// Aruz Suz Rubailer
goncayken bu kadar güzel kokmazdı / utanır çekerdi geri kıpkırmızı dudakları
goncayken bu kadar güzel kokmazdı / utanır çekerdi geri kıpkırmızı dudakları
kuruyan ten düşen el ve bir selvi üzerinde ankâ kuşu / gözetleyip durmakta
yitirdiğim kanatları göremedi evrim / oysa duruyordu hâla sırtımda kanat izlerim
şu feleğin çemberinden hele bir geç sen / kalbur olup çıkarsın eğer âdemsen
dünya yuvarlak değil alabildiğine yokuş / tırmandığın yerlerde tırnak izlerin kalmış
faydasız ilimden sana sığındım / faydasız imgeden sana sığındım /
uyma sakın insanların çoğuna bana da / soluyup dururlar ensende bi gün derviş
spot ışıkları gözümü almışta görememişim / sahne tıklım tıklım dolu sanmışım
zaman değil aslında sensin daralan / öyle keyfince eğilip bükülmez zaman
aydınlık renkleri karanlık yıldızları parlatır / aydınlık seni karanlık beni anlatır
varlığına bir sebep bulamamışken / yokluğu kabullendin hiç düşünmeden /
aynı zamâna düşen kar taneleri bedenlerimiz / önce rüzgârda savruluyor usulca tenlerimiz
gün geldi seversen gönle ne hâcet / gönülsüz sevdinse kabre ne hâcet
ben ser hoşum sen de hoş sun / ben ay yaşım sen de
yol yokuş yol nakış adım adım işlediği / insan bir bakış çevrilmiş içine
sabrın da bir sonu var / fırlatılıp atılınca bir kenara çakma tanrılar
ne firavunlar kaldı artık ne de mûsalar / kalan hep yalancı firavunlar yalancı
bu ney ses vermez artık üfleme boşuna / içinden nefesi almış ya usta
kendi ellerimle ördüğüm duvarların altında kaldım / oysa ben yüzyılların duvarcı ustasıydım
bu yüz kara bu diz titrek bu can ürkek / bir tek gönül
kalbinden sızanları mürekkebe bulayan biriyim...
uzaklardan geliyorum yüzüm gözüm toz toprak yırtık pırtık üstüm başım susamışım en çok biraz da acıkmış teselli için değil ulaşmak içindi kapına başım önde geliyorum uzaklardan...
istanbul
bazen kendim