Yanık Mektup
Uzun ve mantıklı cümlelerle kendimi anlatma çabası, biraz gerilerde kaldı.Yaşadıklarımı değil hissettiklerimi yazıyorum çoğu kez ve işte bundan olsa gerek, zaman benim için bir hisler yumağına dönüşüyor -ipin ucunu bulamıyorum.Yapmam gerekenleri algılayamıyorum bu karmaşada. İnsanoğlunun en anlaşılmaz noktasına sürekli bakmaktan yorgunum. Hele ki bu bir kadının tazeliğinde ve bir çocuğun saflığındayken. Yaşadıklarımı düşünmeyi becerebilsem bile, bana söylenen sözleri, verilen tepkileri, uzatılan elleri, geri çekilen adımları anında fark etsem bile, bunlara karşı vereceğim tepkileri az çok bilsem bile, oturup sakin bir biçimde algılayamıyorum, düşünemiyorum. Hareketlerimi aklımla ilgilendiremiyorum. Gündelik hayata dair tepkilerim fazla yavaş ve hatta diyebilirim ki gerçeklikten uzak...
Bunun ne sakıncası var diyeceksin?
Pek bir sakıncası yok aslında, hayata tutunamamaktan başka...
Anlaşılmaz olma çabasına dönüşecek diye korkuyorum bunların sonucu. Kendimi fazla yorgun hissediyorum. İnanılmaz büyük bir belirsizliğin ortasında gibiyim. Bana ait olmayan tepkiler verdiğimi bile söyleyebilirim. Gözlerimde büyük bir endişe yığını ile bu dünyada kalmak oldukça sıkıcı üstelik ve yalnızca benim için değil, çevremdekiler içinde bu böyle. Bu sıkıcılık(!) mevzuu önemli bana sorarsan. Aynaya bakmak bile istemiyorum. Uzun yıllar kanamış ve bakımsızlıktan ve pislikten iltihaplanmış bir yaraya benziyor yüzüm. Aynadaki benin söyleyeceklerinden korkuyorum ve galiba en çok ta kendime acımaktan.
Aklıma geldi diye soruyorum.
Hayatta insanın zaman zaman da olsa kendine acıması doğru olabilir mi?
Aklıma geldi diye soruyorum.
Başkasına acımayı bilen bir yürek, kendi acısını tanıyamaz mı?
Durumu anlamak başka, anlatmak başka, algılamak başka, hissettiklerim başka olamaz mı? Kıskançlık, hüzün, aşk ya da beklenti ve hayallerim ile aklımla bulduğum doğrular arasındaki uçurumu nasıl aşacağım? Hissettiklerini ifade etmek bir insan için yeterli midir? Birilerini olduğu gibi kabul etme erdemi, insanın doğasında var mıdır yoksa sonradan edinilen bir şey midir?
Ya dünyanın ve insanların kendi yüreğinden geçenlere karşılık vermesinin ötesinde şeyler istiyorsan, anlamalarının da ötesinde bunları gerçeğe çevirmelerini istiyorsan. Yani, ya hayatındaki insanların senin yüreğine mutlak bir şefkat ile dokunmalarını istiyorsan ve insanların bunu istemiyorsa?
Dilediğimiz her şeyin olmayacağını bilmemize, isteklerimizin başkasına haksızlık etmek olduğunu anlamamıza rağmen, yüreğimizdekiler değişmiyorsa… Ya da yüreğimiz bu gerçekliği gördüğü için sancıyorsa, o zaman ne yapacağız?
Yani aklımızı dinleyip beklentilerimizi susmamız mı doğru olan? Yoksa anlatıp içimizdekileri çaresiz kalmamız mı?
Hangisini yapıyoruz genellikle....
Genelde yaptığımız,
anlatıp içimizdekileri çaresiz beklemek üstüne
birkaç imalı bakış, birkaç imalı kelime...
ve sonra gurur timsali bilişlerimizle
cevap yazılmamış mektuplar misali yalnız kalışlarımız...
sonrası cevap yazmadığımız mektuplara hüzünlü bir bakış...