Kam Gan oğlu Han Bayındır,
Kurdurmuş binlerce çadır.
Ak otağını diktirmiş,
Bin ipek halı serdirmiş.
Davet etmiş tüm Oğuz’u,
Şölen için kesmiş kuzu.
Yiyip, içip oturmuşlar
Sohbet edip konuşmuşlar.
Haraç gelmiş Gürcistan’dan,
Farklıymış geçen yıllardan.
Bir at, bir kılıç, bir çomak ...
Han demiş ki: — Şuna bir bak!
Bayındır Han mahzun olmuş.
Dede Korkut, ona sormuş:
— Neden üzülürsün Han’ım,
Sebebi nedir sultanım?
Bayındır demiş ki: — Dedem,
Söyle bu haracı nidem?
Her yıl altınlar gelirdi,
Birçok kişi sevinirdi.
Alplara, beye verirdik,
Gönülleri hoş ederdik.
Ben bunu kime vereyim,
Kimin gönlünü edeyim?..
Dede demiş ki: — Bak Han’ım,
Şöyle diyor ki benim aklım:
Üçünü de bir yiğide,
Ayırmadan verseniz de;
Yurda karakol olsunlar,
Sınırları korusunlar...
Han da buna razı olmuş,
Dönüp beylerine sormuş.
Kimseler bir şey dememiş,
Begil Bey de seyredermiş.
Tekrar Begil’e sorunca
Yerinden kalkıp yavaşca,
Bayındır Han’a yaklaşmış.
Yer öperek, bağır basmış.
Dede alarak eline,
Kılıcı asmış beline.
Çomağını da omzuna,
Ok, yayı takmış koluna.
Begil atını çektirmiş,
Sıçrayarak ona binmiş.
Hısımlarını çağırmış,
Akrabasını ayırmış.
Evini çözüp çıkmışlar.
Doğru Gence’ye varmışlar.
Gürcistan’ın sınırına,
Karakol olmuş ağzına...
Yılda bir kere divana,
Gelirmiş Bayındır Han’a.
Geçermiş böylece zaman,
Beğil Bey’i istemiş Han.
Bolca hediyeler ile
Begil gelmiş Oğuz İl’e.
Harçlık verip sevindirmiş,
Han bir ziyafet de vermiş.
Sonra da av tertiplemiş,
Beylerini alıp gitmiş.
Bayındır Han’ın yanında,
Yiğitler bu av yolunda;
Kimisi övmüş atını,
Kimisi de kılıcını...
Han hiçbir şey söylememiş.
Kendinden de bahsetmemiş.
Tek Beğil’in hünerini,
Anlatmış marifetini:
— Eğer bir av tertiplense,
Beğil Bey de ava gelse,
Yay kurmaz, okunu atmaz.
Avı ondan kurtulamaz...
Yayını koluna asar,
Avı ardından kovalar.
Hayvanı tutar boynundan,
Zayıf avsa kulağından,
Delik açıp, bir en yapar.
Tekrar ormanlara salar.
Beyler bir geyik avlasa,
Kulakları delik olsa,
Bu av Begil’in derlerdi.
Getirerek verirlerdi.
Şimdi siz söyleyin beyler,
Neyindir böyle hünerler?
Atın mıdır, erin midir;
Bu maharet, mertlik midir?..
Beyler demişler ki: — Erin.
Han’ım bir de siz söyleyin.
Bayındır Han demiş: — Beyler,
Attan olur bu hünerler.
Atı işlemezse eğer,
Övünebilir mi hiç er?
Begil buna çok alınmış,
Bayındır Han’a yaklaşmış:
— Han’ım bunu demeseydin,
Beni rezil etmeseydin!..
Bizi alpların içinde,
Kuskunumuzdan çekip de,
Kara balçığa teptirdin!
Senin olsun verdiklerin!..
Begil, Bayındır’a küsmüş.
Bahşişini yere dökmüş.
Divanından ayrılarak,
Yiğitlerini alarak,
Pişman olmuş geldiğine,
Hüzünlü gitmiş evine.
Çocuklarını sevmemiş,
Eşine selâm vermemiş...
Hatun burada söylemiş,
Dinleyiniz neler demiş:
— Gözümü açıp gördüğüm,
Gönül kaptırıp sevdiğim.
Tahtımın sahibi beyim,
Neler oldu ben bileyim...
Doğrulup kalktın yerinden,
Ala Dağ’dan, Arku Bel’den,
Yiğitlerinle gülerek,
Akıntılı çay geçerek,
Gittin Bayındır Han’ına
Gece vardın divanına.
“Beyler ile yedin, içtin.”
Bugün neden erken geldin?
Birisiyle mi atıştın,
Yoksa kavgada mı kaldın?
Güzel, cins atın nerede;
O altın miğferin kimde?
Oğullarını sevmezsin,
Hatununla söyleşmezsin!
Bu hâlin nedir yiğidim,
Bana söyle ki bileydim...
Begil, hatuna söylemiş.
Görelim ki neler demiş:
— Doğrulup kalktım yerinden,
Ala Dağ’dan, Arku Bel’den,
Yiğitlerimle gülerek,
Akıntılı çay geçerek,
Gitmiştim Bayındır Han’a
Gece vardım divanına.
Beylerimle yedim, içtim.
Onlarla dağları gezdim.
Bayındır Han’ın nazarı,
Bizden dönmüş gördüm gayrı!
Oğuz’u terk edeceğim,
Gürcistan’a gideceğim.
Ben âsi oldum Oğuz’a,
Söyleyin geline, kıza
Hazırlık yapsınlar hemen,
Göçüyoruz biz bu ilden...
Hatun demiş ki: — Yiğidim,
Gel acele etme eşim...
Mevlâ’nın gölgesidir Han.
Han’larına âsi olan,
Beylerin işi rast gelmez!
Arı gönüllü gücenmez...
Ava çık, gönlün açılsın;
Gamın kasvetin dağılsın.
Hele bir de olsun yarın,
Belki değişir kararın...
Beğil hak vermiş Hatuna,
Sıçrayıp binmiş atına.
Yiğitlerle gitmiş ava.
Bir geyiği kova kova,
Yakalamış kulağından,
Yayı geçirmiş boynundan.
Geyik düşünce kayadan,
Atı ile uçurumdan,
Begil de düşmüş ardından.
Kan gelirmiş uyluğundan!
Meğer bacağı kırılmış!
Derede çaresiz kalmış.
Okluğundan gez çıkarıp,
Eyerden kayış koparıp,
Kırık uyluğu bağlamış.
Sonra atını çağırmış.
Gelmiş yurdunun ucuna .
Güçlükle binmiş atına.
Beti benzi çok sararmış,
At üstünde duramazmış.
Yiğitler yokmuş ardında,
Perişanmış al aygır da...
Emren, bu hâlde görünce;
Korkmuş ve şaşırmış önce.
Karşı gitmiş babasına,
Ağlayarak demiş ona:
— Ava gittin Ala Dağ’a,
Geyikle kuş avlamağa.
Yanındaydı yiğitlerin,
Baba onları neyledin?
Kâfirlere mi rastladın,
Düşmanlara mı kırdırdın?
Bir haber ver baba bana,
Başım kurban olsun sana!..
Begil demiş: — Emren oğlum,
Sen üzülme aslan yavrum.
Kâfirlere rastlamadım,
Alplarımı kırdırmadım.
Yiğitlerim sağ, esendir.
Gel de oğul beni indir.
Üç gündür çok keyifsizim,
Yaralıyım ve hâlsizim...
Emren, Begil’i indirmiş,
Alıp otağa getirmiş.
Yiğitler de beri yandan,
Dönerek gelmişler dağdan.
Beş gün geçmiş de aradan,
Beğil Bey de otağından,
Dışarıya çıkamamış,
Kurultayı yapamamış.
Begil yatarken bir gece,
Of! Çekerek inleyince,
Hatun demiş ki: — Ah beyim,
Niçin inlersin bileyim.
Kalabalık düşmanlarla,
Savaş yapardın onlarla.
Butuna ok saplansaydı,
Başın, kolun kırılsaydı...
Yine böyle inlemezdin.
Beyim söyle nedir derdin?
İnsan, koynunda yatandan;
Sır saklar mı hatunundan?
Begil demiş ki: — Sultanım,
Kırılmıştır sağ bacağım!
Kayadan düştüm güzelim,
Hele şükür ki ölmedim...
Hatun ellerini çalmış,
Hizmetçisini çağırmış.
Her şeyi ona anlatmış.
Hizmetçi sır tutamamış...
Otağdan çıkıp kapıya,
Gidip demiş kapıcıya.
Olay tüm yurda yayılmış,
“Begil Bey hasta yatarmış.
Atından düşüp aşağı,
Kırılmıştır sağ ayağı...”
Meğer kâfirin casusu,
Öğrenince bu hususu,
Doğru Tekür’üne gitmiş
Olanları haber vermiş:
— Yerinizden doğrulunuz,
Gidip Begil’i tutunuz.
Bağlayınız ellerini,
“Kızlarını, gelinini...”
Esir etmenin zamanı,
Sen beklerdin hep bu anı...
Beğil’in de bir casusu,
Haber alıp bu hususu,
Düşmanın geliyor demiş.
Begil baskını öğrenmiş:
“Göğe baksam gök ırak.
Yer ise katı toprak!..
Şimdi ben neyleyeyim?
Emren’ime diyeyim.”
Oğlancığını çağırmış,
Duyduklarını anlatmış:
— Aydınısın gözlerimin,
Sen kuvvetisin belimin.
Oğul, işit neler oldu.
Dünyalar başıma koptu!
Ben, Ala Dağ’da avdayken;
Geyikleri kovalarken,
Atım sürçtü yere çaldı,
Sağ uyluğum da kırıldı!
Tekür öğrenmiş hâlimi,
Gece basacak ilimi!..
Casusum haber getirdi,
“Düşmanın geliyor,” dedi.
Demiş ki: “Tutun Begil’i,
Bağlayınız ellerini.
Yağmalayarak yurdunu,
Kız, gelin ve hatununu
Esir alarak getirin,
Çocuklarını da kesin...”
Tekür, böyle demiş oğul.
Kalk yavrum yerinden doğrul.
Sıçrayarak atına bin,
Dağlardan aş geceleyin.
Yanına git Bayındır’ın
Divanına var da Han’ın.
Ellerini öp, selâm ver.
Böyle böyle de deyiver...
Beyler beyi Kazan Han’a,
Elini öp de ki ona:
“Babam bugün çok dardadır,
Yardımınıza muhtaçtır.
İlim, obam bozulacak;
Yurdumuz harap olacak!”
Haydi çabuk davran oğlum,
Haber ver gel aslan yavrum...
Demiş Emren babasına:
— Ne diyorsun babam bana!
Kara cins atıma binmem,
Burdan bir yere gidemem.
Kim oluyor Bayındır Han,
Eli öpülecek Kazan!..
Al atını ver bineyim.
Koşturayım, terleteyim
Düşmanlarına dalayım;
Kâfirlerle savaşayım...
Demirden giyimlerini,
Oklarını, temrenini
Kılıncını ve yayını...
Ver keseyim alayını .
Ver de üç yüz yiğidini,
Ol Muhammed’in dinini,
Kurtarayım ve koruyum;
Ben Begil Bey’in oğluyum...
Begil Bey demiş: — Ay oğlum!
Emren Beyim, aslan yavrum.
Ağzın için ben öleyim,
Sana çok duâ edeyim.
Getiriniz giyimimi,
Çabuk verin beygirimi.
Tez olun ürkmeden ilim,
Acele gitsin Emren’im...
Üç yüz yiğit, bir de Emren,
Giyinip gitmiş geceden.
Al aygır alana çıksa,
Düşman kokusunu alsa,
Toprakları eşelermiş,
Tozu göğe yükselirmiş.
Böyle görünce düşmanlar,
Beğil Bey’den korkup kaçar,
Savaşmadan çekilirmiş.
Beğil hep galip gelirmiş.
Al aygır yine kişnemiş.
Toprakları eşelemiş.
Kâfirler demişler: — Bre!
Hele bakın al beygire!
O beygir, Begil Bey’indir.
Kişnemesinden bellidir.
Savaşamayız kaçarız,
Begil Bey’den çok korkarız!..
Tekür demiş ki: — Ahmaklar,
Sizi gidi tabansızlar!..
At üstünde Begil Bey’se,
Ayrılmasın hiçbir kimse.
Sıvışmak bana yaraşır.
Askerler ancak savaşır...
Siz iyice gözetleyin,
Begil midir bana deyin.
Gözcüleri gözetlemiş,
Tekür’e şöyle söylemiş:
— Al aygır Begil Bey’indir,
Üstünde Begil değildir.
Giyim, kuşam, miğferi de...
Lâkin kendi yok içinde.
O, kuş kadar bir oğlandır.
Belli ki çok da yamandır.
Tekür demiş ki: — Askerler,
Yüz atlıyı giydirsinler.
Oğlan kuş yürekli olur;
Patlama onu korkutur.
Gidin bir tarakka çatın,
Arka arkaya patlatın.
Ses ile onu kandırın,
Kuş yürekliyi kaçırın...
Yüz kadar kâfir gitmişler,
Emren’e şöyle demişler:
— Ay, aman sahte kahraman!
Elinden düşecek kalkan.
Kuş yürekli küçük oğlan,
Aman haramzade oğlan!
Al aygırın da zayıfmış,
Öz kılıncın da kırılmış...
Mızrakçığın da ufakmış!
Yayın boyu da kısaymış...
Ey arkadaşları çıplak;
Saçlar gitmiş, kafa cavlak.
Oğlan senin gözün fersiz,
Ay hasmından da habersiz!
Tekür yatıyor pusuda,
Seni bekliyor meydanda.
Bizlere emir vermiştir,
Haber için göndermiştir.
Biz şimdi seni tutarız,
Ellerini de bağlarız.
Karabaşını keseriz,
Alca kanını dökeriz!
Anacığınla babanı,
Boşa ağlatma atanı.
“Yalnız yiğit alp olmaz,
Yavşan dibi berk olmaz.”
Ey belâsı gelmiş oğlan,
Çekil dön de, git buradan!..
Emren onlara seslenmiş,
Bağırarak şöyle demiş:
— Herze merze söyleme.
Git kâfir beni eyleme!
Atım savaşlarda oynar,
Kılıcım kâfiri doğrar.
Ak kirişli yayım inler,
Mızrağım bağrını deler.
Bekliyorlar yiğitlerim,
Haydi gelin dövüşelim...
Kâfir demiş: — Çocuk deli,
Türkmen delisidir belli!
Arsızıymış bu Oğuz’un,
Hiç korkusu yok çocuğun...
Tekür demiş: — Hele durun!
Yakınına varıp sorun.
Neyi olur Begil Bey’in?
Öğrenin bana söyleyin.
Bir asker gidip söylemiş,
İşitelim neler demiş:
— Al aygırı altındadır,
Yiğitleri yanındadır,
Sadağı da omuzunda.
Miğferi senin başında...
Giyimin Begil Bey’indir;
Söyle kendi nerededir?
Onun ile cenk edeydik,
Katı yayı çekişeydik,
Delici oklar ataydık,
Yaman bir savaş yapaydık...
Sen Begil Bey’in nesisin,
Bana söyle kimlerdensin?
Emren ona cevap vermiş,
Öfkelenmiş söyle demiş:
— Kara dinli kâfir beni,
Tanımadın mı Emren’i?
Hanımızdır Bayındır Han,
Birliktedir Salur Kazan.
Kardeşi var Kara Göne,
Dönebilmez Evren ile.
Düzenoğlu Yiğit Rüstem,
Tükenir mi ben söylesem...
Boz atlı Bamsı Beyrek de,
Eğleniyorlar birlikte.
Oradaydı Babam Begil,
Şunu diyeyim sen de bil:
Gürcistan’dan casus geldi,
Ne var, ne yok hep söyledi...
Beğil bey bunları verdi,
Savaşa beni gönderdi.
Yiğitlerin soyundanım,
Ben Begil’in kanındanım.
Haydi, kâfir sen gel beri
Kavgadan kaçılmaz geri!..
Tekür demiş ki: — Sen dayan,
Al kanın akacak oğlan!..
Gürzünü eline almış,
Atına binip saldırmış.
Emren kalkanını tutmuş,
Kâfir çok dehşetli vurmuş!
Kılıçlarla çarpışmışlar,
Mızraklarla kırışmışlar...
Tekür güçlü kuvvetliymiş,
Etkili ve heybetliymiş.
Emren’in başı bunalmış,
İyice çaresiz kalmış.
Yaradan’ına sığınmış,
Elini açıp yalvarmış:
— Yücelerden yüce Allah,
Bir seni bilirim İlâh.
Sen, Âdem’e taç takmıştın,
Şeytana lânet kılmıştın.
İbrahim’i yakalattın,
Ateş içine attırdın.
Ateşi de bostan kıldın,
Sağ salim geri kurtardın.
Ben birliğine sığındım,
Medet et Kerim Allah’ım...
Tekür demiş ki: — Hey oğlan,
Yenildiğinde Allah’tan
Neden medet umuyorsun?
Boşuna yalvarıyorsun!
Bir tek Tanrın varsa senin,
Yetmiş iki tane benim,
Yardım eden putum vardır.
Seninkinden çok fazladır!
Emren demiş ki: — Bak melun!
Putların dahi Gafûr’un,
Yarattığı mahlûklardır.
Sana hayrı olmayandır.
Tüm âlemleri var eden,
Ben de sadece Rahim’den,
Dilerim medet ve yardım
Elbet Rahmân’a sığındım...
İşte o vakit sultanım,
Meğerse Âzim Allah’ım,
Cebrail’ine duyurmuş;
O’na şöylece buyurmuş:
— Ya Cebrail haydi git,
Şu kuluma yardım et.
Kırk er kuvveti ile
O yiğidi destekle...
Emren Tekür’e saldırmış.
Tutarak göğe kaldırmış,
Fırlatarak yere çalmış!
Burnundan kanı fışkırmış...
Tekür demiş ki: — Elaman!
Söyle ey kahraman oğlan,
Dinin nedir, resulün kim?
İcabet ettim ve girdim...
Getirince o şahâdet,
Bağışlanarak nihayet,
Savaşmaya da son vermiş.
Müjdecileri göndermiş.
Bey, oğlunu karşılamış.
Kucaklayarak kutlamış.
Yaylak, tavla ve at vermiş;
Bir de şölen tertiplemiş.
Bayındır Han’a hisseler,
Yiğitlere hediyeler,
Pay çıkarıp ayırmışlar.
Emren’e gelin almışlar.
Bayındır Han’ın yanına,
Huzuruna, divanına,
Selâm vererek çıkmışlar.
Sevgisini kazanmışlar.
Kazan oğlu Han Uruz’un,
Sağında oturmuş onun.
Sırmalı elbiselerden,
Giymiş çuha, cüppelerden...
Dedem Korkut da gelerek,
Emren’e destan diyerek,
Bu Oğuz nameyi koşmuş;
Erenlerin hepsi coşmuş.
Dedem Korkut duâ etmiş,
Alp erenler “amin” demiş:
— Bir dua edeyim Han’ım,
Kabul buyursun Allah’ım.
Yerli kara dağlarınız,
Gölgeli ağaçlarınız,
Yıkılmasın, kesilmesin.
Allah size ömür versin.
Günahınız derlensin de,
Adı güzel Muhammed’e
Bağışlanıp, af edilsin.
Cennet ile müjdelensin...
Ahmet KARAASLAN
07/10/2000 - Kayseri