Ben bir dünya yurttaşıyım. -Sokrates |
|
||||||||||
|
-Ey Tanrım, bugün düşündüm de iki insan pekala birbirini öldürüp, belki de bir daha hiç bulunmadan, çekip gidebilir dünyandan. Gerçi orası da bize mi kalmış sana mı belli değil. Orası yani işte anlarsın, dünya. Klişeleşmiş sözü sen de bilirsin. Sana kalacak elbette fakat sen ulu Tanrım, birbirini öldürecek ve senin bildiğin başka bir tarafa geçecek iki insan olmadan, dünyanla ne yapacaksın? Planın ne? Kitaplardan öğrenmişti bunu biliyorum. Yani kendi kendine şu uzun konuşmaları, cevap alsa ne yapacağını dahi bilmediği tanrıya soru sormaları. Öğrenmesine gerek vardı belki diyebilirsiniz fakat gerçekten söylemeliyim ki öğrenmek zorunda değildi, yeterince arkadaşı vardı. Peki neden bu küstahça ve bilmişçe konuşmasını, bize duyurmak zorundaymış gibi, içinden yapmadığını sorabilirsiniz. Ben onun adına, bu hikayeyi böyle desteklenmeyecek ve arkası gelmeyecek hatta saçma da denilebilecek bir konuşmayla başlattığı için özür dilerim. Her hikayede olduğu ve olmak zorunda(!) olduğu gibi bu adamı size tanıtarak konuya girmek isterim. Peki tamam da sen kimsin ve bakalım anlattıkların hoşumuza gidecek mi diye de sorabilirsiniz, pekala. O zaman bende size; sizi anladığımı, benim kim olduğumun sizi hiç ilgilendirmediğini ve bunun karşılığında sizden bir şey talep etmediğim için hoşunuza gitmek gibi bir kaygım olmadığını söylerim. Fakat bütün bu söylediklerime gerek olmayacağını, sizin bana böyle aceleci sorular sormayacak olduğunuzu biliyorum. Üstelik daha üç beş satır önce sizden onun adına özür dilediğimi de hesaba katarsak çoktan hoşunuza gittiğimi ve ben anlatmadan da beni tanıyabilecek zekilikte olduğunuzu da biliyorum. Yeterince ilginizi ve hoşnutluğunuzu alabildiysem tüm saygımla şu olması gereken(!) giriş, gelişme, sonuç bölümlerinin giriş kısmını bitiriyorum. Günlerdir hatta yıllardır; parmağını sokmaması gereken demir aralıklarına sokmuş e haliyle çıkaramamış, küçük bir çocuğun çıkaramayacağını anladığı hemen ardından büyük bir yaygaranın ve ağlamanın geleceği belli olan, o an gibi bir anda yaşıyordu. Ne henüz parmağını kaptırmış ne de artık çıkaramayacağını kavramıştı. Sadece o anda idi işte. Tek farkında olduğu bu ikisinden birinde olsa en azından içinde bulunduğu durumu yaramazlık ya da korku olarak adlandırabileceğiydi. Yani dostlarım kısacası, bu aylak adamın sıkıntısı ortalıkta neler döndüğünü, kafanızı farkında olmadan bir yere çarpmanız gibi, birden anlayacak gibi olmasıydı. Sıkışmıştı. Bir çiftin tatile çıktığını, sizinle karşılaştığını ve fotoğraflarını çekmenizi istediğini; bu fotoğrafı çektiğiniz anda çiftin cismen fotoğrafın içine girdiğini düşünün. İşte bizim adama da birileri böyle bir şey yapmıştı ve daha acınası bu adam tek başınaydı. Birkaç dikkatli okuyucu hemen, daha az önce yeterince arkadaşı olduğunu söylememiş miydin diye soracaktır. Beni yakaladınız. Yalan söyledim çünkü birisinin uçsuz bucaksız yalnızlığını birilerine söylemenin doğru olmayacağını düşündüm. Bu yalan için sizden özür dilerim, beni affedin. Eğer affettiyseniz ve izin verirseniz bu bahsi kapatalım. Çünkü bu, adamın sırrı. İki kişi gerektirmeyen bir sır. Bir önceki paragrafta söylediklerimi lütfen unutun. Hızla oturma odasına geçti, hızına yaraşır şekilde elektrik süpürgesini bir çırpıda eline aldı. Belli ki daha az önce olmaya çalıştığı umarsız ve entelektüel adam olamamış, hayat onu kendine çevirmişti. Kül tablasının parçalarını süpürmeyecek olsa bu küçük ve acımasız cam parçaları mutlaka bir yerlerine batacaktı. Düşünceler, sorular, çaylar ve kendine muhabbetler güzeldi. Ama henüz cam parçasının ayağına saplandığında yaşatacağı acıyı hafifletecek kadar devrim yapamamışlardı, kendisinden bağımsız var olan dış dünyada. Efendice süpürdü cam parçalarını. Bu adamın hiç arkadaşı olmaması şaşılacak şey değil doğrusu. Şu düşüncelerinin kendini öldüren havasına, dış dünyaya bir cam parçasıyla bile yenilebildiğine bi baksanıza. Bu adamı sevmiyorum. Nasıl böyle düşüncelere dalabilir, nasıl? Nasıl bu kadar küçümseyebilir iç dünyayı, aklım almıyor, hazmedemiyorum. Yaşamak sadece yaşamak mıdır? Duyu organlarımız mıdır bu yaşamak? Yalnız işte, yapayalnız bir adam. Özrümü geri alıyorum. Bakın dostlarım bu adam yalnız ve hiç arkadaşı yok. Üstelik bunu söylemek bir sırrı bozmak değil, olamaz. Bir kişiye ait sır mı olurmuş? Olmamalı. Şu kendini beğenmiş adamın düşüncelerine de bir bakın, nasıl da öldürüyorlar kendi kendilerini. Hiç bir zaman yaramazlık yapamayacak ve korku duyamayacak. Öylece sıkışıp kalacak o farkındalık anına. Yine mi başınızı şişirdi bu. Küllük kırılmıştı dostlarım, hemencecik süpüreyim geleyim dedim. O kısacık anda kim bilir neler söyledi size de böyle sıkıldınız. Sizi böyle sıkkın görmek beni gerçekten üzdü. İzin verirseniz onun adına sizden özür dilemek isterim.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ekrem Naif Tek, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |