerimin yok olmasından değil... Hayatta otuz altı sene boyunca boşu boşuna var olmuş olmaktan korkuyorum. Herşeyin tuz buz olmasından, sonsuz bir kara delik içine hapsolup hiçliğe yol almasından. İlk kez duygularımı çizerek ifade etmiyor olmaktan korkuyorum, edersem bir tanesini daha kendi ellerimle bu sonsuz hiçliğe yollayacak olmaktan.
Yarın kimbilir belki de insanlık ve dünya için yine sıradan bir gün olacak: güneş tüm ihtişamlıyla pırıl pırıl parlayacak, ardından yağmur yağacak ve gökyüzünde yedi renkte bir köprü oluşacak, ben bu güzellikten aldığım ilhamla yine kendime hakim olamayıp, fırçalarımı elime alacağım. Sabahın loş ışığında fabrika bacalarından dumanlar tütecek, dünyanın geri kalmış bölgelerinde küçük kızlar esneyerek tütün saracak, jet sosyeteden Ali Bey işadamı bilmem kimin kızıyla muhteşem bir düğünle dünya evine girecek, kıyamet günü için yeni bir tarih bulunacak, Fatma Teyze huzur evinde bakımsızlıktan ölecek, çocuklar zil sesini duyunca soğuğa ve nöbetçi öğretmenin bağrışlarına aldırmadan bahçeye fırlayacak, Avustralya sahillerinde gençler sörf yapacak, golf oynayacak, Afrika’da açlıktan ve Aids’ten yüzlerce insan ölecek, kuzey yarım kürede en uzun gece, güneyde ise en uzun gün yaşanacak...
Evet yarın belki de sıradan bir gün olacak ama bugün kesinlikle öyle bir gün değil benim için...
*20 Aralık 2012: Hakkında çeşitli iddialar bulunan 21 Aralık 2012 tarihinin bir gün öncesi. Bu tarihle ilgili Güneş sistemimizin Sirius Yıldız Sistemine yaklaşacağı gün, Maya takviminin son günü, Marduk’un Dünya’ya çarpacağı gün, Altın Çağ’ın açılacağı tarih gibi pek çok iddia bulunmaktadır.