*****Hiçbir şey göründüğü gibi değil, bunu duyduk, bildik de anladık mı sahiden? Sanmıyorum… “Bir ben var benden içeru” (Yûnus Emre) ise eğer, dışarıya bakıp dışarıdan anlamaya çalışmayı bırakıp içimizi dönmek ve içerden anlamak ama önce kendimizi içerden anlamak gerekiyor. Peki, içerden anlamak ne ola ki?
*****Sessizleşmek ve sessizlikte olmak ağzın az konuşması, kulağın konuşmalardan uzaklaşması; ilgi ve odağın da düşünsel ve duyuşsal olarak dışa değil içe yönelik olmasıdır. Böylece her duyulan ve her konuşulan, kişiyi belirleme ve etkileme alanının dışında kalacaktır. Bunun yanında sakin ve sükûn olan zihin, kendini duymaya dahası kendini dinlemeye başlayacaktır. “Başka türlü düşünmek” denen olgunun ilk adımlarıdır bunlar, ilerleyen süreçte dışarda olup bitenlerin yansıtılış biçimiyle ilgilenmez, anlatılmayan ve gösterilmeyen cepheleri algılamaya ve anlamaya başlarsınız. Tabii, tüm bunların eni konu derin düşünebilmeyi ve duyumsayabilmeyi beraberinde istediği de bir gerçektir. Bedelleri olduğu gerçeği de unutulmamalıdır ne siz o aynı siz olacaksınızdır artık ne de çevrenizdekiler o aynı kişiler olacaktır. Denge ayarı değiştiğinden bir yandan yeni kendinize uyum sağlamaya çalışırken bir yandan yitip giden gittikçe uzaklaşan yakın çevrenizin çok da olumlu olmayan tavır ve yaptırımlarını göğüslemeye çalışırsınız, kayıplara çok kaptırmadan kendinizi.
*****Gözünüz aydın! Artık sürüde değilsiniz, yalnızlığın sarp soğuklarında yalnız olmadığınızı anlayana dek keskin kaya ağızlarında yarılan ellerinizin acısında, yaşadığınıza delil bulma çabasıyla “hoh” layıp durursunuz, sis kırığı gün ve gece ortalarında. Hoş, ne gün, gün gibidir artık ne gece, gece gibi; akıp duran bir zamanın taşlarına çarpmadan başını, dirençsiz direnç olarak bir “kabul direği” gibi çakılırsınız akışın ortasına. Üstelik her iki yakadan da görünür olduğunuz için bir taş fırlatılması pek muhtemel alnının çatına.
*****Diğerlerinin üzüldüklerine üzülmüyor ( yahut diğerlerinin üzüldükleri kadar üzülmüyor), diğerlerinin güldüklerine gülmüyor olduğunuzun farkındalığı, o diğerleri dediklerinize ulaşamama korkusunu beraberinde getirse de çok sürmeden korku duygusunun eski bir alışkanlık gereği kendini anımsattığını anlayıp diğerlerinin size ulaşabilmesine zemin hazırlamakla yetinmeyi yeğliyorsunuz; zira biliyorsunuz ki özgür iradesiyle gelenlerin taşıdığı cesaretle ve yargısız yaklaşımla tüm farklılıklarımıza karşın “BİR” olabiliriz. Bu noktadan bakınca ilerlemenin ulviyetinin (tam da burda bu sözcüğü kullanmak bana ayrı bir haz verdi, nedense) bir gökdelen çıkışı veya mülk sıralanışından başka bir şey olduğu apaçık ortadadır. Bu tür katılımı kimse, kimse için yapamaz, kişi sadece kendisi için yapabilir.
*****Yıllarca “birey” olmaktan söz edildi oysa asl’olan “özne” olabilmekti; özne, yapacağı eylemi belirleme ve bu eylemi üstlenme ve hatta bedelini ödeme iradesine sahiptir, meyvesine de taliptir elbette. “Özne” lerden oluşan toplum, değnekle, itimle, sınır veya ödül-ceza ile yönetilemez; sevgi, vicdan, tümlük ve yükselişe uygun yönlendirilmesinden söz edilebilir.
*****Hani o “kabul direği” olmak var ya akışın ortasında, hah işte o dirençli dirençsizlik, dirençsiz direnç de demek olası. Bu duruma direkseniz başka bir ad, akış iseniz başka bir ad, her iki yakadan birindeyseniz başka bir ad, sadece gözleyen veya gözlemleyen iseniz daha başka bir ad verebilirsiniz. Hangi yakıştırma yapılırsa yapılsın, suyun akışkan gücünün mütevazı sarılışını boyunca dik duran direğe ve suyun azametinin kabulünü direğin resmini de yapamazdı Abidin.
*****Bu resim, “BİR” olanın, birlik olanın resmidir. Su da bizim, direk de; su da biziz, direk de! Çakıl taşlarına şarkılar söyletiriz yeri gelir, yeri gelir bir rüzgârı estiğine eseceğine pişman eder, biçeriz. ***** Funda Paktan