Barışı bulacağız. Melekleri duyacağız, göğün elmaslarla parladığını göreceğiz. -Çehov |
|
||||||||||
|
Yıldıza elimi uzattım; birden onu parmaklarımın arasında tutabilecekmişim gibi geldi bana.. Ayak parmaklarımın uçlarına kalktım, yukarı doğru iyice uzandım... Yıldızı tuttum. Avucumun içinde, bir karıncadan daha büyük olmayan bir ışık tutuyordum şimdi. Elimi yüzüme yaklaştırdım ve ışığı yakından incelemeye başladım. Yıldızın apaydınlık ve göz yakıcı ışığının içinde bir hareketlilik olduğunu fark ettim. Bu ışık ne kadar parlak olursa olsun gözlerimi ondan ayıramıyordum. Daha da dikkatli bakınca yıldızın ışığının içinde bir oda görüverdim. Oda, çevresindeki ışığa rağmen loştu, kıpkırmızı dört duvarla çevrelenmişti ve bordo perdeler üzerlerindeki altın rengi ipliklerle işlenmiş elişleriyle birlikte pencerelerin önünü kapıyordu... O odanın içindeydim sanki... O odanın içindeydim şimdi, elimi uzatıp perdeyi araladım... Ve bir gökyüzü gördüm. Gökyüzü pırıl pırıldı. Tam ortada bir yıldız duruyordu şimdi gökyüzünde, çevresindeki öteki yıldızlardan çok daha parlaktı. Yıldızı tutmak için elimi kaldırdığım sırada bir şey beni pencereden dışarı doğru çekti hızlıca. Kendimi sokağın ortasında buldum. O sırada yanımdan geçen koyu yeşil ve tıpkı perdelerdeki gibi altın ipliklerden işlemelerle süslü şapkaları olan iki adam bana baktı. ‘Ne yapıyorsun?’ diye sordu adamlardan biri. ‘Niye yapıyorsun?’ diye sordu adamlardan öteki. Gökyüzündeki yıldızı gösterdim. Ve adamlardan biri –ilk konuşan, benden önce davranarak yıldızı avucunun içine aldı. Sonra elindeki yıldıza iyice yakından bakmak için elini yüzüne yaklaştırdı... Yıldızın parıltısının içindeki odaya girip perdeyi araladı, ardından da ortadan kayboldu. Kapkaranlık sokakta sadece öteki koyu yeşil şapkalı adam ve ben kalmıştık geriye artık. Eskiden parlak yıldızın olduğu karanlık gökyüzüne bakmaya başladık. Öteki yıldızlar da biz onlara bakmazken sönmüşlerdi. Yanımdaki adam şapkasını başından çıkardı ve bir eline alıp üstündeki tozları silkelemek istercesine kullanmadığı elini şapkanın tepesine sürtmeye başladı. Bunu niye yaptığını anlayamamıştım, çünkü şapkasının üstünde bir toz taneciği bile yoktu. ‘Yanlış bir adım atma.’ dedi adam. Derken adamın şapkanın üstündeki olmayan tozları silkelemeye çalışan eli yüzünden yıpranıp şapkadan sökülen altın iplikleri fark ettim. Adam bu parlak altın ipliklerden birini kopardı, ardından bana gizemli bir şekilde gülümseyip göz kırptı. Sonra elindeki ipliğe iyice yakından bakmak için elini yüzüne yaklaştırdı... İpliğin parıltısının içindeki odaya girip perdeyi araladı, ardından da ortadan kayboldu. Kapkaranlık sokakta sadece ben kalmıştım geriye artık. Gökyüzündeki parıltısız ve yıldızsız noktaya baktım, adamın şapkasındaki ipliğin parıltısının olmadığı, adamın da olmadığı yanıma baktım. Ve yürümeye başladım… Derken yanından geçtiğim eski model, turuncuya çalan kırmızı renkli bir arabanın aynasına yansıyan bir parıltı gördüm. Öyle şirin ve öyle ufacık bir ışıkçıktı ki bu, ona bakmaya doyamıyordu insan. Mini minnacık ve görmesi, keşfetmesi zor bir parıltıydı. Parıltıya bakmaktan kendimi alamıyordum, öyle ki başka hiç bir şeye dikkat etmemiş, arabanın içinde bir şoförün olduğunu fark etmemiştim. Ama şoför gaza bastı ve sokak boyunca arabasını hızla sürmeye başladı. Bir süre sonra da gözden kayboldu, ancak araba ilerlerken aynadaki parıltı arkada, benimle birlikte kalmıştı. Parıltının içine baktım, içinde bir oda yoktu, bir sokak vardı sadece. Ve sokakta bir araba vardı. Kendimi parıltının içindeki sokakta buluverdim. Sokak boştu ve sokak lambalarından sadece bir kaçı titrek titrek yanıyordu. Yolun bir kenarında birbirine yapışık dizi dizi eski apartmanlar vardı, apartmanların pencerelerinden de bordo kumaştan, üzerinde altın rengi ipliklerden işlemeler olan perdeler görünüyordu. Arabanın kapısını açtım. İçine girince gökyüzüne doğrulttum bakışlarımı ve gökyüzündeki parlak yıldızı gördüm. Eski yerine dönmüştü anlaşılan. Yanımda da koyu yeşil şapkalı adam oturuyordu. Benimle ilk konuşan, ya da ötekisi. Hangisi olduğuna karar veremiyordum; birbirlerine fazlasıyla çok benziyorlardı. Ayakkabıları kıpkırmızıydı ve pırıl pırıldı.. ‘Yanlış bir adım atmadın değil mi?’ diye sordu adam. Tam ona ne demek istediğini hala anlayamadığımı söyleyecektim ki, yanağındaki bir parıltıya ilişti gözüm. Bir göz yaşına benziyordu bu. Çok sevdiği oyuncağını kaybetmiş bir çocuğun farketmeden akıttığı bir göz yaşı gibi adamın yanağından süzülüyordu sakin sakin. Ancak akan şey göz yaşı değildi... Adam parlamaya başlamıştı. Bir süre sonra bıyıkları, başının üstündeki seğrek ve ince, turuncu turuncu parlayan saçları, elleri, kırmızı ayakkabıları... Her yanı pırıl pırıl parlayan bir parıltıya dönüştü. Ve bu parıltı bütün etrafımı sardı, öyle ki, arabadan çıkıp boş sokakta yürümeyi istesem de yapamazdım. Çünkü sokak da bir parıltıya dönüşmüştü. Bu dev parıltının içinde küçük bir oda vardı ve odanın duvarları kıpkırmızı, perdeleriyse koyu yeşildi. Perdelerde işleme yoktu, gökyüzünde tek bir yıldız bile yoktu, sokakta eski model turuncuya çalan kırmızı renkli bir araba yoktu, yanımdaysa koyu yeşil şapkalı iki tane adam yoktu. Parıltılar yoktu. Bu sefer odanın içinde kalmaya ve hiç bir adım atmamaya karar verdim çünkü her adımımın bana kazandırdığı şey bir yanlıştı. Demek ki hiç bir ışık yoktu çevremde aslında. Oda da kapkaranlıktı zaten, duvarların kırmızılığı bile görünmüyordu. Uzandım ve yatağın yanındaki komidinin üstünde duran kibritleri alıp masadaki mumu yaktım.. İnce uzun, silindir şeklinde ve koyu yeşil bir mumdu bu. Tıpkı şu iki adamın şapkalarının rengindeydi mum... Perdeler de öyle. Onları özlediğimi farkettim ve neden olduğunu anlayamadan gülümsedim, gülümserken kıvrılan dudaklarım göz yaşlarımla ıslanmıştı. Mumun ışığı da loş bir hava vermişti ortalığa. Parıldayan hiç bir şey yoktu ama bu gözlerimin yorulmamasını sağladığı için mutlu olmuştum... Derken, aniden mumun küçük ışığı titredi ve söndü. Şimdi sadece hala içten içe kırmızımsı olan fitilinin ışıkçığı kalmıştı çevremde. Dört duvarın arasındaki bu karanlıktan korktum ve odamdan çıktım, evden çıktım, apartmandan çıktım, sokağa indim... Derken nereden çıktığını bilmediğim kocaman bir elin bana doğru yaklaştığını gördüm, beni ve bütün sokağı avucunun içine almıştı şimdi bu el, ben de sokaktan kaçıp odama saklandım. Ama el odama da girmişti. Bunun üzerine gökyüzüne zıpladım ve yıldızların arasına saklandım. El beni gökyüzünden bile almaya niyetliymiş gibi gözüküyordu... Bunun üzerine küçücük ve sönük sönük yanan bir mumun içine girmeye, oradaki parıltı olmaya karar verdim. Mumun yanına gittim ve ateşinin içine saklandım. Saatler boyunca yanan fitilin üstünde hafif hafif parladım, derken mum söndü. Ben de tıpkı öteki parıltılar gibi uçup gittim, yok oldum.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Esin Yardımlı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |