"Hemen yüzüne gül suyu seperek Leyla'yı ayılttılar." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
. Akşamüstü yüzotuz kilometre hızla giden arabanın uğultusu eşliğinde yalnızlığını düşünüyordu adam. Çok uzaklarda kalmış bir şehrin sisler altındaki sokaklarında dolaşan, yapayalnız insanları düşünüyordu... İçindeki sızı ancak böyle uslanırdı. Bütün bunları hatırlamaya hiç gerek yoktu halbuki! Birazdan, buz gibi kaygan asfaltın üstünde bir oyana bir bu yana savrulup, demir bariyerlere çarparak duracaktı araba. O an her şeyi unutacak, yalnızlığını bile hatırlamayacaktı... Hastanedeki sessiz odada uyandığında, usulca kendine dokunup zar zor açık tutabildiği gözleriyle etrafı inceledi. Niye burada olduğunu, buranın neresi olduğunu ve başından neler geçtiğini hatırlamıyordu. Kafasını oynatmak istedi ama ağrıları buna izin vermedi. Aradan uzunca bir zaman geçtikten sonra odanın kapısı açıldı ve içeriye yaşlı bir kadınla adam girdi. Annesi yatağa iyice yaklaşıp ağlamaya başladı ve ‘Çok şükür Allah’a, seni bize bağışladı’ dedi. Yaşlı adam biraz daha uzakta durmuş, hiçbir şey söylemiyordu. Onunda üzgün olduğu her halinden belliydi. Kadın, hastanın ellerini avuçlarının içine almış daha da belirgin şekilde ağlamaya devam ederken, bir yandan da onun ellerini öpüyordu. O ana kadar hiç konuşmayan adam ‘Çocuğu fazla sıkma’ dedi. Bunu o kadar sessiz söylemişti ki, kadın onu duymadı bile. Odada bu birkaç ses dışında sessizlik hakimdi. Uzunca bir aradan sonra kapı yine açıldı ve içeriye baştan aşağı beyazlar içinde bir kadın girdi. İçerdekileri kibarca dışarı çıkardıktan sonra beraberinde getirdiği tekerlekli masayla adama iyice yaklaştı. ‘Bugün daha iyi girünüyorsunuz’ dedi ve yavaşca adamın sargılarını açmaya başladı. İşini yaparken birkaç şey daha söyledi, ama o bunları anlamayacak kadar yorgun ve uzaktı oraya. Beyazlar içindeki kadın odadan çıktıktan sonra, yaşlı kadınla adam tekrar içeri girdi. Yanlarında bu sefer kucağında çocukla genç bir kadın da vardı. Yaşlı kadın artık ağlamıyordu. Oysa yaşlı kadınların ağlaması için her zaman bir neden vardır. Nedensiz yere her şey yine sessizliğe boğuldu. Hasta adam için hiçbir şeyin anlamı yoktu. Hatta anlam diye birşey bile artık mümkün değildi... Sonraki günlerde ziyarete hiç kimse gelmedi. Ne yaşlı adamla kadın, nede çocuklu genç kadın. Sadece beyaz elbiseli adamlarla kadınlar gelip gittiler. Kimsenin gelip gitmemesini adama açıklayamadılar. Ağır olan durumu daha da kötüleşsin istemediler. Hem nasıl söyleyebilirdiler ki; tüm ailesi, şehirdeki diğer insalar gibi trafik kazası geçirmiş ve onun gibi geçmişlerini ve kendilerini hatırlamadan, şehrin herhangi bir hastenesinde onula ve diğerleriyle aynı kaderi yaşıyorlardı. Ardı ardı yapılan kazalardan sonra herkes hafızasını yitirdi ve tüm şehir bir bilinmeyenler şehri oldu. Hatıralamayan ve sisler altında bir şehir... .
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Özgür Kavaz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |