Kastımca
Kimsesiz bir yolun ortasındayım, nefesimin bıraktığı her şey buharında yitiyor ve sadece hırıldamadan hallice sesi, beni: Hayattasın, korkma, henüz bitmiş değil, cesur olmayı sürdürmelisin, devam etmelisin! diyerek koltuk altlarımdan tutuyor, ayakta durmama yardım ediyordu.
Sabahın çiyi, saçlarıma dökmüş derdini, pek gevezeymiş ki içime üşüme girmiş, sırtıma kambur verip montumun ön iki yanını üst üste getirip sarınıyorum; oysa gecenin giderken bıraktığı ısırgan soğuk değildi beni üşüten, ruhum üşüyordu Tanıdık bir üşüme bu, yaz ortasında bile yakalandığım
Annesizlik üşümesi, yoksunluk hönkürmesi, kınına henüz girmiş kılıcın keskin öfkesi ve diş bilemesi Ağaçlar dost, toprak dost, dün hain, yarın hasret, ışık ümit, ıslık hayret Gayret, gayret, gayret
Gün aydı iyice ormanın ayak ucunda, onun da başı kalabalık demek ki, kim bilir ne vakit soyar kendini.
Çürük, ezik yaprak yitikleri yeri yumuşatmış, ürkmüyorum basarken; biliyorum, olan olmuş, nicedir vurulup düşmüş dalların neferleri. Buraya ait olmadığım düşüncesiyle yaşayıp bu kadar buralı olmayı nasıl başardım hiç bilmiyorum. Zaman, kendini işlerken mekâna, denk geleni de alıyor altına, muhteşem kanaviçesinde göz göz çarpılıyoruz; sonra da bir güzelin bahtında olamayışlığımıza yanıyoruz, türkü yakıyoruz, öykü yazıyoruz; kimi idrakiyle alkışlıyor kimi yuhalıyor. Ne yaptık isek ve de ne yapamadık isek, hepsini bırakarak gitmek başka diyâra; erken gitsen bir türlüü, gitmesen
Ormanın çıkışını işaretleyen patika, günlerdir yürünmemiş olmalı, neredeyse örtmüş karnını; damarını bilmesem Yerin, görmeyip sapabilirdim. Patikalara her zaman güvenmişimdir çoğunun aksine; çünkü bilinmeze götürür, riskli olsa bile Yüreksizlerin ayak izi yoktur; kopartır bağını, çoğulun gürültülü kayboluşundan ve kendi sessizliğinde kayboluşundaki boyunun ölçüsünü verir eline. Patikada yürüyen ayakların yüzleri ile asfaltlardan geçenlerin yüzleri aynı değildir; gözlerine bakılınca hemen anlaşılır: Biri yorgun; ama yılgın değil, diğeri ayakta duruyor ama bitmiş, farkında değil Kılıcımı yokladım elimle, bu çağın yalnızlarının silahı buydu: Ana ocağında dövülmüştü töresel kırbaçlarla, deniz suyunun tuzu çalınmıştı diline, coz lamış, ayrılıkçı otlar sürülmüş sırtına soğusun diye, nihayetinde göz nuru serpilmiş ışıltısına; ancak kabzasında kimsenin fark edemediği bir ustalıkla iki damla gözyaşı sıkıştırılmış ki hiç kurumasın, hep diri ve dik kalsın. Suyu içerden toprağı dağdan şarkılar şelâle
Hazırım, çıkabilirim kuytularımdan. Bırakırken bile bir nebze yabaniydim herkese ve her şeye, şimdi belki daha vahşi olmam olası, belki de bir kuş, şakıyan; ama bir türlü göze tutulmayan. Belki bir esinti kuzeye çıktıkça sert ve güneye doğru yumuşayan hatta söyleyeni bilinmeyen bir destanın, önceliği ve öncelliği, görenin, bilenin bağrında yahut böğründe unutulmazlık bırakırken jilet inceliğinde, titreşip her iki tarafa da sallayan bilenmiş duyularını
Dışarısı Tufandan kalan, kıyık, kertik, yıkık, parçaların dışında azametli yapılışın içindeki büyük boşluğun tınlaması. Elbet, vazgeçişi olmayan parlamasıyla Güneş, onun yokluğunu aratmak istemeyen mütevazı haliyle Ay, durmadan ışımak isteyen becerikli beceriksiz binlerce yıldız. Bu yeni bir şey değil madem, yok saymadan yaratmalı yeniden atlas üzerine paspartusuz yazılımı:
Tüm BARIŞÇILAR !
Bugüne dek, amansız bir savaşın içinde çokça kan döktünüz, kayıplarınız yeni ülkeler kuracak kalabalıkta ve çoklukta. Belki hâlâ yaralısınız; ancak varlığınıza var edilen destanların kalbinizle yazıldığını en iyi bilenlersiniz. Yine biliyorsunuz ki: Ya severek ya da asla! deyip seçimini ezelden yapanlardansınız. Artık son çarpışmadayız, bağrınızı açınız, bırakın mızraklara hedef olsun, akmayacak artık kanınız! Çıkarın miğferlerinizi, açık alnınızın ışığı yayılsın! Tüm utançlar karanlığındır, aydınlıklar baş tacınız!
Siz, tarihi, tarihe gömecek olan, siz, şimdiyi yazan, siz, nice savaşlardan ve acımasız tuzaklardan sağ çıkanlarsınız! Kaldırın başınızı ve sevginin her rengini taşıyan gözlerinizin ışığı ışıtsın uzamı, dil inizin feri ve feneri yırtsın ölümcül ağları; kudretli yaratım güçlü dimağınız, yine kudretli ellerinizin damarlarından yürüyüp yeniden yapılandırsın çocukların şen yapılarını ki kahkahaları, gökkuşağından daha renklidir.
Siz, atalarınızın umudu, yarınlarınızın kut ve mut büyüten atalarısınız! Cesaretiniz, yürekliliğiniz ve sevginiz, bizi, bu son çarpışmanın eşiğinden gülmeler büyüterek geçirecektir. İNSAN OL İNSANLIKtan olMA köprüsü, hassas terazisini çalıştırmış ve bizleri, ufukları sonsuzluk olan diyâra getirmiştir. Tüm gücünü topla! Önce birbirinize, sonra herkese tüm kalbinizle gülümseyin ve neşelenin. Bu neşe, kalan kara kırıntıları toza, yorgunluklarınızı da OZa dönüştürecektir. Bu, sizin sabrınızın ve metanetinizin armağanıdır.
Siz, şimdi hem OZ hem Osunuz! Kutlu olsun!
Funda Paktan