Yanmak... Hiç Bu Kadar... Paramparça...
Gözlerin, / Ateşe yaslanmış yangın yeri... / Aşk alevleri uçuşuyor
Gözlerin, / Ateşe yaslanmış yangın yeri... / Aşk alevleri uçuşuyor
Çiy tanelerini reddediyor yapraklar / Kırık bir şeyler var. /
Gördüklerim, / Aşksızın aşka düşmanlığı / Aşkı hiçe çarpması.
Ellerime dökülen suyun efsanesinde başlıyor varlığın / Ve nefes alışların dün(/)ya yüzündeki sükûnet(?)...
Gözümüzde zeytin paresi / Tenimizde yasemin kokusu / Saçımızda buğday
Bir varmış, bir yokmuş. Kimi yürekler sımsıcak, kimi yürekler sopsoğukmuş. İnsan bir masalın içinde hem var hem yokmuş. Masalların içinde gerçekler gün yüzü gibi aydınlıkmış. Bunu görebilen ancak gönlü sıcak insanlarmış...
Bir varmış, bir yokmuş. Cömertliğe hiç rastlanmayan, yardımseverliğin yok, bencilliğin çok olduğu bir ülke varmış. Bu ülkedeki insanlar yüreklerini evlerinde bırakarak dışarıya çıkarlarmış. Evlerine misafirliğe gelen biri olduğunda da yüreklerini kırk siyah sandığın içine saklar, misafirlerine kapılarını öyle açarlarmış. ..
Sonbahar tadındayım; havada diz boyu sıcaklık. Gülüşün, titretti deri(ni)mi. İnan üşümek istemedim bu mevsim ortası. Yanmak, kan ter içinde kalmaktı en büyük düşüm.
Yüzünün sınırındayım, / Geçsem, / Her çizgisine imza bırakabilirim
Sen, dünyaya baktığım pencere, ruhumu anlatan tek kelimem ve ruhumun rengiydin. O yüzden ya, ben kendime uzaklaştığımda sen de silinir, ve geri geldiğimde pırıl pırıl parlardın. Senle gözlerimin ışığı da parlardı. Çünkü sen benim hayata baktığım renktin.
Gün Dağı’ndan gelen nehir aşkın nehri, Doğanur nehrin ışığı oldu. O nehirden su içenler bir daha asla sahte aşkın susuzluğuna kanmadılar.
Sana aşk tutulmam nedendir / Bir uyku yarısında? / Nedendir
Doğanur, dikkatle baktığında hortum içinde bir şey olduğunu fark etti, fakat ne olduğunu bir türlü kestiremiyordu. Birden bir gök gürültüsü duyuldu. Gökyüzünde şimşekler çakıyor, sanki garip bir yaratık kulağının dibinde inleyerek bağırıyordu. Çakan şimşeklerden biri gelip hortuma vurdu. Yeryüzünde bir patlama oldu. Doğanur atından savrularak yere yuvarlandı. Başını
Adam yemeğini bitiren biri gibi geçmişini dudağına götürüp son kez sildi. Ve masanın üzerine bırakıp yeni bir ilke doğru ilerledi. Kadın, geleceğini serdi önüne. Hayatının en güzel yemeğini tatmak üzere önündeki ordövrü kenara itti. Adam, bir insanın kaderine yaklaşması gibi yaklaştı.
Yüreğine ne kambur ne çıbandım / Aşktım, aşktan öte /
Özümü özüne can eyle Eflâ / Terimi terinde verimli ırmak /
Karanlık, heveskâr bir kahkahayla dolaşmada.. İnsanoğlu hüzün fıçısı... Endişeler yoğruluyor gözlerde. İşkenceli kelimeler, ağız dolusu akıyor. Her yer kan veran.
-Beni yanlış anladın- / Yüreğine ne kambur ne çıbandım /
Sanat deyince aklıma ruh gelir. Dünyaya ruhla, dolu dolu bakabilmek, kimsenin fark etmediği güzel ve çirkin ayrıntıları görebilmek, daha kolay incinebilmek, bu nedenle daha kolay başkaldırabilmek...
Müziğin ruhunu yücelten, eksik taşları tamamlayan, hayattan evrene akış ayininin son mertebesidir DANS...
Yüreğine sevgi fazlasıyla katılmış, üstüne bir de şiir eklenmiş; bir Ruya doğmuş gülücük kokulu...
KKTC'de doğdum. Denize bir kilometre uzakta, dağların güneşin arasından battığı bir tablonun içinde şirin mi şirin bir köyde yaşadım. Köylü kızı oldum küçücük dünyamda, yol gösteren olmadı hiç ama hep farklı bir yürek taşıdığımı hissettim. Doğru hissetmişim.. Çünkü hayatımda kendimi en iyi şekilde ifade edebildiğim sadece iki yol oldu: Dans ve yazın...
KKTC
Serbestliğin içinde gizlenen bir musiki vardır şiirlerimde; hayatın içinde saklı bir ruya... ve bir perde vardır kelimelerimin önünde; görebilene...
Murathan Mungan, Nazlı Eray ... Ve etrafımda görüp etkilendiğim her şey...
...