İki bira alayım diye dışarı çıkmaya karar verdim. Aslında, hemen yanımda süpermarket var. Biliyorum daha pahalı, biliyorum daha uzak ama keşfettiğim bir iki Tekel bayii var Hem doktorun önerdiği gibi bana yürüyüş oluyor hem de oradaki çocuklarla da selamımız sabahımız oluyor. Bugün de öyle yapmaya karar verdim. En uzaktakine Cem Tekele gideyim dedim. Beyefendi ve güler yüzlü bir delikanlıdır sahibi Adı da Cem Sever, sayar, abi valla sana maşallah der, arada bana jest de yapar kerata.
Ceketimi giydim, şapkamı, atkımı ve maskemi de takıp koyuldum yola Cem Tekele doğru giderken hep mutsuz yüzler gördüğümü fark ettim. Yüzler, ne kadar maskeyle kapalı da olsa; gözler, bakışlar, yürüyüş biçimi, poşetteki 1 kilo soğan her şeyi ifade ediyordu. Yoksuldu insanlar. Yoksullaşmışlardı. Yürüdükçe daha çarpık manzaralar gözüme çarpıyordu.
Yolda ve caddede bir kalabalık, bir koşuşturmaca var. Doğruya doğru. Eskiden bu kadar büyük binalar, daha temiz yollar ve rengarenk afişler yoktu. İnsanlar alışmış tabi ama her yerde aşırı bir şekilde reklam afişleri var. Özellikle internetten yayın yapan bir kanal firma var. Hep onun reklamları. Bu reklamlarda kadınlar süslü püslü ve hep gülüyor. Erkekler ise sakallı, kaslı ve karizmatik.
Ben önümdeki kadınlara bakıyorum bitkin, bıkmış ve yorgun Erkekler ise gergin, sinirli, asabi Hepsi sanki canlı bir bomba. Kimseye tahammülleri yok. Bir iki delikanlıdan gözlerimi bile kaçırmak durumunda kaldım. Biraz daha baksam laf atmaları kaçınılmazdı.
Neyse ki Cem Tekele geldim. Cem oğlumla biraz konuşup ne olmuş bu insanlara böyle diye dertleştikten sonra kaptım siyah poşeti, başladım geri dönmeye Eve dönerken de sanki büyük bir suç işlemişim gibi, sanki insanların gelecekleriyle ben oynamışım gibi, sanki benim yüzümden bu durumdalarmış gibi ters ters bakışlara maruz kaldım. Alışığım İnsanları değiştiremiyorsun. Ne ben değiştim, ne de onlar Canları sağ olsun.
Eve gelmeye yakın genç bir kızcağız, elinde bebeği ile para dilendi. Verdim üç beş kuruş. Hemen yanımdaki genç amcacım senden benden zengin bunlar diye laf atarak yürümesine devam etti. Para ile imanın kimde olduğu bilinmez derler. Doğru! Fakat kızcağız o kadar zayıf, o kadar üşümüş ki üç kuruş için bu kadar rol yapmasına değmez diye düşündüm. Kızcağıza helal edip, eve doğru devam ettim.
Bir iki dakika sonra da eve geldim. Üstümü çıkardım, buzluğa biraları koydum ama dayanamadan ilkini açtım, her zamanki gibi halkın kanalına da bir bakayım dedim. Benim dediklerimi söylüyordu ana muhalefet partisindeki genel başkan. O yanlıştı, bu yanlıştı Fakat eee? Nasıl çözebilirdin? Nasıl oyları kendine çevirebilirdin? Nasıl iktidar olabilirdin? Onlarla alakalı bir şey yoktu. Yanlışlar vardı o da karşısındaydı. Bu da bir ilerleme sanırım diye düşündüm.
Şimdi fark ettim. 28 Ocak bugün Eşimi kaybedişimin 6. Yılı olmuş. Gençken bana göre realist ona göre dik kafalıydım. Zamanında kendisiyle de direnişte tanışmış, sonrasında da evlenmiştik. Zaman geçince o toplumdan ziyade ailemize yöneldi, ben ise hala aktif olarak direnmelere devam ettim. Daha sonra boş here hapis yatınca ve arkamda hiçbir dostum da olmayınca eşimin de ricasıyla her şeyi bıraktım.
O zamandan bu zamana bakıyorum da Her şey de beni bırakmış. Şimdi bana ne huzur veren bir kadın, ne de çağdaş ve demokratik olabileceğine inandığım bir toplumum var. Sadece yaşlılığım, biram ve televizyonum kalmış