"Sanat, hayatın kendisinden daha ilginç olduğu yalanını söylemenin en güzel yoludur." – Oscar Wilde"

Fi̇n Eri̇c, "eri̇k Dali" Di̇nli̇yor!

Finlandiya'da yaşayan lise öğrencisi Eric ve kız kardeşi Jesse'nin günlük yaşamını anlatan bu kısa öykü iki ülkede olup bitenleri karşılaştırarak ortaya sermektedir.

yazı resim

Eric Finlandiya’da lise öğrencisi bir gençti. Kendisinden iki yaş küçük kız kardeşi Jesse ile ülkesinde mutluydu. Her sabah anne ve babası erkenden işe gittiklerinden, kardeşiyle birlikte dört dörtlük bir kahvaltının ardından okullarına toplu taşıma araçlarıyla giderlerdi. Öğretmenleri, donanımlı ve bütün öğrencileri gülümseyen yüzüyle karşılardı. İki kardeş, teorik derslerini kısa da olsa okulda, diğer saatlerini ise dışarıdaki etkinliklerde el becerilerin olduğu iş yerlerinde geçirirlerdi. İlkokul yıllarından itibaren gerek marangoz, gerekse başka mesleklerde olsun yapmadıkları iş kalmazdı. Okul dışında İngilizce dil kursuna, oradan çıktıktan sonra Jesse baleye, Eric ise gitar kursuna gidiyordu. Eric, akşamüzeri birkaç arkadaşıyla buluşup okul arkadaşlarına küçük bir konser verirken, kardeşi de şehirlerindeki bir konser salonunda hünerlerini gösterirdi. İkisinin de ortak hedefi, ileride iyi birer kayakçı olmak ve Finlandiya’yı olimpiyatlarda temsil etmekti.
Aile, akşam yemeğinde yemek masasında buluşmuşlardı. Bir taraftan yemeklerini yerlerken diğer taraftan gün içerisinde neler yaptıkları ile ilgili sohbet ediyorlardı. Yemek bitimi, sofrayı hep birlikte kaldırıp onlarca kitapların olduğu oturma odasına geçtiler. Anne kitapçıdan yeni aldığı Japon Yazar Haruki Murakami’nin ‘Şehir ve Belirsiz Duvarları’ adlı kitabın “O şehri bana sen öğrettin. O yazın akşamüzeri, çimlerin mis gibi kokusunu içimize çekerek nehrin yukarısına doğru yürüyorduk. Bataklık oluşumunu önlemek için yapılmış minik bentlerden birkaçını aştık, arada bir durup gölette yüzen küçük gümüş rengi balıkları izledik…” diyen ilk satırları okumaya başladığında, hepsi onu pür dikkat dinlediler. Birkaç günün sonunda, “… Etraf karanlığa büründü. Her şeyden daha derin, çok yumuşak bir karanlıktı.” satırlarıyla biten kitap üzerinde herkes düşüncelerini belirtti. Jasse kitaptan aldığı önemli notları paylaşmasının ardından televizyon izlediler. Ülkeleriyle ilgili haberlerin ağırlığı sanat, spor ve eğitim üzerineydi. Babası bir başka kanala geçtiğinde siyasetçiler de yoktu. Televizyonların genelde işledikleri programların konuları; yazar, şair, ressam, heykeltıraşların konuk olduğu, edebiyat müzik, resim ve heykelden oluşan sanat ve profesörlerin katıldığı bilim ve teknoloji üzerine yaptıkları görüşlerdi. Hep birlikte dinleyerek, reklam aralarında yorum yaptılar. Ülkelerindeki haberlerinde, kadına şiddet, cinayet, enflasyon, antidemokratik kumpas vs. olaylar olmadığından izledikleri dünya sorunlarıydı. İsrail’in yayılmacı politikası sonucu Gazze’deki insanların öldürülmelerine, sakatlanmalarına, göç etmek zorunda kalmalarına ve aç bırakılarak şehrin sürekli bombalanmasına üzüldüler. Özellikle Gazze’de açlıktan ölenler için “Neler yapılabilir?” sorusu üzerine tartıştılar. Babası, ertesi gün bunun üzerine sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte çalışmalar yapacağını söyleyip yatak odasına geçerken, Eric ise kız kardeşiyle birlikte satranç oynadıktan sonra odalarına gittiler.
Eric derslerini gözden geçirdikten sonra dizüstü bilgisayarından müzik kanallarını gezerken bir videoya takılı kaldı. “Erik Dalı” yazısını görünce ismiyle ilgili olduğunu düşünüp üzerini tıkladı. Hareketli müzik ilgisini çekmişti. İçi bir anda kıpır kıpır oldu. Vidoda oynayanları taklit ederek oynadı. Becermişti de. Onun gürültüsüne gelen ailesi kapı önündeydi. Babası kapıyı tıklatıp baktığında Eric onlara karşı oynamasına devam edince ailesi hep birlikte gülümseyip tekrar odalarına oyun havasına ritim tutarak gittiler. Eric bu müziğin hangi ülkeye ait olduğuna baktı, Türkiye idi. Bu ülkeyi merak etti. Google’dan araştırmaya başladı. Çeviri yolu ile farklı sitelere girip okumaya başladığında duvar saati de yirmi ikiyi gösteriyordu. Birkaç siteyi inceledikten sonra “Türkiye’deki İlginç Olaylar” başlıklı linki tıklayıp okumaya başladı.
On altında yaşındaki bir gencin Google üzerinden İŞİD sempatizanı olması ve babasının pompalı tüfeğini alarak İzmir Balçova’da bir karakolu basarak orada iki polisi öldürmesini okuyunca yüzünü buruşturdu. Bir başka haberde, ilkokula giden bir kız çocuğuna ayakkabı yardımı edilirken “Ayakkabı yerine kahvaltılık alır mısınız?” sorusuna içi parçalandı. Biraz daha aşağılara indiğinde, yazarların, gazetecilerin, siyasi liderlerin, iktidarı protesto eden halk ve öğrencilerin, hatta onları savunan avukatların bile tutuklanarak hapislerde yatmaları, ayrıca hapishane mevcudunun üç yüz bin ve tutuklu sayısının dört yüz binleri geçtiği haberlerine dudak büktü. “Bir ülkede bu kadar tutuklu olur mu? İyi de yatakları olmayanları nerelerde yatırıyorlar? Vay be! Ne ülkeler varmış da haberim yokmuş!” diye şaşkınlığını gizleyemedi.
Türkiye’yi inceledikçe biraz önce izlediği oyun havalı müziğin tınıları beyninden uçup gitmişti. Oynadığı damarları gerilmiş, katılaşmıştı. Bir siteyi açıp ilginç olayları okumaya devam ettiğinde şaşkınlıktan gözleri irileşmişti. “Bisikletini ağaca kilitleyen bir genç, anahtarını kaybedince ağacı kesti.” , “Çorum’da Hayvanları Koruma Derneği’nin açılışında koyun kesildi.” , “İzmir Urla’da hırsızlık için girdiği evde eşyaları yetersiz bulunca ev sahibini uyandırıp para istedi.” haberlerine kafasını iki tarafa sallayıp gülümsedi. “Kayseri’de karanlıkta göremediği için yakıt deposuna çakmak yakarak bakan otobüs muavini mazotun ateş alması sonucu ağır yaralanarak hastaneye kaldırıldı.” , “Giresun’da bir vatandaş, diş ağrısından kurtulmak için çenesine kurşun sıkınca beyni dağıldı.” “Bir genç kız otobüste şort giydi diye sakallı ve cübbeli bir vatandaş tarafından tartaklandı.” haberlerine “Yuh! ki ne yuh!” dedi. Bir videonun üzerine tıkladığında sayfası You Tube’a yönelmişti. İzlediği videoda, kadınlar, bir pazar yerinde yerdeki atık sebzeleri topluyorlardı.
Eric okudukça şaşkınlığını gizleyemiyordu. “Amma da gündemi aksiyon bir ülke! Oradaki insanlar bu şartlarda nasıl yaşıyorlar?” diyerek ülkenin enflasyonunu ve ücret alanların durumunu ülkesiyle karşılaştırmak için önce, ülkesinin Temmuz 2025 tarihli enflasyon rakamlarına baktı, % 0,2 idi. Türkiye’nin ise % 32,95 rakamına şaşırdı. Emeklilerin durumunu merak etti. Türkiye’de bir emekli ortalama 550 Euro alırken ülkesindeki emekli ortalama 1700 Euro emekli maaşı alıyordu. Bir emeklinin, “Bu para ile evimin kirasını mı vereyim, faturalarla mı baş edeyim! Kalan para mı var ki, marketlerden bir şeyler alayım. Eğer kızım, oğlum yardım etmese açım!” yazısına üzüldü.
Eric Türkiye’yi merak etmeye devam ediyordu. Ülkenin dünya istatistiklerdeki durumuna baktı. Ülkesinin eğitimde dünyada önde olduğunu biliyordu. Türkiye’nin ise doksan dokuzuncu sırada olduğuna ülkelerinde yaşayan öğrenciler ve öğretmenleri adına üzüldü. Basın özgürlüğü sıralamasında da diğer İskandinav ülkeleriyle başlarda olduğunu, Türkiye’nin ise yüz elli sekizinci sırada olmasını; hapislere atılan gazetecilerinden ve basında iktidara yakın olan medyanın gerçek dışı haber yazmaları ile muhalif basına olan sansürlerden olduğunu anlamıştı. “Bir ülkede hukuk yoksa her alanda gerileme olur,” diyerek Türkiye’nin hukuka güven endeksini incelemek istedi. Adalete güvenin yüzde yirmi yedilerde olmasına yüzünü ekşitti. “Benim ülkemde dürüstlük, açıklık, gerçek haber ve karşılıklı güven ön plandadır,” dediğinde kendini iyi hissetmedi. Soyunup yatağa girdiğinde “Erik Dalı” şarkısı kulaklarında çınlamaya devam ediyordu. Tavana bakıp “Bu ülke ve bunun gibi ülkelerde yaşayanlara yazık! Otokrasi ile yöneten hiçbir iktidar, altın tepside demokrasiyi sunmaz. Bunu kazanacak ve devam ettirecek olan yine o ülkenin yürekli insanlarıdır.” diyerek uykusuna daldı.

Ertuğrul ERDOĞAN

Yorumlar

Başa Dön