Doğaüstü henüz anlayamadığımız doğal şeylerin adı. -Elbert Hubbard |
|
||||||||||
|
Eliiif, okuldan gelirken bakkala uğrayıp bir tane de ekmek alır mısın, diye seslendi kızının ardından orta yaşı geçkin kadın. Tamaaam, diye son heceyi uzatarak cevapladı Elif, bir yandan da sağ avuç içine yerleştirdiği telefonuna üzerinde gezinen başparmağı ile bir şeyler yazıyordu. Kadın hüzünle seyretti kızının görüş alanından çıkışını. Evin içinde dolaştı bir süre, çocukların odalarına girdi çıktı, ortalığa atılmış kıyafetleri, kağıt parçalarını topladı. Mutfak masasında çitlenmiş çekirdek kabuklarının olduğu kaseyi gördü, az önce ergen kızının odasında dolu olduğunu farkettiği çöp torbasını alıp ona boşaltmayı düşündüğünü hatırladı. Ama aklında sıraya koyduğu ufak tefek şeylerin sayısı artmış bu son işi yine unutmuştu. Odadan odaya geçerken kendi genç kızlığına gitti, kadın. Annesinin çorba karıştırma işini ona bırakıp sokağa çıktığı bir akşam üstü, evin balkonunda oturup ayçekirdeklerini hırsla çitlerken çorbayı unuttuğunu, çorbanın taşıp ocağı söndürdüğünü, ocağın sönüp, gaz kokusunun evin içini doldurduğunu, hatırladı. Nasıl da beceriksizdi, boyundan da mı utanmazdı insan, şu kadarcık işi de yapamayacaksa neye yarardı. Allah boy vermiş, kapıp koyvermişti. Çekirdek kabuklarıyla dolu kaseyi yine unutmuştu. Uzun hırkasının arkasından bir şeyler çekiştiriyor gibi geldi bir ara dönüp baktı bir şey yoktu. Banyoya girdi ne yapmak istediğini umursamadan küvete baktı göz ucuyla, ne yapacağını bulmuştu. Önce banyo küvetini, ardından lavaboyu, en son tuvaleti çamaşır suyu ile temizledi. Omzundan bir el tutmuştu… Omzundan bir el tutmuştu bir Cuma akşamı. Okul bahçesinde sıraya girmiş İstiklal Marşı’nın okunması için bekliyordu. Sosyal öğretmeni onu omzundan hafifçe çekip sıranın dışına ayırmıştı. Yoksul olduklarını düşündükleri için okul aile birliği palto yardımı yapılacak öğrencileri belirliyorlardı. Ne olduğunu anladığında, “Hayır!” demişti, “Bizim durumumuz çok iyi, ihtiyacmız yok bizim…” Yalan değildi bu, durumları iyiydi ve kimsenin yardımına ihtiyaçları yoktu yalnızca tutumlu olmayı öğrenmek zorundaydılar hem de taa en başından. Banyodan çıkacakken yine hırkasının ağırlaştığını bir şeylerin onu arkasından çektiğini hissetti dönüp baktı hiç bir şey göremedi şeyden başka. Zemin kirliydi. Sanki kadın yürürken peşi sıra kirli bir çuvalı sürüklemişti. Ardında bıraktığı bu pisliği olağan karşıladı, döndü gitti, yatak odasına. Camları açtı, yorganı silkeledi, kollarını kaldırdığında yine arkasından bir şeyin çekiştirdiğini hissetti, dönüp bakmadı bu defa. Devam etti artan yüküyle birlikte silkeledi yorganı. Soğuk bir Ankara akşamı okuldan çıkmış eve dönüyordu. Otobüste yanyana oturum için dizilmiş dört kişilik koltuklardan biri boşalınca oturuverdi, ağır çantasını da kucağına alarak. İki durak sonra otobüs iyice dolmuştu. Kendi düşüncelerinde kaybolduğu bir anda, kendini kaybetmiş orta yaşlı bir kadın bağıra çağıra omzundan tutup kaldırmıştı. “Şuna bak gelmiş oturmuş, kalksana şurdan, ne oturuyorsun utanmadan, sana mı yapmışlar bu koltuğu…” Neye uğradığını anlayamamıştı. Hiç bir şey söylememiş nefretini gözlerine katıp dik dik baktıktan sonra ayakta tutunacak yer aramıştı. Ben ve o ikimizde insan mıyız? diye düşünmüştü yol boyunca. Yatağın örtüsünü düzeltip doğrulurken zorlandı, hırkasındaki ağırlık iyice artmıştı. Çıkarıp atıverdi yatağın üstüne. Kahverengi, üzerinde beyaz küçük çiçeklerin olduğu elbisesi ile kalmış ama hafiflememişti. Bir ara aynadan arkasını gördü, bel hizasından beş on santim boyunda iki cılız çocuk kolu görünüyor, bu iki kol ileri doğru uzanma hareketi yapıyordu. Aynada hızlandırılmış bir film oynuyordu. Küçük bir kız hızla büyüyor, ağlıyor, yürüyor, koşuyor, çalışıyor, gülüyor, ağlıyor, süsleniyor, koşuyor, gülüyor, ağlıyor, seviyor, büyüyor, koşuyor gülüyordu. Kadının arkasından uzanan kollar aynaya doğru açılmış, kolların sahibi dokuz on yaşlarında bir çocuk kadının sırtını yırtarak içinden çıkmaya çalışıyordu. Kadın çırpına çırpına acı içinde kıvranıyor, bu tuhaf doğum sancısına bütün gücüyle karşı koyuyordu. Tüm vücudu ter içinde kalmış kahverengi elbise sırılsıklam olmuştu. Sonunda kendini yüzüstü yatağa bıraktı, ayakları yatağın dışında kalmış vaziyette, doğumun bitmesini bekledi. Sırtından çıkan küçük kız aynaya doğru yürüdü, durdu ve aynanın önündeki sandalyeye oturdu. Bir süre sonra kendine gelen kadın yüzünü çevirip önünde oturan kıza baktı. Ayağa kalktı, kızın yanına gitti. Kollarını açıp sımsıkı sarıldı ona. Ağlaştılar ve artık vedalaşma vakti gelmişti. Büyümekten başka seçenek yoktu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © YILDIZ AKA , 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |