Gerçek sanat, gizlenmesini bilen sanattır. -Anatole France |
|
||||||||||
|
senin öykünü duyunca dayanamadım kendini zeytin ağacına asan on iki yaşındaki kuma BEHÇET AYSAN " VAZGEÇTİM DÜNYADAN Adım Havva… Tarihin doğar doğmaz toprağa gömdüğü “insan” soyundanım ben… İnsan soyunun cennetten kovulmasına sebep olan şeytanın ta kendisiyim. O yüzdendir yeryüzü cennetinde yerimin olmayışı. Ateşin alazında kavruluyor kadınlığım. Hayatın örsünden geçiyor hayallerim. Hayat, alnımdaki her bir çizgiye acının resmini çizen çılgın bir ressam. Bense ressamın tüm fırça darbelerini desene dönüştüren bir tuval . Daha varmadan on ikime kadın gömleğini biçtiler üzerime. Korkmadılar giydirirken bolluğunda kaybolmamdan. Oysa sektirecek taşları, sayacak boncukları olan çocuk, ne bilirdi kadınlığı? Önemli miydi ? Nasılsa erkek erkekliğini biliyordu ya! Etimde dolaşan, kıvrımlarında gezinen bir çift elin ruhumu değil ama etimi kavramasının, göğsümde hissettiğim derin solukların, karanlıkta parlayan hayvani gözlerin ve pis bir sırıtmanın anlamını; avuçladığım beyaz çarşafa ve gözlerimi çivilediğim tavana yükledim. işte tam o anda kadınlığımla beraber boşalan ruhum da bacaklarımdan süzülüp aktı. Ve şimdi suyu kuruyan bir nehir ne kadar nehirse ruhunu kaybeden bir kadın da o kadar kadın. Yaşama ağrısı çöküyor omuzlarıma ve çökertiyor omuzlarımı.. Haykırmak istiyorum dağlara…Fırlatmak dağların ötelerine çığlıklarımı. Eteğimde biriktirdiğim umutlarım tesbih taneleri misali saçıldı yerlere ve yerden toplamaya her kalkışımda birine takılıp seriliyorum yerlere. Yerleşiyorum pencerenin önüne. Dizlerime tutunuyorum, hislerim de gövdem gibi bir ileri bir geri sallanıyor. Yelkovanın ritmiyle yarışıyor gövdem ve ona eşlik ediyor başım savrularak. İçimdeki sesler ayaklanıyor ve olmadık işgaller başlıyor kulaklarımda.Yankısı içimden dilime uzanan sesler karışıyor tik taklara . Rüzgarın da gelmesiyle uğultulu tik taklar sağır ediyor kulaklarımı. Küçücük odada sesler savrulup bana çarpıyor. Ruhumdaki sıyrıklar kanamaya başlıyor, ben durdukça açılacak sıyrıklarım ve onulmaz yaralar saracak bedenimi. Pencereye vuran damlalar süzülüyor aşağıya ve sanki açtığı yola davet ediyor beni . Uzun yağmurlar giydirilmiş bugün geceye. İçi dışına çıkarılmış gökyüzünün. Doğruluyorum. Bırakıyorum kendimi yağmurun kollarına. Rüzgar bugün delirmiş; Tanrı, ipini elinden kaçırmış olmalı . Asılıyorum koluna uçursun diye beni de. Savuruyor bir ağacın dibine.Bir işaret olmalı evet evet… İşaret… Toprağa sıkı sıkıya tutunan ağaç gibi ben de tutunmalıyım toprağa. Kırmızı bir kuşakla gelinliğime paketlediğim hediyemi sunduktan sonra şimdi bu kuşakla bu kez de kendimi hediye ediyorum toprak anaya. Belime iliştirdiğim kırmızılığı şimdi de boynuma iliştirdim.Saçlarımdan süzülen damlaları kirpiklerimden dökülen yaşlarla buluşturup karışıp gideceğim birazdan toprağa. Vazgeçtim dünyadan! Nilay Akçay…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nilay Akçay (Karakaya), 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |