Başka dillerle ilgili hiçbir şey bilmeyenler, kendi dilleriyle ilgili de hiçbir şey bilmiyorlar. -Goethe |
|
||||||||||
|
III. Kemike döneminde Köpekistan kralı Bobi'nin karısı Ronja (Ronya), oğulları prens Kit üç yaşındayken verem salgını sırasında ölmüştü. Kit'i babası büyütmüştü. Ve Kit babasını çok am çok severdi. O gün Benekli Nehir denen nehirin çevresinde dolaşırken karşı kıyıya geçeceklerdi. Köprüden geçerlerken Bobi çürük tahtalardan birine bastı. Ve nehirin azgın sularına düştü. Kit: -Baba! Baba! Neredesin? diye bağırdı Bobi o sırada sulardan kafasını çıkarabildi ve Kit'e bağırdı: -Kral sen olacaksın oğlum! Elveda! Ve sulara battı. Kit ne yapacağını bilemiyordu. Afallamıştı. Babası gözünün önünde kayıplara karışmıştı. Hemen geri döndü. Oradaki bağırtıları duyup gelen şovalyelere seslendi: -Babam öldü! Babam öldü! Köprüden düştü! Yardım edin! Şovalyelerin birisi: -Ağlamayın prensimiz! Babanız en son olarak ne dedi? -'Kral sen olacaksın' dedi. Sonra sulara batıp çıktı. 'Elveda' dedi. Sonra suya gömüldü ve bir daha göremedim... Kit çok üzülmüştü. Ağladı, ağladı, ağladı... II. Bölüm Doğrusunu bilmek isterseniz Bobi de bir o kadar şaşırmıştı. O da oğlunu merak ediyordu. Öldüğünden beri karısıyla onu düşünüyordu. N'olmuştu ona acaba?Arada bir Bobi mırıldanırdı: 'Kral olur umarım. Yoksa... Umarım Ronja'nın kardeşi kral olmaz...' Aslında isterseniz olayları size baştan anlatalım... * * * Bobi öldükten sonra sudan çıkmıştı.Yukarı çıkarken bayağı hafifti. (Hiç kimse onu göremezdi. Çünkü o bir ruh olmuştu) Ağzında suyun o ekşi tadı yoktu. O sırada Kit'e baktı. Şovalyelere bir şey anlatıyordu. Ağlıyordu. Daha sonra şovalyeler Kit'i aldı ve götürdü. Bobi bundan sonra bulutlardan ve güneşten yardım alarak iki asansörün olduğu bir buluta geldi. Orada kürsüde bir köpek, iki asansör, iki melek, iki şeytan, yukarı çıkan ve aşağı inen merdivenler ve asansölrer. Bobi asansörün ne demek olduğunu daha sonra anlamıştı. Bunların dışında bir sürü köpek, kedi, balık, kuş gibi hayvanlar vardı. Hayvanların bir kısmı endişeli, bir kısmı Bobi gibi meraklı bir kısmı da gayet sakindi. Sıranın en önündeki şeytanlardan biri tarafından yakalanırken bağırdı: -Hayııııııır! Ben cehenneme gidemem! Bırakın beni! Asansörlerden birine bindi. Bindiği asansör kırmızı siyah renkliydi ve çevresinde ateşler vardı. Aşağı iniyordu. Diğer asansör ise bulutlardan yapılma beyaz mavi renkliydi yukararı çıkıyordu. Bobi o anda nerede olduğunu anladı. O ayrım noktasına gelmişti. Sırası gelen köpek: -Niye? Niye merdivenle? derken meleklerden biri onu merdivene kadar geçirdi. Sonra: -Sen iyi birisin. Ama defterinde bir günah işlediğin yazıyor. Bu yüzden sana vereceğimiz ceza budur. Hem asansör dolu! Daha sonra herkes teker teker ya aşağı indi ya da yukarı çıktı ve sıra Bobi'ye geldi. * * * Baş melek sordu: -Adın ne? Bobi biraz ürkerek yanıt verdi: -Bobi Kemike efendim... Meleklerden biri Bobi'nin yeni farkettiği çekmeceli bir dolaptan baş meleğe bir dosya uzattı. Baş melek bu kağıtlardan okurken mırıldanıyordu. Bobi'nin duyduğu şeyler bütünleşirse baş melek şöyle mırıldanıyordu: -III. Kemike... Oğluyla dolaşırken köprüden düşmüş... Ronja karısı... İyi geçinirmiş... Labrador cins... Kedileri sevmez... Bobi meleğin sözünü kesti: -Zaten hiç bir köpek sevmez! Melek sert bir sesle Bobi'ye çıkıştı: -Sus! Konuşma! Ettiğin laflara dikkat et! Dediğin bir laf yüzünden bile cehenneme gidebilirsin! Sonra devam etti. Sanki ağzından deminki laflar çıkmamış gibi sakin bir şekilde: -Mayısta doğmuş... Tamam. Sicilin çok temiz! Sen cennete gidiyorsun. Hemen şurdaki asansöre bin! Çabuk! Bobi asansöre bindi bir melekle. Yukarı çıktı, çıktı, çıktı... IV. Bölüm Yukarı çıktığında büyük bir şaşkınlık içerisindeydi. Şimdiye kadar kimseye rastlamamıştı. (Zaten geleli topu topu otuz saniye olmuştu) Karısını aradı. Başka köpekler aradı. Bir iki dakika sonra uzaktan birinin geldiğini gördü. Bu şeyin dikkatli bakınca bir balık olduğunu anladı. Balığın yanına yaklaştı ve sordu: -Bakar mısın? Balık bakmadı... -Öhöm sana dedim. Baksana! Balık bakmadı... Bobi ıslık çaldı... Balık bakmadı... -Hey koca dudak! Baksana! Balık bakmadı... Bakmadı... Bobi havladı... Balık baktı... -N'oldu? -Burası köpek cenneti değil mi? -Burası karma cennettir. Bütün hayvanlar farklı zaman dilimlerinden buraya gelir. Yavru köpeklerin rüyyalarını süsleyen köpek cenneti hiç bir zaman olmadı. -Peki ama... Baş köpek köpekti? -Ben öldüğüm sırada bir fildi. -Peki yardımcılar? Onlar? -Ben öldüğüm sırada biri tavuk, biri eşek, biri tilki biri de zürafaydı. Seçimlerde aday olursan sen de olursun. Ben de olurum. Hepimiz oluruz. Ama bilgisayar bilmek gerekiyor. Dostum sen kaçlardan geliyorsun? -XVII. yüzyıldan. Sen kaçlardan geliyorsun? -XX. yüzyıldan. Bin dokuzyüz otuzlardan. Gerisini bilmiyorum. Takvimin ancak yılı gözüküyordu akvaryumumdan. Onlar öyle konuşurken Bobi ince ve tanıdık bir havlama duydu. Bu bir köpek sesiydi ve şöyle diyordu: -Aptal bulut! Neden takılmasını istediğin başka ayak yok? Ben kafeteryaya gidecekken niye beni buraya sürüklüyorsun? Bobi kendini tutamayıp bağırdı: -Ronja? -Bobi? Bulut Ronja'yı Bobi'ye çekiştirmeye başladı. Sonunda bulutun da yardımıyla birbirlerine sarıldılar. Birbirlenini görmeyeli on yıl olmuştu. Ronja Bobi'ye sordu: -Kit de geldi mi? -Hayır. Sen öldükten sonra da yüzme öğrenmemekle hem sözümü tutmamış hem de senden belli bir süreden fazla ayrılmamış oldum. -Anlaşmamız bozuldu ama! -Yaaaa... Sen nerdeydin? 'daima yanında olacağım...' Bu senin lafın değil miydi? -Neyse... O? O biliyor mu yüzmeyi? -O da bilmiyor. Umarım öyle bir yere o da basar... Balık bu konuşmalardan okuyuculardan da az anlamıştı. Anlasa da ölmeden önce verilen sözlerin tutulmayıp tartışılması pek ilgisini çekmezdi onun. Bobi'ye seslendi: -Arkadaş! Ben kafeteryaya gidiyorum. Görüşürüz! Balık gittiği sırada Ronja'yla Bobi tartışmayı sürdürüyordu: -Ama ilk bozan suçludur! -Hayır benim hatam olabilir ama sen benden örnek almamalıydın! Tartışmaları bittikten sonra da mutluydular. Ama Kit'i göremedikleri için içlerinde ufak bir burukluk vardı... Ama yine de kendilerini görmek onlara yetiyordu: -Sen başlattın, sen suçlusun! -Sen hiç başlatmadın! Öldükten bir saat sonra öğrenmiş olabilirdin! -Sen de öldükten bir dakika sonra bana gelebilirdin! -Aradım. İnanmayacaksın ama her türlü yola başvurdum. Cenniyet gazetesinde hiç dünaya gidiş yolu bulundu diye bir başlık olmadı. -Ben de... eeee... Ben de gazetede yüzme öğrenmek için aradım... Ama... eee... -Evet? -Eee... İlan bulamadım! -Yaaa! V. Bölüm Kit çok sıkılıyordu, çok... Babası, annesi, kardeşleri, eşi dostu yoktu. O çatpat bir iki şey biliyordu. Arada bir şovalyelere emir veriyor, saray görevlilerine bazı komutlar veriyordu. Yanlızca o kadar. Ve Kit gün geçtikçe büydü. Tahtta dimdik oturmaya başladı. Evlendi ve üç çocuğu oldu. Karısı olan Kraliçe İsabella ve çocukları Todi, Nodi, ve Snoppi ile mutlu bir yaşam sürdürüyordu. Bir akşam yemeği öncesi Snoppi, Kit'e sordu: -Sence cennet var mı? Kit düşünceli bir şekilde cevap verdi: -Bilemiyorum... Ama cennet varsa, ki muhtemelen vardır... O zaman ölümden kokmamıza gerek yok. -Yani cennetin olduğnu umsak iyi olur. Değil mi? -Evet. -Baba? Dedem nasıl öldü? -On iki yaşındaydım. O doğum günümde on üçüme girecektim. Her doğum günümde uğradığımız benekli nehire gitmiştik. Konuşarak bizi karşı kıyıya götürecek olan köprüden geçiyorduk. Babamın ayağı çürük bir tahtaya bastı. Sonra düştü. Yüzme bilmiyordu. Ben bakarken bir ara sudan çıktı ve 'Kral sen olacaksın, ben de yanında olacağım' dedi. Sonra... Sonra... Boğuldu işte! -Çok üzülmüştün değil mi? -Doğal olarak. Snoppi... Günün birinde sen kral olacaksın. İkizler senden küçük. Ve benimle aynı hataya düşmeni istemiyorum. -Senin hatan neydi baba? -Krallık hakkında hiç bir şey bilmiyordum. Krallığımın ilk senelerinde yaptığım tek şey şuna buna emir vermekti. -Şimdi n'apıyosun? Başka olarak? -Yedi yaşındasın pek seveceğin işler değil. Vergi zamları, lordlarla görüşmeler, şehirlerin ve dahası ülkenin korunması cart curt. -Haa... Yani abuk cubuk bir sürü zımbırtı... Öyle mi? Kit gülerek cevap verdi: -Öyle denebilir! Ama bilmek istersen bu abuk cubuk zımbırtılar benim ve annenin senin falan dışında bir dolu köpeğin ilgisini çekiyor. -Peki ilerde ben de mi bölye yapacağım? -Evet. Ama boşver. Kendin gibi bir oğlun olursa sorun kalmaz. -Tamam. Kulenin saati yedi kere vurdu. Kit, Snoppi'ye seslendi. Snoppi büyük bir strateji masasının piyonlarıyla oynuyordu: -Hadi Snoppi yemek zamanı! -Baba? İlerde ben demi bunlarla oynayacağım? Kit iç geçirerek cevap verdi: -İlerde onları oyun için değil çok daha stresli bir iş için kullanacaksın Snoppi... Hadi yemek zamanı koş! VI. Bölüm Aradan yirmi beş yıl geçmişti. Bobi, Kit'in son gördüğünden bu yana nasıl değişiklikler geçirdiğini bilemiyordu. Ronja'yla iddialara giriyor ve geldiğinde nasıl olacağını hayal etmeye çalışıyordu. Her gün cennete gelenlerin listesine bakan hayvanlar az olduğu için sekreter Yarasa Hanım artık onların ahbabı olmuştu. Bobi ve Ronja artık bıkmıştı. Kit bir türlü gelmiyordu. Üç aydır hergün Kit'i bekliyorlardı. Ama Kit o sıralarda ya ateşli yatıyordu, ya da oğluyla bahçede geziniyordu. Üç aydır bekledikleri yetmiyormuş gibi her tarafı kolaçan ediyor, Dünya'ya inmek için alet var mı diye soruşturuyorlardı. Günün birinde Ronja patladı: -Of ya! Oğlumun 'Anne!' deyişinden başka lafını duyamadım! Yetti be! -Seninki daha mı iyi? Ben yanlızca bir kısmını yetiştirdim. İnsan bir garip oluyor. Ya şimdi çok kötü bir kralsa? Ya asılmak üzereyse? Belki tutsak düşmüştür! Ya da savaş vardır! -Aman sen de! Her gün buradaki bütün ölü listelerine her şeylere bakıyoruz. Ben Kit'in ölmesi için her türlü tuzağı deniyorum! Sen tutturmuş 'Ya ölürse?' diyorsun! Aslında Ronja'da Kit'in ölmesini o kadar istemiyordu. Ama yine de kocsının yanında soğuk kanlı gözükmek istiyordu. Daha fazla düşünemedi. Çünkü dostları balık heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatmaya öyle dalmıştı ki, hayvan istese de istemese de onu dinlemek zorunda kalıyordu. Balık heyecanlı bir sesle anti monoton bir şekilde anlatıyordu: -Dünyaya inicez! Dünyaya inicez! Bobi'den önce atılan Ronja heyecanla sordu: -Ne? Nasıl? Balık anlatmaya koyuldu: -İkibin dokuzyüzlerden gelen bir kuş söylemiş yaparım diye. Öyle bi'şey yapacakmış ki böyle, dümeye bastığın anda istediğin yerde olacakmışsın. Hem sonra alet hem dünyaya hem istediğin zamana hem de cennet içinde başka yerlere ışınlıyormuş. Makina ışınlama makinesiymiş. Hani böyle Saynsfikşın romanlarında olur ya! Hani, onlar gibi! Üstelik duyduğuma göre britanyalı bir aslan ona ne vermiş biliyor musunuz? Bobi ağzını tam açacakken balık devam etti: -Onun şatosunun özel kapısının altın anahtarını! Ve altın anahtar tam bu kadarmış: Balık yüzgeçleriyle boyunu göstermeye çalışırken devam etti: -Üstelik som altın da diil! Tutma yerleri parmak koymak için çıkıntılı girintili yapılmış. Ve çıkıntıların hepsi elmas, yakut, zümrüt tarzı taşlarla kaplanmış! Hem sonra... Ronja bu sefer kararlı bir sesle konuşmasına girdi ve balığı sonunda susturdu: -Teşekkürler balık!... Bobi?... Düşünsene! Kuş şimdiden zengin ya! O tarif ettiği anahtar o kadar boydaysa kuşta şu anda on dokuz milyon kpa (Köpek Patisi boyunda Altınlar-ı) var! Bobi hala emin değildi: -Peki ruhların da ışınlanacağı garanti mi? Balık soru bekler gibiydi. Soruyu duymadan önce yavaş yavaş göz kapaklarını aşağı indiriyordu. Ama soruyu duyunca hemen silkindi, heyecanla anlatmaya devam etti: -O makine var ya! İçine parfüm sıksan gidiyormuş ve üstelik size sanırım söylemeyi unuttum. O makineden ailedeki her bireyin odasına konuyormuş. Bütün bunları bana oğlum söyledi. Geliyor musun Goldi? Goldi elindeki büyük kitabı inceliyordu. Babasına seslendi: -Bi'dakka baba! Bobi merakla sordu: -Peki iyi güzel de... Deodorant-dondurmamış... O ne öyle? -Ha, o mu? O güzel kokan bir gaz. Değişik kokuları olabiliyor. Çukulata kokanı, nane kokanı, limon kokanı, vanilya kokanı... -Yeniyor mu peki? -Yok. Yenmiyor. Vücuttaki ter kokusunu alıyor. Bobi hayıflandı: -Keşke sarayda o sıcak yaz günlerinde deodorant keşfedilmiş olsaydı... Ronja araya karıştı: -Neyseee.. Teşekkürler! Bobi geliyor musun? Ben şu kuşa bakmaya gidiyorum. Balık aralarına girdi. Bobi tam ağzını açacakken: -Duyduğuma göre seminerler veriyormuş. Seminerler yanlızca kırk beş dak'ka sürüyormuş. Oğlum da şu anda oradan aldığı kitabı inceliyor zaten. Bilirsiniz o elektronie meraklıdır. Hadi Goldi! Ben eve gidiyorum! Şey... Heh heh... Görüşürüz! VII. Bölüm Bobi, Ronja'yı dürttü: -Dediklerinden bir şey anlıyor musun? -Şşşt! Toplantıdaydılar. Kuş ciddiyetle cıvıldıyordu: -...ve 'x' ışınları ile 'lc100' fotonları birleşirse oluşacak olan patlamaya strskop gözlemcisi olarak bakarsak foton patlamaları ve 'lc100' fotonlarının 'x' ışınıyla bir dokunmayanı sırasında ortada muntazam bir yokoluş görürüz. Aslına bakarsanır bu yokoluş yanlızca fotonlar, 'lc100' fotonları ve 'x' ışınlarından oluşmaz. Bunun içinde 'clg' molekülleri ve 'xvl6' gazının da yer aldığını sizlere bildirmekten onur duyarım. 'Clg' molekülleri ve 'xvl6' gazı aynı zamanda bu yokoluştan başka varoluş sırasında 'oksijen' ve 'karbondioksit'ini karışımı olan (Bu gaz yanlızca kuşlar tarafından bu adla bilinir. İnsanlar buldu mu bilemiyorum.) 'clgmhbgl240' gazıyla sürtününce 'x' fotonlarından arınarak yanlızca 'x' ışını olarak değil 'sk549p' gazıyla birleşip normal bir kütle halinde dünyaya getirir. Bu gazın yan etkisi olan 'glep870ultrason51px' (Bir kanser türü) kanserini yani 'clgmhbgl240' gazının yan etkisini de 'spoloskopultrson76pixtrb' gazıyla etkisiz bırakıyoruz. Bu yüzden bu ışınlama makinası özgün adıyla 'fotonxsix76854h-plmzg' size zehir ve yan etkisi olmadan bütün ektoplazmalara, ruhlara, hayaletlere ve meleklere duyarlı. Yani sizi ışınlayan bu makinanın her türlü katı, sıvı ve gaz madde için hatta hayali maddeler için de kullanılabildiğini açıklıyorum. Kullanma klavuzunu özet biçiminde veriyorum. Salon kapılarından sürüyle kanguru girdi. Keselerinde ciltli kalın, bir insan kafası kadar kalın kitaplar vardı. Yanlarına gelen kanguru onlara iki tane kitap verirken Ronja elini kaldırıp birini geri verdi: -Biz çiftiz. Bobi o sırada kitabı karıştırırken: -Vay be! Özeti bu kadarsa acaba kendisi ne kadardır! Bu kuş kesinlikle zırdeli! -Yok ya... Baksana adam bize en gerekli olan şeyi gösteriyor. Dünyaya gitmek için her türlü yolu aradık taradık. Sonunda bulduk. Sense bulduğumuz şeyi yapana zırdeli diyorsun. Bir dakika... Versene şu kitabı. Bobi verdi. Ronja kitabı karıştırırken Bobi iyice coşmuştu. Heyecanla sordu: -Acaba makinayı yaptıktan sonra dünyaya inip, bu makinayı millete verip bizi uzaylı sanmalarını sağlasak mı? -Abartma. Dünyada bu makina için gereken aletler yok ki... -Biliyorum. Ama yanımıza alıp makinayı orada yapabiliriz! -Sana bunun olmayacağını gösterecek iki neden söyleyeceğim dinle: -Dinliyorum... -Kes sesini! Birincisi; Biz insanlar tarafından görünemeyiz. İkincisi; Burada yazan aletlerin yüzde doksanını bilmiyoruz. Belki daha fazlasını... Şuna bak. Matkap, silindir flörosan lamba, sivri uçlu tornavida... Ronja patileriyle gösterip sayarken birden balık yanlarına geldi. Nefes nefese sordu: -Arkadaşlar matkap nedir? Kendi yüzyılımın gelişmiş olduğunu beni besleyen kediler (biliyorsunuz fabrikasyon balık yetiştirme çiftliğinde büyümüştü balık) söylerdi. Ama şu anda matkabı bile bilemiyorum. Sözde yirminci yüzyıl gelişmiş ve ileri çağdı... Ronja çevresine bakınırken dalgn dalgın sordu: -Tanıdığın bir yirmi üçlü var mı? Balık yanıt verdi: -Yok... Ama bulabiliriz... Umarım... Balık, Bobi ve Ronja gelecek, aletler ve nasıl yapacakları hakkında konuşuyorlardı. Yanlarından geçen bir tarla faresi bunları duydu. Hemen aralarına girdi. Ve bu Ronja'yı çok rahatsız etti. Fare: -Meraba! Ben bin dokuz yüz seksen yediden geliyorum. Konuşmalarınızı duydum. Size yardım edebilir miyim? Çünkü bu aletlerin yüzde doksanının yerini ve kullanım biçimini biliyorum. Gerisini biraz araştırırız. Balık safça atıldı. Bobi onu durduramadan sevecen bir sesle: -Cidden yardım eder misin? Aramıza katıl! Seni sevdim dostum... Aslına bakarsan ben bütün fareleri sevmişimdir. Hangi ailedensin? Senin gibileri ben severim... Eee... Şey makinayı yapar mısın? Su ister misin? ... Senin gibi özel farelerle tanışmayı hep isterdim... Fare bütün bu pohpohlanmaların gerçekten içten olduğunu anlayınca balığı parmağında oynatacağını anladı. Sakin bir sesle yanıt verdi: -Hıyar kedinin biri beni yedi. Benden sonra ölen örümcek anlattı. Hem biliyo... Ronja ayağa kalktı. Bu farenin böyle konuşmaya başlarsa bir daha susmayacağını anlattı. Kendine getirmek istercesine farenin de göreceği şekilde kuyruğuyla vurdu balığa. Balık durumu anlamışcasına göz kırptı. Ronja Bobi'ye kafasıyla kalk dedi. Sonra yalandan bir sıcaklıkla fareye döndü ve konuşmaya başladı: -Evet fareciğim... Artık başlasak diyordum. Senin gibi usta olduğuna emin olduğum fareleri her zaman sevmişimdir... Balığın sorusunu yanıtlamadın... Benim için ailenin soy adını söyler misin? Ronja öyle bir konuşmuştu ki, fare kibirli kibirli anlatmaya koyuldu: -Ben çok ilginç bir aileden geliyorum. Annem Peynirovski ailesinin en soylu kızı, babam da Peyhov ailesinden. Üstelik benim kuzenim olan Rokiva Peyodricka da kral için peynir müziği yapar. Yeğenim olan Peyoni Rokiçka da lord Perkodoviçka Peyrokicka için yemek yapar. Üstelik ben ölmeden önce on hizmetçim, üstelik onlar Piyodor Peykiçiros'un çocuklarıydı benim için sürekli kırmızı halı sererlerdi yere. Yeğenim Peyoni Rokiçka ve kuzenim Rokiva Peyodricka da mavi halı kullanırlardı... Üstelik ben Rus asıllı bir fareyimdir... Ve aslına bakarsanız... Ben de demiştim ki... Aslına bakarsanız ben... Ben... Eeee... Şeyy... Ben... Üüü... şeyy... ha ha... üüü... ben de gidiyordum zaten ... Bobi'nin bakışları gerçekten korkunçtu. Ronja'nın bakışından 'yapma yaaa?...' lafı okunabiliyordu.. Balıkta yüzgeciyle çene kısmındaki pullarını sıvazlıyordu. Fare biriki kem küm daha ettikten sonra çekip gitti. Balık arkasından seslendi: -Peydorikvskovsiçkarokik'e selam söyle! Hani kuzenin vardı ya! Öpücüklerimi ilet ona! Bobi, Ronja ve balık katıla katıla güldükleri sırada yanlarından bir balina geçip gitti. Balinanın kafasında fötr şapka vardı. Elinde de kırk saat boyunca ovulup parlatıldığı belli olan bir baston vardı. Şov sunucularına benziyordu. Yanında da bol tüylü bir tekir vardı. Daha yavrucuktu tekir. İkisinin de elinde ışın makinası yapım ve kullanma klavuzu vardı. Tekircik için çok ağırdı o kitaplar. Minim pençeleriyle kitapları zaten talan etmişti. Bir de tutmayı çalışırken yine o minik pençelerle yırtarken komik gözüküyordu. Ama yine de onları taşımak için kendini öyle hırpalıyordu ki... Hiç kimse gülmedi. Yanlızca gülümsedi. Uzaktan bir kanguru gözüktü. Ama yavrucuk tekir kedi ona bile kitabı vermedi. Balık bunları görürken kafasına balyoz yemiş gibi oldu. O bir balinaydı. Şov sunucusuna benzese bile bir balina her zaman için bir balinadır. Balık heyecanla bağırdı: -Hemşerim! Hemşerim! Balina durup Bobilere döndü. Sevecen bir yüzü vardı. Ama gözlerinde hafif bir ukalalık vardı. O gözler 'Benim gibi yetişkin olmanız biraz zor' diyordu. Kimse takmadı. Balık da takmadı. Biraz gıcığına gitmişti ama 'hemşeri' 'hemşeri'ydi. Bobi hafif biriki hırladı. Ama gözleri kediye kaydı. Yavrucuk tekir kedi sonunda kitapları bulut yığınlarından birinin üstüne bıraktı. Tiz bir sesle: -Alan alsın n'apayim ben bunları? Hem ben okuma bilmiyorum ki! Diye miyavladı. Balina kediye: -Tamam. Koy onları... Bak şimdi. Senin kiminle tanıştıracağım biliyor musun? Neredeyse amca oğlu kadar yakın bir arkadaşla! Tırman omsuma... Hadi bakalım... Ronja bir an için balina hakkında ön yargılı olmamayı geçirdi içinden... Balina gruba yaklaştı. Herkeze şapkasını çıkardı. Balığa sordu: -Dostum, kaçıncı yüzyıldan? -Ben yirminin otuzlarındanım. Kediler bizi fabrikasyon olarak yetiştirip yiyordu. Korkunç bir şeydi. Kedilerin hepsi bir kediye böyle, başkan gözüyle bakıyordu. O başkanın adı da Kitler'di. Her gün yemeğinde kılıç balığı yerdi. Sen? -Ben on sekizlerin başlarındanım. Ama burada neredeyse kırk senedir varım. O yüzden bütün o yirmi üçlülerin aletlerini bilirim. Yardımım dokunur mu? Bobi ve Ronja balinanın konuşmasında iki kere irkildiler. On sekiz lafında Kit'i yirmi sene sonra göreceklerini düşünüp üzüntüden irkildiler. Ama yirmi üçü duyunca sevinçten irkilip kocama birer 'oh' çektiler. Bütün bu ohlar yarıda kaldı. Çünkü bizim 'yavrucuk tekir kedimiz' Bobilere el sallıyordu. Balinanın sırtından kaydı ve bulutlara düştü. Balina iki devasa yüzgeciyle kediyi gösterip tanıttı: -Bu Tippoş. İki sene önce buldum. Babasıyla, annesini arıyordu. Meraba de Tippoş! Hadi! Elini sallayıp meraba de! Tippoş utangaçlık bir yanda, hemen geldi ve Ronjanın yanına oturdu. Normal bir sesle: -Herkese meraba! Dedi. Sordu: -Artık makinayı yapsak? VIII. Bölüm Kılıçlar şangırdıyordu. Kit ağır yaralanmıştı. Sendeleyerek bir duvarın dibine gitti. Sol kolu korkunç acıyordu. Çok kan kaybetmişti. Gözlerini kapadı. Ölmüştü... Cennete çıkacağını hissediyordu. Ruhu bedeninden ayrılmıştı ama hala yarı baygındı. Sonunda ayrım noktasına vardı. En az beş yüz kişi vardı. Bunların iki yüzü köpekistan halkındandı. Krallarını görmediler. Çünkü ruh bedenlerinde hala kan izleri vardı. Kit kendi bedenine baktı. Onda az ama derin yaralar vardı. Hele sol kolu... Ufff... Normal kedilerin pençeleri sivridir. Doğru açıdan deyince iyi kanatır. Bir de düşünün... O pençe her gün bileyleniyorsa... Askerlik buydu işte... Ellerinde kalkanları da yoktu. Çamur ve kir yüzünden kabuklaşmış ve diken diken olmuş tüyler onları koruyordu. En korkunç yanları ise onlar küçüktüler. Bir köpek başka bir kişiyle uğraşırken onun yanına geçiyorlardı. Böylece onlara sataşan köpekler birbirlerine vuruyordu. Kit dalgın dalgın düşünürken bir ruh herkese çay irkam etti. Kit'e de öğütte bulundu: -Kralım burada saatlerce beklemeniz gerekebilir. Cennete gitmek isterseniz sabırlı olun efendim. Kit dalğın dalgın cevap verdi: -Olur... Tamam... * * * Kedilerin ordusu ilerliyordu. Bu ordu gerçekten büyüktü. Çok güçlü ve çok sivriydi üstelik. Üzerlerine atılan top ve oklardan anında kaçıyorlardı. Şatoya ilerlerken hiç can kayıpları olmadı. Snopi de bu orduyu gördü. Babasının ordusu zannetti ve bağırdı: -Geliyorlar! Geliyorlar! Ama laflarının ardından Yüzbaşı Kanlıdiş, Havhav Birliğine emir verince umutsuzluğa kapıldı. Babası öldükten sonra bu topraklar onun olmayacaktı. Artık bu kesindi. Çünkü babası ona her zaman düşman ordu saraya yaklaşmaktaysa o sarayın dünyanın en büyük şansıyla kurtulabileceğini, onun da kesin olmadığını söylerdi. Snopi bir anda düşüncelerinden sıyrıldı. Todi ve Nodi ona sıkıca sarılmışlardı. Gözlerini yummuşlardı. Todi sordu: -N'apıcaz? Ha? Kurtulucak mıyız? -Emin değilim. Ama sen merak etme. Ben seni elimden geldikçe koruyacağım. Bir el Snopi'nin omuzuna dokundu. Snopi bir çığlık attı. Ama arkasına dönünce dokunanın annesi olduğunu gördü. Ama derin bir soluk alamadı. Çünkü annesi onu çekiştirip kardeşlerini çağrıyordu: -Todi! Nodi! Ağabinizin elini tutun. Çabuk! Snopi! Sen de beni izle! İsabell onları mahzene indirdi. Bir dolu şarap şişesinin arasındaki küçük kapıyı buldu. Elini kapının tokmağına uzattığı sırada kapı açıldı. Bir siyam alayı onlara saldırdı... * * * -Anne? Biz neredeyiz? -Snopi.. Gerçeği söylemek gerekirse sanırım biz öldük. -Peki burası neresi? -Ben de bilemiyorum. Ama sanırım baban da burada. Birden arkalarında bir siyam kedisi gördüler. Sendeleyerek geldi. Snopi'nin başını okşamaya çalıştı. Ama boyu Snopi'den bayağı kısaydı. Sonra vızıltılı bir sesle İsabella'ya bir şeyler söyledi: -Kraliçem... Beni affettiğinizi umarım. Size söyleyebilirim ki, sizi isteyerek öldürmedim. Generalimizi bir görseniz... Şu zorunlu askerlik yok mu? Çok kötü bir şey. Ama yine de size temin ederim ki sizden daha çok biz acı çekiyoruz. Kralımız ülkeyi istiyor diye sizin gibi masum köpekleri öldürmek hiç de keyifli değil. Kedi arkasına bakmak için döndüğü sırada İsabella da öne baktı. Tanıdık bir koku vardı bu çevrede. O anda Kit'i gördü. Asansöre biniyordu. Sevinçle havladı. Kit de onu görünce kuyruğunu salladı. IX. Bölüm Balina son parşömeni açtı. Bir yandan da mırıldanıyordu: -Şu klavuz parşömenden olmasa olmaz değil mi? Tippoş balinanın dediğini duymuştu. Dalgın dalgın cevap verdi: -Kuş Mısırlıysa n'apalım ki? Eski adetlerini unutmadığı besbelli. Balina Tippoş'u dinlemeden parşömeni okuyordu: -Böyle bir durumda 6/0* flörosanını sivri ve küçük uçlu tornavidayla sıkıştıracağız. Hemşerim... B6 vidasını verir misin? Balık hızlıca koştu ve B6 vidasından bulana kadar vidaların üstünde dolaştı. Sonra B6 vidasını buldu ve hemen getirdi. Balina gözlüğünün arkasından baktı. -Evet yanlış duymadınız. Balina biraz yaşlı olduğu için yakını zor görürdü.- Sonra Ronja'ya seslendi: -Evet Ronja sıkıştırma işi size kalıyor... Benim bu yüzgeçlerle yapacağımı sanmazsın her halde... Balık keyifle konuştu: -Bazen balık olmak işe yarıyormuş be! Bobi ve Ronja da son flörosanın bütün vidalarını sıkıştırana kadar çalışıp durdular. * * * -Vaaov! Bu acayip şey pek de güzel görünürmüş ya! Balina baktı baktı ve söylendi: -Solaryuma benziyor... Balık şaşkın şaşkın sordu: -O nedir be? Tippoş yanıt verdi: -Bir çeşit güneşlenme aleti. Böyle içine giriyorsun ve çıktığında güneşin altında kalıp bronzlaşmışmış gibi oluyor. -Haa... Desene geyik bir alet. Bunu diyen Ronja'ydı. Sonra sordu: -Boş verin şimdi solaryumu, akvaryumu da... Makina tamam mı? -Tamam... Yani... siz... -Binebiliriz! Dedi Bobi. Makinaya girdiler. Düğmeye bastılar. Bağırdılar: -Hoşçakalın! Makina homurtular çıkarmaya başladı. Balina ise dışarıda söyleniyordu: -Tüh bütün flörosan yedekleri içerde kaldı... Tippoş ise yanıt verdi: -Boşversene! Belki gerekir! Onlar öyle konuşurken balinanın fötr şapkasının üstünde minik bir uzaktan kumanda duruyordu. Işın makinasının uzaktan kumandası... X.Bölüm Bobi biraz korkarak sordu: -Düşünsene Ronja... Ya Dünyada savaş varsa? -Onu bilmem de... Ronja bunu söylerken ceplerini karıştırıyordu. (Bilirsiniz onlar üstlerine bir şey giymemelerine ramen cepleri vardır postlarında. Ya deri ya da kumaş bir şeyler dikilir hani pantalonlardaki ceplerdeki gibi.) Sonra birden durdu. Sordu: -Kumanda sende mi? Bobi endişeyle yanıt verdi: -Yooo! Sen de değil mi? Ronja kafasına vurarak cevap verdi: -İşin doğrusunu söyleyeyim mi? Kumanda bende de yok. Mavi ışıklar çevrelerini sardı. Ronja irkilerek ellerini gözlerine götürdü. Sonra ilginç bir iniş oldu. Ronja, Bobi'ye bakınca onun yerinde mavi ışınlar gördü. Sonra hepsi yavaş yavaş yok oldu. Artık dünyadaydılar. Ve biri gelene dek burada kalacaklardı. Ronja birden irkildi. Çünkü şimdi havada durduklarını farketmişti. Bobi aşağı baktı. Yanlarındaki flörosanlara baktı. Ronja da aşağı baktı. Ve yüzü bembeyaz oldu. Çünkü aşağıda bir alay kedi ve köpek savaşıyordu. Flörosanlarda hafif bir sarsıntı oldu. Sallandıktan sonra, taştan bir kulenin son taşını koyunca yıkılmasına benzer bir şekilde düşmeye başladılar. Bir iki beş on derken de Bobi'yle Ronja bunlara katıldı. Birlikte yere süzülürken Bobi çığlık atıyordu. Flörosanlar yere düştü ama kimse onları farketmedi. Görmedi. Duymadı. Takılmadı. Bobi ve Ronja düşüncede Hiç kimse onları farketmedi. Kılıçları üstlerine salladılar. Ama bunu karşılarındaki kedi veya köpek için yaptılar. Ronja her gelen kılıçla irkiliyordu. Ama gerçekten de denizanası bol olan bir denizde yüzmek gibiydi bu. Sonunda çıktılar. O iki alayın ortasından ayrıldılar. Savaş bitmiş gibiydi. Her yerde inleyen köpekler, sendeleyen kediler vardı. Ama hala bazı köpekler tahtalara bağlanmıştı. Ve okların atılmasını bekliyordu... * * * Kit asansörün yanında beklemeye koyuldu. Çevresine bakındı. En başta Snopi geldi. Babasının kucağına atıldıktan sonra güldü: -Baba! Gerçekmiş! Arkadan sendeleyen bir siyam kedisi geldi. Snopi'ye el salladıktan sonra başka kedilerin de bulunduğu bir alana geldi. El vurmalar, kihlemeler ve sevinç miyavlamaları çıkartan bir grup. Kit sordu: -İkizlerle annen nerede? Şeyy... Kardeşlerim ikiz ya o yüzden sorun çıktı. Uzun sürecek sanırım. Bir de bir sorun var, daha önce mutfaktan ekmek aşırmışlar ama buraya geliyorlar. Yanlızca şimdilik uçamazlarmış. Hem biliyorsun, asansör çocukları başları dönmesin diye yavaş getiriyo... Asansör belirdi. Gerçekten yavaştı. Ama kapı açıldığında çıkanlar hiç de yavaş değildi! Asansör indi ve yine göründü. Bu sefer normal bir hızla geliyordu. Kit ikizlere kızarken İsabella geldi ve söylendi: -Haydaa... Küçücük çocuklara neden kızıyorsun böyle? Hayret bi şey... Kit başta arkasını dönüp usturuklu bir laf söylemeye karar vermişti. Ama sesin tınısı... Hafif kıkırtı... Ve en önemlisi koku... Bunlar İsabella'ya ait değil miydi? -İsabella? -Günaydın! Aynı anda Kit ayağa kalktı. İlginç bir olaydı sonuçta. Teorisine göre şu anda annesi ve babası da buradaydı. Ne kadar güzeldi. Yüzünü bile hatırlamadığı annesini yeniden görmek... Hoş olacaktı. Kit bunları düşünürken arkadan boğuk bir ses duyuldu: -Siz kral mısınız? Kit dalgın dalgın cevap verdi: -Evet... -Adınız Kit mi? -Evet... -Ben sizin babanızın arkadaşıyım. Ve şu anda onun dünyada olduğunu üzülerek söylüyorum sana. Baban ölmüştü ama bir ışın makinasıyla sizi görmek için dünyaya indi. Annenizle birlikte. Sana söyleyebilirim ki... Eğer ben dünyada olsaydım, çocuklarım yeni ölmüş olsaydı, ve Bobi burada olsaydı, ben dünyadayken bobi çocuklarımı bana gönderirdi. Ve ben de şimdi seni dünyaya göndereceğim. Kabûl mü? Kit n'apabilirdi ki... Karşı çıkamazdı. Zaten karşı çıkmak işine gelmezdi. Ama dünyaya inmek... Yıkık dökük çatıları görmek... Ama yapacak başka şeyi yoktu. Dönüm noktası kendisinden geçiyordu... -Tamam. Bu arada ışın makinası nedir? Balık küçümser bir edayla konuştu: -Aah ah! Anlaşılan sen hiç sayns fikşın romanı okumadın! -Hayır ama... Sayns fikşın ne?! O ne? Işın ne? Makine ne? Kit ikinci sorusunda patisini balinaya yöneltmişti. Biraz da korkarak bakıyordu. Balık gülerek cevap verdi: -O mu? O benim hemşerim, balina! Sırtındaki de Tippoş: Balina elindeki bastonuna dayanarak soluk soluğa geliyordu. Şapkasını çıkartıp selam vereceken pat diye yere düştü. Tippoş hala bağrıyordu: -Hadi deh! Ben balinacılık oynamak istiyorum! Yaaa! Ama yoksa ben sıkılırım! Balinanın neden bitkin düştüğünü anlamak kolaydı. Snopi balinaya yaklaştı. Todi ve Nodi de kediyi kovalamaya başladı. Ama Snopi kediye bakmadı bile. Onun aklı fikri bu dev hayvandaydı. Neydi bu? Böyle iri bir balık daha önce hiç görmemişti. O sırdada balık Kit'i iteleye kakalaya ışınlama makinasına sokmaya çalışıyordu. Kit bağırdı: -Görüşürüz millet! Balık onu içeri itti. Kapıyı da kapattı. Kit'e seslendi: -Yaşadığın yüzyıl neyse düğmelerden sana uygun olana bas! Babanın olduğu yere inersin! -Tamam tamam! Kit mırıldanıyordu: -Baba yaa... Neden biraz beklemedin? Off... Neyse. Hangi tuş? Hangi yüyıl? XVII? XVII... XVII... Hah burada. XVII başı... XVII ortası... XVII sonu... tamam XVII sonu. Basıyorum. Basıyorum. Bastım! O anda küçük bir sarsıntı oldu. Çevresinde bir sürü mavi ışık belirdi. Makinadan duman çıkmaya başladı. Bir sarsıntı daha oldu ve Kit ilginç bir iniş yaptı. Evet. O da bulutların üzerindeydi. Aşağı bakıyordu. Yanındaki uzaktan kumanda ile düştü düştü düştü. Mızraklarla çevrili bir alana düştü. Savaşın ortasında bir yerlerde yağverini gördü. Gözlerini kapadı yağver. Sanırım ölmüştü. Sonra yürüdü. Gelen her mızrakla irkiliyordu. Ama aslında irkilmesine gerek yoktu. Bir tane mızrak gözünün içinden girip kuyruğundan çıktı. Ama Kitin üzerinde ne kan vardı. Ne de yara. Sonra korkmamaya başladı. Uzun bir alan boyunca yürüdü. Sonra onun kalkanlarını yapan bir demircinin evine yaklaştı. Birden çatıda iki tane köpek gördü. Bunlar annesi ve babasıydı. Uzaktan kumandayı sıkıca kavrayıp bütün hızıyla koşmaya başladı. Yaklaşınca da bağırdı: -Anne? Baba? Bobi döndü baktı. Gelende bir tanıdıklık vardı. Ronja'yı dürttü ve Kit'i gösterdi. Kit bir daha bağrınca da onun Kit olduğunu anladılar. Kit mutlu bir şekilde onların yanına çıktı. Bobi, Kit'i görünce affallayarak yere düştü. Bobi aşağıdan Kit'e seslendi: -Oğlum! Sen bu musun? Kit reverans yapıp yanıt verdi: -Evet sevgili kralım. Ben buyum! Ronja düşündü. Sordu: -Sahi buradan nasıl çıkacağız? Kit yanıtladı: -Yanımda uzaktarn kumanda var! O sırada kumanda mekanik bir sesle konuşmaya başladı: -Acele-edin-efendim.-Dünyaya-geliş-gidiş-süreniz-dolmak-üzere!-Bana-dokunun-dokunun-geri-dönüyoruz. Kit sordu: -Makine, acaba annem ve babamı da yanımıza alabilir miyiz? Makine mekanik sesle cevaf verdi: -Olmaz-efendim-imkansız-ben-bir-kişi-için-ayarlıyım- dokunun-efendim-dokunun-gidelim-on-saniyeniz- var-dokunun. Kit, Ronja'ya seslendi: -Anne! Sen dokun! -Olmaz Kit! Bununla sen geldin sen gidiceksin! -Hayır anne! Sen dokun. Babamla ben her işi hallederiz! Çabuk dokun! Ronja istemeyerek dokundu. Mavi ışınlar çevresini sardı. Sonra ortadan kayboldu. Bobi mırıldandı: -İşte bu kadar... Pekâla, şimdi n'apıcaz? XI.Bölüm -Yapman gerekiyor... Ruhlar adına yapman gerekiyor... Sana vereceğim... Sana... Sana... ... Eee... Öööö... Sana... Sana bir... Bir... Liste!.. Sana bir liste vereceğim. Beni dinle... Bir meleğin sesini dinle... dinle... dinle... diinleee... Bobi ve Kit sonunda demirci bir kedinin yatak odasından çıktılar. Kedinin rüyyasına girip bir güzel işletmişlerdi. Bobi elini Kit'in omuzuna koydu: -Tamam oğlum, bu işi de yarıladık! -Yapma yaaa! Senin kadar zor anlatan yoktur herhalde. Sonra başını yukarı kaldırdı. Ve söylendi: -Tanrım... Listeyi anlatmak için kitabı gösteren şu hayvana dayananmam için bana biraz sabır ver! Bobi güldü: -Saçmalama sen daha iyisini yapamazdın. Dua et ki alışveriş demedim, ki sen öyle de diyebilirdin! Kit, Bobi'yi yukarı çekti: -Gel çatıda oturalım. Bir süre oturup yıldızları seyrettiler. Sonra Kit sordu: -Dediklerimizi yarın söyleyeceğiz ya. Sence öbürsü güne kadar yapar mı dersin? -Zannetmem. Kesinlikle ilk önce bir kâhine gider.`Sonra Kediana'ya adak sunar. Hala emin değilse karısına danışır. Gece yine rüyyasına girer listeyi verir ve gece yarısında hazır olmasını isteriz. Sen merak etme. Er ya da geç cennette olacağız. Bir süre daha yıldızları seğrettiler. Bobi, Kit'e dönüp sordu: -Şimdi bize düşen görev ne biliyor musun? -Rüyyaya girince söyleyeceğim sözleri yazmak mı? -Hayır. Aslında o da bir yöntem. Ama benim yöntemim daha güzel. Bize en güzel görev düşüyor. -Nedir o? -Beklemek... -...ve sabretmek! -Eeee... o kadar olacak ama! Burası cennet değil ki! -Evet katlanacağız! XII. Bölüm -Sensin ey kedi... Ruhlar gelip Kediana için bir şeyler istedi. Eyy günahkar kedioğlu! Sen onu bile vermedin! Ya kardeşim be... En azından şunları veriver! Eyy Kediana'nın kulu! Şimdi beni yine... üüü.. dinle! Eyy kedioğlu! Sana dediklerim yarın geceyarısında hazır olacak. Kediana'ya bir koli köpek maması getir. Kedioğlu! Sen bize, Kediana'ya sivri, demir kıymıklar hediye et! Bobi öfkeyle bağıran Kit'in yanında yukarı kuşkucu bir şekilde bakarken 'Umarım tarifleri anlar...' diye aklından geçiriyordu. Kit konuşup duruyordu. Sesi bazen öfkeliydi... Bazen yalvarırcasınaydı... Bazen nutuk çekiyordu... Bazen işi şakaya alıyordu... Bazen de espriler yapıyordu... -Uzun demir çubuklar ver ona kedioğlu! Kudretli Kediana'ya, kudretli demir çubuklar ver! Eyy kedioğlu! Ona değerli sarı sıvı ver. Ona layık olduğu parıltılı sıvıyı ver! Kit elindeki listeye baktı. Sıvı altın... (Kediana'nın layık olduğu parıltılı sıvı) Tornavida... (Kudretli demir çubuklar) Çiviler... (Sivri demir kıymıklar) Çekiç... Tamam... Herşey olmuştu... Kit son birkez demirci kediye seslendi: -Gözüm üzerinde... Seni Kediana da görüyor Kediana'nın kulu... Gözüm üzerinde... * * * -Uff! Beynim yıkandı be! Çok iyidin! Kit ve Bobi kukuletalarını çıkartırken aralarında konuşuyorlardı. Kit özlemle: -Umarım bir koli köpek mamasını anlamıştır. Yumurta, süt, tuz ve o güzelim yoğurdun enfes tadını unuttum sanki. Yemeyeli bayağı oldu. Bobi gülümsedi: -Heh! Ben o mamalardan cennette yiye yiye bıktım! Şimdi sana baban olarak bir fedakârlık yapacağımı söylüyorum. Dinle. Sana ben bu ülkenin eski kralının babası Kral III. Kemike olarak o kolideki bütün mamaları yeme görevini veriyorum. Kit bütün uzun zırvalar boyunca dili dışarda bakıyordu. Sonunda ise bağırdı: -İşte bu! -Şşt Kit! Sakın bunu yaptığını bir daha görmeyeyim. Kedinin rüyyasındayız hala! Zavallı uyanacak şimdi! Özür dile! -Özür dilerim... Kit ve Bobi rüyyadan çıkıp kedilerin ele geçirdiği şehiri dolaşmaya başladılar. Bobi sordu: -Kit, bana savaşı anlatsana? -Olur baba. Kediler şehrin surlarını geceliyin tırmandılar. Surlardaki okçuları ve diğerlerini bir güzel temizlediler. Sabah kenti de elden geçirdiler. Sonra bir duvarı işaret etti: -Ben de burada öldüm. Sol kolumda bir ok vardı. Bayağı kan kaybetmiştim. Duvara dayandım soluklanmak için... İşte! Şimdi buradayım! Yine duvarın dibinde! Bobi mırıldanıyordu: -Eveet... Atalarımızın yüzde doksanı böyle ölmüş biliyor musun? -Cesurca bir tarz. -Ama ülke elden gittiği için onların kategorisine giremiyorsun. Kit alaylı bir sesle babasına homurdandı: -Ne yani, senin gibi mi ölseydim? Bobi kem küm ettikten sonra yanıt verdi: -Mesela! -Yok olmaz. Üstelik şu anda yaşıyor olsaydım ve kral olsaydım bütün halkımın ve bütün köpeklerin yüzme bilmesini gerektiren bir yasa çıkartırdım. Bi de özlü söz! -'Bilmeyen yüzmeyi, ne yazıkki bilir ölmeyi' gibi abuk cubuk bir atasözü çıkardı gelecekte. -Ne yani! İyi olmaz mıydı? -Ney iyi olmaz mıydı? -Bir 'ata' olmam! -Kıskanırdım! Kilisenin çanları onbir kez çaldı. Bobi, Kit'e seslendi: -Hadi oğlum, gidelim! -Daha bir saat var ama neyse... Niye bu kadar erkencidir ki bu da... Birlikte uçup demircinin çatısına kondular. Kit katlanabilir kukuletasını giymek için bir hareket yaptı. Bobi kafasını sallayarak onayladı. Birlikte iki beyaz kukuletalı hayalet olmuşlardı. Kit sordu: -Siyah bir kukuletamız olsa daha iyi olmaz mıydı? -Hayır! Siyah kukuletalı hayvanlar cehennemden çıkmadır. Bunlar bize yeterli. Yarım saat sonraydı. Minik bir konuşmadan sonra kilisenin çanları oniki kez çaldı. Kit, Bobi'ye seslendi: -Hadi baba, gidelim! Gerçi gidecekleri yer yoktu. Çatıdan inip evin kapısından içeri geçtiler. Kit'le Bobi içeri girerken demirci kedi koliyi yerleştiriyordu. -içinde köpek maması olan hani- Sonra ateşin yanına gitti küçük bir tastaki sıvıyı karıştırdıktan sonra aldı ve masanın kenarına koydu. Sonra gözleriyle yıkarı bakıp bir şeyler dedi. Daha sonra yatağına gitti. Bobi, Kit'e gel işareti yaptı. Birlikte taşımaya başladılar. Bobi elinde -pek benzemese de tornavida olan- tornavidaları taşıyordu. Kit ise avucunu yakan demir kıymıkları -yani çivileri- taşıyordu. Bobi, Kit'e açıklamaya başladı: -Bak oğlum. Normalde bu kadar lüks takılmamalısın. Bu acil bir durum olmasaydı eğer... -Tutkal yerine kurumakta olan sıvı altın kullanmazdık değil mi? Bobi utanır gibi başını yana çevirdi: -Şeyy ben de tam böyle diyecektim zaten... XII. Bölüm Kit 'Kudretli demir çubuklar'ın tornavidadan bin kat daha kalın olduğunu öğrenince üzüldü. Pençelerinin de tornavidalarla aynı kalınlıkta olduğunu öğrendiğinde daha da üzüldü: -Uff... Babaa! Aynı boyda değil miyiz? Senin benden farkın ne? Senin pençelerin de benim gibi! -Benim bir ek özelliğim var da ondan. -Neymiş o? -Ben tarif ediyor olsam 'Kudretli demir çubuklar' demezdim. Onun yerine 'Kediana'nın parmakları' derdim. -Demiri nereye koyacaktın peki? -Iıı.. Şeyy... 'Kediana'nın demir parmaklıkları?' bu uygun mu? -Hayır! -Evet! -Hayır! -Evet! -Hayır! -Hayır! -Evet! -Evet mi? Güzel oğlum sonunda sen de benim gibi düşünüyorsun! Aferin sana! -Ama... Ben... -Önce şu flörosanı al. -Evet? -Onu buraya tak. -Taktım? -Sonra pençelerini çıkarıp sıkıştırmaya başla! -Avucunu yalar mısın oğlum? -Tabii baba... Ne?! Hayır!! * * * Ronja bulutların arasından dünyaya bakıyordu.: -Nereye gittiler? Uff... İsabella onu avutmaya çalıştı: -Üzülme anne... Onlar gelirler... Sen hiç merak etme... -Umarım... XIII. Bölüm -Çalışıyor! Çalışıyor! Gerçekten çalışıyordu. Makinadan dumanlar çıkıyordu. Eğer yedek flörosanlar ve yapım klavuzu olmasaydı... İşte o zaman kötü olurdu. -İçine gir oğlum! Çabuk gir! Girdiler. Dümeye bastılar. Cennete ışınlandılar. Dev bir sarsıntı oldu. Yumuşak bulutların üstüne baba oğul küçük bir düşüş yaptılar. Çevrelerine baktıkları sırada balığı gördüler. Elinde balık yemi çorbasıyla kantinden geliyordu. Yanındakilere baktılar. İsabella, Ronja, çocuklar, balina ve tippoş geldi. Kit tam bağırıcakken Bobi kafasını eydi. Kit eğilirken elinden uzaktan kumanda kaydı. Ve doğruca çocukların önüne düştü. Snopi diğerlerine seslendi: -Büyükanne! Anne! Bakın yerde ne buldum! Yerdeki bulutların arasından çıkan bir el uzaktan kumandayı aldı. Ama İsabella bunu farketti. O eli tuttuğu gibi Bobi ortaya çıktı. Ardından Kit de çıktı. Balık, balina ve Tippoş geri çekildiler. Bu aile manzarası bozulmazdı şimdi! Kit, Ronja'yı süzüyor, Snopi, Bobi'ye bakıyordu. Kısacası herkes birbirine bakıyordu. Böylece Kemike ailesinin iki kuşağı ve son kuşakları cennette yaşamlarını (pardon ama yaşamdan başka ne diyebilirim ki?) sürdürmeye devam ettiler.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Esin Yardımlı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |