Abdurrahmanla hiç bir zaman tanıştırılmadık. Çünkü yetmişli yıllarda küçük kasabamızda böyle aristokrasi kokan davranışlar henüz bilinmiyordu. Evleri okulun hemen önündeydi. Aynı okulun bahçesinde oynadığımız için, aynı kapılardan geçtiğimiz için, oyun oynadığımız çocuklar başka çocuklarla da arkadaşlık ettiği için zaman içinde kendiliğinden tanışıverdik. O benden birkaç yaş büyüktü. Kasabadaki diğer çocuklar büyük olmaya, kendinden küçüklere diklenmeye, emirler yağdırmaya çok hevesliydiler ama Abdurrahman böyle şeylere aldırmazdı. Kavgayı, itişmeyi pek sevmezdi. Belki de bu yüzden yumuşak başlı ve sorun çıkarmaktan hoşlanmayan herkesle takılırdı. Abdurahman adındaki insanların adı genellikle Apo diye kısaltılarak söylenir. Onunki Totoydu. Kendisene lakap olarak takılan Toto kelimesi bizim oralarda şişman, iri anlamında geliyordu. Apdurrahman yani namı diyar Toto hem iri hem de çok iştahlı bir çocuktu.
Toto yoksul bir Yörük ailesinin üçüncü çocuğuydu. Bütün yoksullar gibi çabuk büyümek ve eve para getirmek zorundaydı. Arada sırada başkasının işlerine gündeliğe gitmesine rağmen Toto Taşçı Akifin esas adamıydı. Akif Abinin hanımı Totoyu aileden biri gibi görür, tarla için ekmek sepetini hazırlarken onun sevdiği yemekleri pişirirdi. Onun çok iştahlı olduğunu bildiği için sepeti tıka basa ekmek ve yemekle doldururdu.
Akif Abi traktöre bindirip götürürse itiraz etmezdi ama tarlada çalışmayı pek sevmezdi. Bir de okulla arası iyi değildi. Bu yüzden ilkokulu da bitirememişti. O arabaları seviyordu. Bir de gövdesine göre kocaman olan başını sallaya sallaya koşmayı. Kasabanın tek minibüsüne muavin olabilmek için epey çabaladı. Hiç para istemeden minibüsü yıkayıp içini silip süpürdüğü de oldu. Ramis Abi kaza bela olur, çocuğun başına benim yüzümden bir şey gelir diye çekindiği için razı olmadı. Toto hemen işe alınmasa da minibüsün peşini çabucak bırakmadı.
Toto iyi bir çocuk ama iyi bir oyun arkadaşı değildi. Hızlı koşamazdı, saklambaç oynarken iri yarı olduğu için çabuk sobelenirdi. Karpuz veya erik çalmaya gitsen çok uzaktan bile kim olduğunu herkes tanıyabiliyordu. Bu işler ekip işleridir. Bir kişi enselendi mi, bütün suç ortakları bir bir açığa çıkıverirdi. Sesi de öteki çocuklardan farklıydı. Karanlıkta bile kim olduğunu çabucak ele veriyordu. Kalaycı Kapçı oyunlarında bu yüzden kimse onu grubuna almayı istemezdi. Çünkü çocuklar karanlık ve arka sokaklara kaçıp seslerini hatta giysilerini değiştirerek rakiplerini kandırmaya çalışırlardı. (Bu oyun mutlaka uzun uzun anlatılmayı hak ediyor. Şimdilerde bu oyunu bilen ve oynayan da kalmamıştır.) Aklı dolaşık işlere pek ermezdi. Yalan söylemesi gerektiği durumları bilemediğinden pat diye lafı yumurtlar hepimizi ateşe atıverirdi. Hiç kimseye öfke beslemez, kin tutmazdı.
O yıllarda neredeyse bütün çocuklar yoksuldu. Aramızda varsıllar olmadığından belki bizler deryadaki balık misali yoksul olduğumuzu bilmezdik. Yoksul olmanın en kötü tarafı elbiselerinizin eski ve yamalı olması, sofranızda lezzetli yemeklerin bulunmaması değildir. Yoksulların anne babaları çok sinirli olur. Ve onların çocuklarının payına ekmekten çok dayak düşer. Bunca yaşıma rağmen hala çocukken tanık olduğum çabucak sinirlenen, şiddet dolu insanların nasıl bu hale geldiklerini anlamayı başaramadım. Yoksul kızları biraz yetişkin görünmeye başladıklarında evlerinden kaçarlardı. Baba evinde bulamadıkları huzuru ve rahatı başka evlerde bulacaklarına inanırlardı. Kurtuluş olarak gördükleri koca evi en az kendi evleri kadar yoksuldu. Sarımsağın kokusu kırk gün sonra ortaya çıkınca gerçek anlaşılıyordu. Tütün tarlalarında yaz boyunca uykusuz geçen geceler sadece kan çanağına dönen gözlere yetinmiyordu. Bunca yorgunluk ve yoksulluk bazen intiharlara neden oluyordu. Bütün yoksullar biraz huzur ve ekmek derdi olmadan kışı atlatmayı umut ediyorlardı. Sadece ekmek değil insanların hepsine yetecek kadar umut bile yoktu.
İşte böyle umudun bile kuraklaştığı bir dönemde Totonun ablası kocaya kaçtı. Kasabamız için sıkça olsa da böyle vakalar o aileyi derinden salladı. Yörükler kızlarının kaçmasına göçmenler kadar esnek bakmıyorlardı. Sadece anne babanın değil kardeşlerin de başları öne düştü. Bütün kasaba işi gücü bırakıp sadece onları didikliyormuş gibi kendi içlerine kapandılar. Üstüne üstlük evin en küçüğü Osmanın uncu dükkânı soygununa karışması aileyi iyice çaresiz bıraktı. Hırsızlık, soygun dediğime bakmayın. Tamam, epey para çalmışlardı ama soygunu yapan sonuçta iki küçük çocuktu. Henüz ikisi de on beşinde bile değil. Küçük kasabalar acımasızdır. Adınız çıkmaya görsün. Sokaktan bir tavuk eksilse, kapı önünden bir bakır kazan kaybolsa artık sizden bilirler. Osman çocuk yaşta hapse düşüp dışarı çıkınca bir daha kasabaya geri dönmedi. Toto bütün bu fırtınanın ortasında kaybolup gitti. Oyunlara karışmaz, yanımıza uğramaz oldu.