Mektubu Bitirmek
Öldüğümüz an imzamızı da atmış oluruz yaşam mektubumuzun altına. Sizce kime yazılmıştır mektup ?
Öldüğümüz an imzamızı da atmış oluruz yaşam mektubumuzun altına. Sizce kime yazılmıştır mektup ?
Gönül ister ki, her bayramımızı, miili veya dinî diye ayırmadan, bir görev anlayışı ile değil; gönülden yürekten kutlayalım. Ziyaret edemezsek bile, telefon açıp kendi sesimizle, yüreğimizin titreşimleri ile birbirimizin bayramlarını kutlayalım.
Gözler yaşarmadıkça gönüllerde gökkuşağı oluşmaz. der J.V.Cheney . Gökkuşağı, yağmur damlaları ve güneş ışınlarının birlikte oluşturduğu bir görsel şölendir. Öyle bir şölen ki seyredenleri büyüler; iki nokta arasında nefis bir bağ, köprü oluşturduğu düşünülür.
Oyun bitince, şah da, piyon da aynı kutuya konur diyen, Sokrates ne kadar haklı. Kendini tüm canlı varlıkların efendisi sayan, o da yetmez tüm dünyanın, hatta evrenin efendi-si olarak gören, hiçbir şeye saygı duymayan, göstermeyen insanoğlu, oyun bitince aynı kutuya gireceğini hesap edemiyor ne yazık ki
Dünyada her dakika 235, hergün 334.000 insan doğmaktadır. Buna karşılık dakikada 93, günde 134.000 insan ölmektedir. Buna göre doğumlar ölümlerin iki mislidir. Doğumların %74'ü az gelişmiş ülkelerde meydana gelmektedir . Tüm dünyada insan sayısının çoğalması, kaynakların hakkaniyetle paylaşılmaması sonucu, insanların büyük bir kısmı açlık, sefalet, hastalıklar içerisinde acı
Bu dünyadaki, yaşam süremize son noktayı ölüm koyar. Kısa veya uzun bir süre sonunda, er geç her canlı o noktayı kullanmak zorunda kalacaktır, istese de istemese de. Bu noktanın ne zaman, nerede, nasıl konacağı bizim seçimimize bağlı değildir. Madem bu son nokta bizim parmaklarımızdaki kalemin ucunda değil, bizim
Maddi açıdan zorlandığımız zamanlarda, dostlarımızın ortadan kaybolduğunu, ya hiç kalmadığını, ya da bir iki kişi ile sınırlı kaldığını hepimiz biliyoruz zaten. Gerçek bir dosta sahipseniz eğer, dünyanın en şanslı insanlarından birisiniz demektir. Paranız varsa, dostlarımız da yanımızdadır, bu nedenle birinci planda maddi açıdan güçlü limanlarımız (birikimimiz) olmalı demek
Dinsel açıdan da böyle değil mi? Devamlı Tanrının hoşnutluğunu kazanmak için ömür boyu yaptığımız tüm dinsel uğraşılar, aslında sevap biriktirmek için değil mi? Yani, gelecekte cennette huzur içerisinde yaşamak için yapılmıyor mu tüm bunlar? Aslında cennet ulaşılacak bir yer değil, yaratılacak bir şeydir. O da, dünyada iken cennete
Evet! Dostlarımızı seçeriz seçmesine, ama çoğu kez yanılırız. Bir Hint atasözü şöyle der: Dostluk mantar yemeği gibidir. Zehirli veya zehirsiz olup olmadığı ancak yendikten sonra belli olur. Gerçekten de öyle değil midir? Gerçek dostu bulduğumuzu zannederiz, ama en büyük darbeyi de bu dostlarımızdan alırız. Çünkü bize ait tüm
Bizler de öyle değil miyiz? Tül görevi gören, sis tabakası oluşturan, davranış ve sözlerimiz bazen yetersiz kalır. Bazende bilgi birikimimiz dışarıya karşı yetersiz durumdadır. Bu anlarda yetersizliğimizin anlaşılması asla kabul edilemez. Hemen zihnimizin kalın keten perdelerini çekeriz: Yani, inatla dogmalarımıza sarılırız.
İyi dostu olanın aynaya ihtiyacı yoktur. der Mevlâna. Ayna kadar, sizi, size tüm gerçekliği ile yansıtan bir dostunuz varsa eğer, çok şanslısınız demektir. Böyle dostlar herkese nasip olmaz; onun kıymetini bilin. Ne yazık ki böyle dostlarımız pek sevilmezler. İşin garip tarafı toplumda da pek de kabul görmezler. Doğrucu
Korkuyorum! Belleğimi, kimliğimi kaybetmekten korkuyorum. Evde hergün babamı ziyaret ederken, sen kimlerdensin söyle bakayım diyen babam olmaktan korkuyorum. Hâlâ kendini lise son sınıfta zanneden annem olmaktan korkuyorum.
Bir an kendimizi, hiç, ama hiçbir şeyle (kişiler- kurumlar ) kıyaslamadığımız bir günde yaşadığımızı hayal edelim. Üzerimizden tonlarca yükün kalktığını, adeta kuş gibi hafiflediğimizi hissedeceğiz. İşte o zaman gerçek özgürlüğü tadacağız
Şimdi tekrar soruyorum ! Bu kadar devlete gerek var mı ? Havada, suda, karada kısaca doğada asla sınır denilen bir şeye rastlayamazsınız. Ama akla sahip olmakla övünen insan, dünyayı yapay sınırlarla parçaladı. Her parça kendi içinde de parçalı bir yapıya bürünmeye başladı. Her parça diğer parçayı düşman olarak
Yedi milyara yaklaşan dünya nüfusunun çok büyük bir kısmı açlık ve safalet içerisinde acı çekmektedir Bunun nedeni de kendini düşünen, değerli, ve insani hasletlere sahip olduğunu ileri süren insanoğludur( açgözlü, doymak bilmeyen hırsa sahip olan insan).
Doğal halinde sert ve gevrek olan balmumu, biraz sıcaklık karşısında, istenilen herşeklin verilebileceği ölçüde yumuşuyorsa ; en dik kafalı ve düşmanca davranan bir insan bile, birazcık nezaket ve güleryüzle, yumuşak ve iyi huylu yapılabilir.Bunun için, balmumu için sıcaklık neyse insanlar için de nezaket odur.
Kişinin değeri, karakteri, düşünce yapısı daha mı az önemlidir nereli olduğundan, ne iş yaptığından, nerede oturduğundan. Acaba konuşacak başka bir konumuz olamıyacak kadar sığ bir bilgi birikimine mi sahibiz?
Çoğunluğa uyduğumuz zaman, bizde görevimizi yapmanın rahatlığı içerisine gireriz. Çünkü çevre tarafından onaylanırız, çevre ne der korkusu ortadan kalkmıştır artık. İnanmadığımız, içimizden gelmediği halde, sırf etraf ne der korkusuyla yaşamımızı sürdürüyorsak, kişiliğimizden, özgürlüğümüzden bahsetmek ne derece doğru olabilir.
İma ettiğimiz konu, karşımızdaki kişi tarafından her türlü yönden algılanabilir. Bizim söylemek istediğimizin dozu, karşı taraf için ucu açıktır.İma edilen konu her seviyede değerlendirebilir . Dolayısı ile, aslında, ima etme yolu ile karşımızdaki kişiye daha çok zarar veriyoruzdur.
Karşımızdaki kişiye verdiğimiz her ne ise, bizi kendine esir etmiştir artık. Beklenti içinde kalmak kendimizi karşımızdaki kişiye bağlamış vede özgürlüğümüz elimizden uçup gitmiştir.
Yazılarımda çevremizdeki insan manzaralarını yansıtmaya çalıştım.Aslında tüm amacım belki de kendi kendimi yeniden yaratabilmek,zihinsel de olsa dinginliğe erişebilmek.Belki de hiç bir amacı yok.Sadece vakit geçirmek için belkide. Belki de yapmak isteyipte yapamadığım yaşanmamış hayatımı dile getiriyorum kimbilir.Bilemiyorum inanın.
1900+50 yılında dünyaya gelmişim;öyle derdi annem.Küçüklüğüm doktor olmak hayaliyle geçti.Ama doğa doktoru oldum sonunda.Akademik hayatım doğa-ekoloji-coğrafya üçgeninde dolandı durdu.Yüreğimi boşaltmanın yolunu ise uzun mesafe koşma ile buldum sanırım.Her adımda belki de doğayı yenmenin ,onun büyük gücü karşısında görecede olsa , hazzı belkide yeniledi tüm kalbimi nefes nefese kaldığım o anlarda. Ta ki artık koşmanın yasaklanması emrini alıncaya kadar.İnanın o zaman sanki elinden topu alınmış bir çocuk kadar güçsüz hisettim.Ama ilk karanlıktan/aydınlıktan ikinci karanlık /aydınlık arasındaki kısıtlı sürenin sanırım belkide son çeyreğine erişmenin verdiği zihin dolgunluğu artık bilimsel yayınlar yerine içerilerden gelen yayınların daha doyurucu olması sanrısını yarattı belki de . Yılın yarısını İstanbul, diğer yarısının Eski Foça'da geçirmekteyim
İstanbul/ Eski Foça-İzmir
İnsan düşüncesi ve yaşamdan kesitler arasındaki çarpık ilişkileri yansıtarak bir nebze olsun herşeyin daha net bir görünüm kazanmasını sağlamak yazılarımın özünü oluşturuyor zannederim.
J.Krişhnamurti,A.schopenhauer,I.Yalom,H.Cibran,D.M.Ruiz.İ.Arabi.Y.N.Öztürk
J.Krişhnamurti,A.schopenhauer,I.Malom,H.Cibran,D.M.Ruiz.İ.Arabi.Y.N.Öztürk