sende bir yağmur damlasındaki yeşilin tadını gördüm; okşayıcı, sakin ve huzurlu bir edası vardı: bir çobanın en değerli kavalının en güzel ezgisi yankılanıyordu. ve bir dilberin en alımlı bakışındaki büyü saklıydı...
sen bir yağmur tanesinin arık tadında merhaba dedin bana.. ben, merhabanı bir gül yaprağının ipeksi dokunuşuyla karşılamak istedim; sonrası sende gizli.
hani kavurucu bir güneşin ardından toprağı döven yağmur damlalarının, toprağın debelenmesine neden olup, havaya saldığı ana kokusunu (toprak dişidir), öze dönüşün şuursuz özlemiyle ciğerlerimize çekeriz ya, işte böylesi bir nemin tavında ulaştı bana; merhaba'n...
sonra yeşil sarmalandı her yanıma, yeşil vardı damlanın özünde; yeşil, hiçbir çiçekte öyle güzel durmamıştı.
ve sonra karalarımızın yazgısının işlendiği kara gözlerindeki buğu okşadı her yanımı. derinliklerinde uçurumlar saklıydı: intiharımın zemini.
bakışlarında nar kırmızısı ateş vardı, duyumsanan.
ve saçların mavi değdi yüzüme; mavi bir dalganın kumsalı okşayarak tüm lekeleri silmesi gibi.. mavi savruldu saçların, güneşi dantel dantel renkleriyle süzmek ister gibi...
sonra sarı uzandı ellerin ellerime; sarı dokundu papatyadan esinli.. sarmaladı avuçların ellerimi; narenciye bahçelerinde...
kırmızı... ah kırmızı... bu rengini anlatırsa yüreğim anlatır, o da kutsallığında zikrediyor onunla.. evliyaları bile kıskandıran heybetinde.. ah kan kırmızısı, ah alev dudaklarının yakan tadı... ahh..!
şimdi yediverenler, gökkubbeleri, anarşist yazılar, peygamber söylevleri, düş tarlaları, kırlangıç kanatları, kızılderili tılsımları, okyanus gizemleri seni anlatır. seni bir yaprağın gölgesine, bir toz zerreciğine ve bir dağın en bakir toprağına dokunan kar tanesine.. seni kelimelerin sınırsızlığındaki lacivert gecelerin usanmaz yıldızlarına anlatır. seni anlatmak salt yürek işidir ya, onlar anlattıklarını zanneder..
hadi kal bendeki yanınla...