İslam, Allah tarafından insanlığa rehber olarak gönderilen son dindir ve temeli Kur’an-ı Kerim’e dayanır. Bu noktada, dinin temel esaslarının kaynağı olan Kur’an'la ele alınması gerekmektedir. Ancak tarih boyunca, İslam’ın ruhuna aykırı şekilde eklemeler yapılmış, dinin temel öğretileri yerine geleneksel uygulamalar ön plana çıkmıştır. Bu makalede, özellikle Muharrem orucu gibi geleneksel ibadetlerin İslam’daki yeri ve önemi ele alınacak, aynı zamanda Kur’an’ın farz kıldığı İslam birliğinin önemi vurgulanacaktır.
Kur’an-ı Kerim, İslam’ın tek kaynağıdır ve ibadetlerin şekli ya da kabul edilmesi ancak Kur’an’da açık bir şekilde belirtilmesiyle anlam kazanır. Ancak Muharrem orucu, Kur’an’da yer almayan bir bidattır. Bu oruç Yahudilikten İslam toplumuna geçmiş bir uygulamadır. Yahudilikte, Nebimiz Musa’nın Firavun’u mağlup ettiği gün olan Aşure gününde oruç tutulduğu bilinmektedir. Bu geleneksel uygulama, daha sonra İslam toplumlarına Muharrem orucu adı altında taşınmıştır.
Kur’an’da oruç ibadeti açıkça belirtilmiştir:
> “Ey iman edenler! Siyam sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi sizin üzerinize de yazıldı. Umulur ki sakınırsınız.” (Bakara, 2:183)
Bu ayette belirtilen oruç, Ramadan ayına mahsus farz bir ibadettir. Bunun dışında herhangi bir özel gün veya ay için bir oruçtan bahsedilmez.
Hadisler, Nebimiz Muhammed’in vefatından sonra uydurulmuş , dört halife döneminde de hadisler yasaklanmış ve özellikle Muaviye döneminde siyasi çıkarlar uğruna yazıya geçirilmiştir. Ayrıca Nebimiz Muhammed’in, sahabe döneminde hadis yazımını yasakladığı ve “Benden Kur’an dışında bir şey yazmayın” dediği de yine hadisler arasında yer almaktadır. (Müslim, Zühd, 72)
Muharrem orucuna dair hadislerin de bu bağlamda uydurulmuş olduğu açıktır. Allah'ın sadece Ramadan orucunu farz kıldığı ve bunun dışındaki oruçların kişisel ibadetler olarak değerlendirilebileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
Kur’an, Müslümanların birlik içinde olmasını farz kılar. Bu, hem dini hem de siyasi anlamda Müslümanların kurtuluşu için temel bir gerekliliktir. İslam birliği, sadece Müslüman ülkelerin değil, tüm insanlığın barışı ve huzuru için de hayati öneme sahiptir.
Allah, Kur’an’da Müslümanlara birliği emretmiştir:
> “Ve topluca Tanrı'nın ipine yapışın ayrılmayın.” (Âl-i İmran, 3:103)
Bu ayette, Müslümanların Allah’ın ipine (Kur’an’a) sarılarak birlik olmaları gerektiği emredilmektedir. Ancak bugün İslam dünyasında bu birlikten ziyade ayrılıkların, mezhepsel çatışmaların ve bireysel menfaatlerin ön planda olduğu görülmektedir.
İslam birliği, sadece dini bir görev değil, aynı zamanda siyasi ve ekonomik bir zorunluluktur. Batı dünyası, siyasi ve ekonomik gücünü bir arada hareket ederek kazanmıştır. Aynı şekilde Müslüman ülkeler de bir araya geldiğinde, küresel bir güç haline gelebilirler. Bu, sadece Müslümanların değil, mazlum milletlerin de kurtuluşunu sağlayabilir.
Kur’an bu konuda açık bir şekilde uyarıda bulunur:
> “Fitne kalmayıncaya ve din Tanrı'nın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer sonlandırırlarsa artık zalimlerden başkasına düşmanlık olmaz. ” (Bakara, 2:193)
Bu ayet, Müslümanların zulmü ortadan kaldırmak ve hakkı hâkim kılmak için birlik olmalarını gerektiğini ifade eder.
Gelenekçilik, farzların terk edilip sünnetlerin ihya edilmesidir. Farz olan İslam birliğini bir kenara bırakıp, Kur’an’da yeri olmayan uygulamalara öncelik vermek bu duruma örnek teşkil eder.
Muharrem orucuna yoğunlaşarak bunu tebliğ eden kişilerin, Allah’ın farz kıldığı İslam birliğini gündeme getirmemesi büyük bir çelişkidir. Allah’ın huzurunda hesap verilecek olanlar, farzların yerine getirilip getirilmediğidir.
> “Açık delillerle ve kitaplarla... Ve sana insanlara kendilerine indirileni açıklaman için Zikr'i indirdik. Belki onlar düşünürler.” (Nahl, 16:44)
Bu ayet, Kur’an’ın Müslümanlar için yol gösterici olduğunu ve başka kaynakların dine eklenmemesi gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Muharrem orucu gibi geleneksel uygulamalar, İslam’ın temel kaynaklarından değil kültürel etkilerden doğmuştur. Kur’an, ibadetlerin şekli ve esasları konusunda yeterli rehberdir ve eklemeler yapılmasına ihtiyaç yoktur.
Müslümanlar olarak, Allah’ın farz kıldığı İslam birliğini sağlamak, Kur’an’a sıkı sıkıya sarılmak ve gelenekçilikten uzak durmak en önemli sorumluluklarımızdandır. Bu doğrultuda, ibadetlerimizi Kur’an’a uygun şekilde düzenleyerek, İslam’ı bir yaşam biçimi haline getirmeliyiz. Unutulmamalıdır ki, Allah katında geçerli olan tek din İslam’dır.
> “Şüphesiz Tanrı katında din teslim olmadır.” (Âl-i İmran, 3:19)
