Geçmiş ölmedi. Henüz geçmedi bile. -William Faulkner |
|
||||||||||
|
Peki burada bir kedi ne arıyordu? Kahkahalar duyuluyordu. Yanında erkek arkadaşı vardı. Ona dolu bir bardak getirmişti, dolu bardakla ilgili başarısız bir espri yapıyordu… Yanlarındaki arkadaşları ona gülüyordu. Arkada çalan gürültülü müzik yüzünden erkek arkadaşının yaptığı espriyi duyma şansları yok gibi bir şeydi aslında ya, neyse... Ama bu kafayla bir şey duymadan da gülmek mümkündü sonuçta. Saat gece yarısı on iki olduğunda, havai fişekler gökyüzünü aydınlatacağı sırada içkileri bu hızla tüketmeye devam ederlerse hiç biri olayların farkına varamayacaktı... Yeni bir yılın başladığının farkına varabilen ise, farkına varabilmiş olsa bile, ilerde bunu büyük bir ihtimalle hatırlayamayacaktı. Kedi dışarı çıkıyordu topallaya topallaya. Ona doğru baktı, hiç de esrarengiz gözükmeyen gözlerinden birini değil, ikisini birden kırptı. Normal bir kediydi bu, öyle sihirli bir romandan ya da esrarengiz bir filmden fırlamamıştı. Muhtemelen barmenin kedisi falan olmalıydı. Kedi bir adım daha attı. ‘Gidiyorum bak! Farkındasın, değil mi?’ der gibi, ağır ağır yürüyordu. Eski tuğlalardan örülü gibi gözüken duvarın köşesinde duran, pek belli olmayan kapıya yöneldi, ardından dışarı çıktı. Çıkmadan önce son bir kez daha bakmıştı Burcu’ya. Kedinin peşinden gitmeliydi. “Nereye gidiyorsun Burcu?” diye sordu arkadaşlarından biri... Arkdaşlarından biri. Burcu onun kim olduğunu umursamıyordu gerçekte. Hiç biri onun gerçekten arkadaşı değildi ki. “Dışarı...” diye mırıldandı Burcu. Erkek arkadaşı onun ardından sandalyesinden kalktı, onunla beraber bardan çıkacakmış gibi. Dahası Burcu’ya öyle gelmişti. Çünkü Burcu tam onu durdurup peşinden gelmemesini söylemek için ağzını açacaktı ki, gözünün ucuyla arkasındakine bakıp onun da kalkmasının tek nedeninin dans eden bir grup kızın yanına gitmek olduğunu farketti sadece. Dünya boş, şu arkadaş sandığı tipler de boş... İşin garibi kendisi de boş. Peki şişko çirkin kedi nerde? Kediyle arasında tuhaf bir bağ oluşmuştu. Ve o buralarda bir yerlerde olmalıydı. Ah doğru ya, kedi dışarı çıkmıştı az önce. Barın girişinde, kapının hemen yanında bir ayna vardı. Burcu uzun bir süre boyunca aynadaki yansımasına baktı. Turuncu, ensesine kadar olan saçlarına, kulağındaki sallantılı küpelere, boynundaki tasmaya, elindeki bilekliklere, yüzüklerine baktı. Benliğinin karanlığını kendinden saklamak için giydiği fosforlu renkli tuhaf giysilerine... Ona ait olmayan her şeye. Abanıp açtığı barın kapısından dengesiz adımlarla dışarı çıktı. Sokağın soğuk havası onu biraz olsun kendine getirmişti… Kedi gitmişti, şimdi önünde bir duvar duruyordu. Bu bir okulun, bir yatılı okulun duvarı olmalıydı. Peki Burcu böyle bir şeyi nereden bilebilirdi ki? Başını kaldırıp orada olmaması gereken, çünkü yaklaşık iki saat önce Burcu bardan içeri girene kadar orada olmayan binanın üçüncü katına baktı. Bu kattaki pencerelerden biri aydınlıktı, pencerede bir çocuk oturuyordu. Açık kahverengi saçları, siyah bir kazağı vardı. İçtiği bütün o şeylerden olsa gerek, Burcu pencerede oturan yaklaşık yirmi yaşlarındaki bu çocuğun yüzünü fazla seçememişti. Çocuk ona el sallıyordu. Yüzünde hüzünlü bir ifade vardı, yılbaşı günü olmaması gereken... Ama orada duran bir ifade. Gözleri parlıyordu. Tıpkı Burcu’nunkiler gibi. Yılbaşına ait değillerdi... İkisi de. Duvara dokunmak için elini uzattı, başını yine yukarı kaldırdı... Ağır ağır. Başını bardan kaldırdı. Gözlerini bir kaç kez hızlı hızlı kırpıştırdı. Barın arkasındaki aynadan yüzüne baktı, yüzündeki makyaja, saçlarına, yanağını yasladığı elindeki yüzüklere, rengarenk giysilerine... Kısaca; ona ait olmayan her şeye. Erkek arkadaşı barın diğer köşesindeki kızlarla dans ediyordu. Diğer arkadaşları da çevreye yayılmıştı, kimisi bir şeyler içiyordu, kimisi şu yere gelişigüzel atılmış gibi görünen büyük minderlerin üstlerinde sızmıştı. Kediyse ortalıkta yoktu. Hemen oturduğu sandalyeden kalkıp barın çıkışına gitti. Kırmızı tuğlalardan örülmüş gibi görünen duvarı geçti, kapıyı abanarak açtı. Kendini bir an önce sokağa atmak istiyordu. Sokağa çıkınca önünde büyük bir açıklık olduğunu gördü. Yatılı okul binası yoktu, pencere yoktu, çocuk yoktu... Geniş sokağın öbür tarafındaki binalar dışında hiç bir şey yoktu etrafta. Lambalar, yılbaşı ışıkları, gariptir, yanmıyordu. Her taraf karanlıktı, sokak boştu... Kedi de yoktu üstelik. Ama öyle bir şeyler vardı ki görünmeyen, onları hissediyordu, duyuyordu sanki. Rüzgarın, önünde bir yerlerde bir şeylere çarptığını, geri teptiğini hissediyor; yukarılarında bir çocuğun nefes alış verişlerini duyuyordu sanki... Bir-iki adım attı sokağın otasına, karşısındaki binalara doğru. Elini havaya kaldırdı... Sonra hissetti. Duvar oradaydı. Görünmeyen duvara iki eliyle dokundu, pütür pütür yüzeyini hissetti. Başını duvara dayadı. Orada duruyordu işte... Ellerini duvardan çekmeden bu görünmeyen binanın çevresi boyunca yürümeye başladı. Elleri bir pencerenin pervazına çarptığı zaman durdu. Pencere pervazı o kadar da yukarıda değildi, üzerine tırmandı. Sonra duvarın pütürlü yüzeyi üzerinde başka çıkıntılar aramaya başladı. Biraz daha yukarılarda bir havalandırma deliği buldu, ellerinden biriyle oraya tutundu. İkinci eliyle de yukardaki pencereye... Ağır ağır tırmanarak sonunda üçüncü kata ulaştığı zaman bir pencerenin açık olduğunu fark etti. Görünmeyen bir binanın üçüncü katına tırmanıyordu, şu anda üstünde durduğu görünmez tahta pencere pervazının altında, üç kat aşağısında kalmış olan sokak taşları görünüyordu.. Bacaklarından birini pencereden içeri geçirip yerdeki görünmez tahta parkeyi yokladı ayağıyla. Eski tahta parkenin tok sesini duyduğu vakit derin bir nefes alıp rahatlamıştı. Sonra fark etmediği bir anda pencerenin yanında oturan, onu bekleyen, çevredeki diğer her şey gibi görünmez olan çocuk kolunu sıkıca tuttu. Burcu onun nefesini ensesinde hissediyordu, kulağının oralardaydı yüzü şimdi. Onu öptü. Pencereden içeri diğer bacağını da geçirdi, parkelere iki ayağıyla, tamamen bastı. Çocuk hala oradaydı, kolundan tutuyordu Burcu’yu. Burcu da onu duyumsuyordu sadece. Görünmeyen oda boyunca yürüdü Burcu; en sonunda bir kapı bulup dışarı çıkana dek. Bu görünmeyen bina ona eski okulunu hatırlatmıştı, henüz ilk okul çağındayken gittiği yatılı okulu. Ayakları otomatik olarak sağa doğru giden koridora yönelmişti, yukarı çıkan merdivenlere doğru giden koridora. Çocuk hala yanındaydı, artık onun kolunu tutmuyordu ama Burcu çocuğun üzerindeki kazağın hışırtısı, fısıltı gibi çıkan nefesleri, teninin sıcaklığı yüzünden onun yanında olduğunu biliyordu. Görünmeyen merdivenlerden yukarı çıkmıştı, durdu. İkide bir aşağı, sokak taşlarına bakıyordu. Sessiz sokak ışıksızdı hala, etraftaki binaların ışıklarından başka hiç bir ışık yoktu yol boyunca. Gökyüzüne, attığı her bir adımla biraz daha yaklaşıyordu.. . Çocuk yine elini tuttu, sıkı sıkı sarıldı ona. Sonra yürümeye başladı Burcu’nun elini bırakmadan, Burcu da onu takip etti. Dimdik bir merdivenin önünde duruyorlardı bu kez, içtiği onca şeyin verdiği sersemlik (ve pek kabul etmese de sarhoşluk..) yüzünden zorlansa da çıktı Burcu merdivenlerden, çatıya gelmişlerdi şimdi... Kiremitlerin yamuk yüzeyi üzerinde yürümek Burcu’ya çok tanıdık gelmişti. Eskiden ödevlerini yapmak için çıkardı çatıya... Yatılı okula giderken, henüz bir okula giderken... Görünmüyordu çocuk, ama Burcu biliyordu ki o kiremitlerin üstüne oturmuştu. Bir an için onun yanına oturmayı düşündü. Ama sonra kiremitlerin bittiği yere kadar gitti. Gökyüzünde yıldızlar vardı, ışık kirliliği yüzünden pembemsi bir renk almış olan gökyüzünün hava kirliliği yüzünden grileşmiş bulutlarla kaplı olması bile parıl parıl yıldızların parıl parıl parlamasını engelleyemiyordu. Ama ne olursa olsun her şeyiyle mükemmel olan bir film ya da bir fotoğraf gibi değildi dünya. Bu kartpostalvari görünümlü gökyüzünü tamamlamak için bulutların arasına gizlenip bir parça aydınlığını izleyenlerle paylaşan bir ay yoktu çünkü etrafta. Burcu yüzüne düşmüş olan turuncuya boyanmış saçlarını tuttu, onlara uzun uzun baktı. Gözleri yaşarmıştı. Parmaklarındaki yüzükleri çıkardı, görünmeyen binanın çatısından aşağı attı, yüzüklerden bir kısmı aşağıdaki görünmeyen pencere pervazlarında düşmeyi bıraktı, bir kısmıysa kaldırıma düştü. Sonra bilekliklerini çıkarıp attı Burcu. Boynundaki tasmalarla kolyeleri, kulağındaki küpeleri, fosforlu renkli küçük saç tokalarını, son anda aklına gelen pantolonunun cebinde duran güneş gözlüğünü. Hepsini, hepsini sırayla aşağı attı. Son olarak attığı güneş gözlüğü yere çarptığı zaman kırılmıştı. Çıkan ses çok sinir bozucuydu, aşağı baktı Burcu. Kırık cam parçalarına baktı. Çıkardıkları ses aklına bir fikir getirmişti... Niye o da kendini aşağı atmasındı ki? Kemikleri tıpkı o gözlük gibi çatırdayarak kırılırdı... Kemikleri tıpkı o gözlük gibi çatırdayarak kırılacaktı. Çocuğun elini omzunda hissetti, arkasına döndü; çocuğun yüzünün, gözlerinin olduğunu bildiği yere doğru baktı Burcu. Çocuk onu kendine doğru çekti, yere oturdu; görünmeyen elini görünmeyen kiremitlere sessizce vurarak onu yanına çağırıyordu şimdi. “Ölmeden önce son bir sigara yaksam fena olmazdı aslında.“ diye mırıldandı Burcu, çocuğun yanına oturdu. Pantalonunun cebinden kırışmış bir paket, bir de çakmak çıkardı. Paketten aldığı bir sigarayı yakıp çocuğa yaslandı. Başını çocuğun omzuna dayadı. Görünmeyen bir kolun onu sardığını hissetti, tuhaf bir mutlulukla gözlerini kapadı. Havai fişekler patlamaya başlamıştı, gökyüzü apaydınlıktı. Her taraftan mutluluk çığlıkları, müzikler, kahkahalar yükseliyordu. O ise yanında görünmeyen bir çocukla görünmez bir binanın çatısında oturmuş sessizce sigara içiyordu... Çatıya boylu boyunca uzandı, çocuk da onun yanına yattı. Uzun bir süre boyunca kıpırdamadan, konuşmadan, gökyüzünü izlediler. Çocuk arada sırada Burcu’nun saçlarıyla oynuyordu. Müzikler hala çalıyordu, yakın binalardan şarkı söyleyen insanların sesleri duyuluyordu. Saatler boyunca şarkılar sürdü, müzikler çaldı, insanlar çoşkulu bir şekilde kutlamalar yaptılar. Burcu’nun saati yoktu ama geçmişi ile olamayacak olan geleceğini düşünmediği bir anda saatin yaklaşık üç olduğuna karar verdi. “Artık daha fazla düşünmeyeceğim gelmişi geçmişi, ya da geleceği.“ dedi Burcu en sonunda. “Ben şimdiye aidim, şimdi ise her an eskiyor, gidiyor, bitiyor, yok oluyor... Tıpkı benim gibi.“ Çocuk ona sıkıca sarıldı, omzunu sıktı, hala konuşmamıştı. “Yok olacağım, biliyor musun?“ diye devam etti Burcu. “Tıpkı senin gibi...“ kafasını çevirip çocuğun olduğu yere baktı. “Sen yok musun?” diye sordu. Çocuk ses çıkarmadan Burcu’nun saçlarıyla oynamayı sürdürüyordu. “Sen var mısın?” diye sordu Burcu bu kez. Görünmez bir elin onun elini sıkıca tuttuğunu hissetti. Yoktu o... Yoktu, ama vardı. “Senin gibi görünmez olabilir miyim?” diye sordu Burcu, neden olduğunu bilmiyordu ama gözleri yaşarmıştı yine. Yutkundu. “Olamam, değil mi?“ Çocuk Burcu’ya sıkıca sarıldı. Yüzünü ona doğru çevirdi. Uzun bir süredir bakmıyordu Burcu’ya, şimdiyse Burcu yine görünmeyen bakışları üzerinde hissetmişti üzerinde. Çocuk onun alnını öptü. “Olabilirim aslında.” dedi Burcu çok sonra. “Ama görünmez olmak için olmamam gerekir, olmamak için ölmem gerekir. Ölmek için de intihar etmeliyim... » Ayağa kalktı, çocuğa baktı. Çocuk ayağa kalkmamıştı. “Ben gidiyorum, geliyor musun ?” diye sordu Burcu umutsuzca. Çocuk cevap vermediği gibi bir türlü doğrulmuyordu da. ”Tamam.” dedi Burcu. ”Ben kendim giderim o zaman.” sonra bir dizini çatıya dayayıp ellerinden destek alarak çocuğa doğru eğildi, onu son bir kez sevgiyle öptü. ”Hoşçakal.. ” Çatının ucuna kadar gitti, kenardaki su oluğu boyunca yürümeye başladı. Tam su oluğunun bitimine, yanında çatının kenarında durduğunu hatırladığı bacanın olduğunu hissettiği yere gelince son bir kez arkasındaki hiçliğe, görünmeyen çocuğa doğru baktı. Gözlerini kazağının koluna sildi... Kollarını açtı. Kafasını yukarı kaldırdı. Yürümeye devam ediyordu... Gözlerini kapadı... ‘Hayır,’ dedi. ‘Hayır.’ Gözleri kapalı bir şekilde yürürken ayağı kiremitlerden birine takılmıştı, şimdi aşağı düşüyordu işte... Son nefesini alamamıştı, kendisini ölüme hazırlamamıştı, kollarını açtıktan sonra bir süre bekleyip kendini aşağı bırakmamıştı, düşmüştü öylesine işte. Dahası... Şu anda kendi isteğiyle ölüyor falan da değildi. Ayağı takılmıştı, bir kaza sonucu aşağı düşüyordu. Beşinci kattan aşağı düşmenin bu kadar uzun süreceğini tahmin etmemişti doğrusu. Ne kadar saçma bir düşünce gibi gelse de kendisine, şu anda aynı yerden ikinci, üçüncü defa düştüğünü düşünüyordu Burcu... ‘Hayır.’ dedi bir kez daha. ‘Benliğim için önemli biriyim ben. Ve kesinlikle, benliğimden daha görkemli bir şekilde ayrılmalıyım.’ Bir anlığına durdu, havada asılı kaldı. Rüzgarı hissetmiyordu, saçları uçuşmuyordu. Gözlerini açtı. Gerçekten de durmuştu. Kaldırıma yaklaşıyor gibi gözükmüyordu... Sonra yine düşmeye başladı. ‘Bir binadan düşmenin bu kadar uzun süreceğini tahmin etmezdim...’ dedi Burcu. ‘Hiç değilse kendi isteğimle öleyim, bir kaza, bir salaklık yüzünden ölmek istemiyorum. Kendi isteğimle öleceğim... Nefesimi tutarak.’ Tam nefesini tutacaktı ki, bir an için betonun sertliğini her yerinde hissetti.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Esin Yardımlı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |