İnsan melek olsaydı dünya cennet olurdu. -Tevfik Fikret |
|
||||||||||
|
Dört, beş yıldır bir şeyler yazmaya karşı duyduğum heves sürekli artıyor. Hatta diğer uğraşılarımı, hobilerimi kaldırıp bir kenara atmama neden oldu. Bazen ortaya çıkan cümleler beni bile şaşırtacak kadar güzel olabiliyor. Çoğu zaman da ruhsuz ve fukara anlatımlar içinde kıvranıp duruyorum. Yazmakla, günlük psikolojimiz arasında çok yakın bir ilişki olduğuna inanıyorum. Keyfim tıkırsa, günüm iyi geçmişse ve o günün akşamında bir şeyler yazmak için masanın başına oturmuşsam, ortaya çıkan yazıya mutlaka mizah kırıntıları saçılıyor. Hüzün kesinlikle insan duyarlılığımızı çok üst seviyelere çıkartıyor. Ama karaladığınız cümleler bütün duyarlılığınıza rağmen, onu okuyan kişiye yaşam sevinci iletecek, umut, sevgi yansıtabilecek yetenekten yoksun oluyor. Doğal olarak yazdıklarım okunsun ve beğenilsin istiyorum. Çünkü günlük tutmaktan uzak, daha çok paylaşmak, okunmak bir yana hatta beğenilmek beklentisindeyim. Bu nedenle yazdıklarımın mesleki bir bültende yayınlanmasına izin veriyorum. Yazdıklarımın Internet aracılığı ile hobisi benim gibi yazmak olan diğer insanlara ulaşması, okunması için çaba harcıyorum. Yazmakla ilgili tutumumun ve çabalarımın zavallı egomun doyurulmasına yönelik olduğunu kabul ediyorum. Yine de “Ben bir şeyler yazıyorum.” demekten hiç hoşlanmıyorum. Çünkü bir şeyler yazdığımı söyleyince karşımdaki insanlarda oluşan tepki her zaman canımı sıkıyor. Söylediğim için mutsuz oluyorum. Önce “ Ooo yazdığınızı bilmiyordum. Neler yazıyorsunuz? Yazdıklarınızı okuyabilir miyim?” gibi artık çok alışık olduğum bir tepki görüyorum. Bu hoş ve insana beğenilme hazzı yaşatan ifadelerin içinde hep muzip, alaycı bir anlam seziyorum. “Sen de mi yazıyorsun? Yazmak gibi ciddi birikim gerektiren asil ve soylu bir uğraş kala kala sana mı kaldı? Sen de yazıyorsan bu işin iyice suyu çıkmıştır. Senin her tarafın yazar olsa kaç yazar?” gibisinden alay ve küçümseme kokan bir samimiyetsizliği fark ederim. İşte bu his, bu sezgi, bu algı yazmaya duyduğum ilgiyi söylediğime, söyleyeceğime beni pişman eder. Diyelim ki o anda yazdıklarımdan bir, iki tanesi tesadüfen elimin altında ve çıkarıp “Yazdıklarınızı okumayı çok isterim.”diyen zat-ı muhtereme uzattım. Kaşlarını çatar, dudağını sarkıtır ve yüzüne ciddi bir ifade takınıp okumaya başlar. Bazılarının sanki sesli okuyacakmış gibi boğazını temizleme hareketleri yaptığına bile tanık oldum. Sanki dünyanın en büyük yayıncısı, en büyük eleştirmeni az sonra dünyayı yerinden sarsacak bir yeteneği keşfedecek. Oysa gerçek; amatör bir kelime hırpalayıcısının, cümle katilinin yazısını kitap okuma alışkanlığı bile edinememiş dandik birinin okuduğu kadar olağan, gündelik ve soluktur. Yazımı okuyanla aranızda genellikle “ Helal olsun. Hiç beklemiyordum. Bayağı da güzel yazıyormuşsun yahu. “ cümleleriyle bir konuşma başlar. Asıl fırtınanın biraz sonra bu cümlelerin ardından geleceğini çok iyi bilirim. Noktalama işaretlerinin doğru kullanılması ve dilbilgisi kurallarına uygunluk bakımından genellikle eleştirilirim. Bu eleştiriler haklı ve yerindedir. Çünkü defalarca okuduğum halde her zaman aynı yanlışları yaparım. Kendi yanlışlarımı görmek konusunda çok dikkatsizim. Ayrıca yazıp bitirmek, yazdığım şeyden çok çabuk kurtulmak gibi aceleci bir tavrım vardır. Eleştiriler içeriğe yönelmeye başladıkça hakaret halini almaya başlar. Adını bile duymadığım bir yazara öykündüğümü söyleyenler bile oldu. Benim yazılarım filanca kitapla, falanca yazarın arasında kendini kaybetmiş kişiliksiz cümlelerden ibaretmiş. Mümkündür, olabilir… İnternetten aldığım tepkilerden söz etmek bile istemiyorum. Bazen öylesine entelektüel cümleler yazılıyor ki tek bir kelimesin bile anlamıyorum. Yazıdaki bir cümleden hareket edip uzun uzun uzun psikolojik tahliller yapandan tutun da daha neler neler. Meğer benim bilinç altım tam bir çöplükmüş. Yazılanları ciddiye alsam kendimden nefret ederek yaşamak bir yana, intihar edip bu sefil yaşamı topluma zarar vermemek için imha etmem gerekir. Yazdıklarımı özellikle yakın ahbaplarımdan, komşularımdan ve iş arkadaşlarımdan saklamaya özen gösteriyorum. Örneğin, sevgiliyle kaçamak bir buluşmayı anlattım diyelim. Bu hiç tartışmasız zaten olmuştur. Onların asıl merak ettiği bu kızın kim olduğu ve nerede buluştuğumuzun ayrıntılarıdır. İki yıl kadar önce gecenin hayli geç bir saati çok sevdiğim bir arkadaşım aradı. Telefonda “ Siz yengeyle çok iyi anlaşıyordunuz. Ne zaman boşandınız abi?” diye sormaz mı? Önce gerçekten ne demek istediğini anlamadım. Hatta telefonun öteki ucundaki insanın benim sandığım kişi olup olmadığından şüpheye düştüm. Arayan arkadaşımdı ve hiçbir yanlış anlaşılma falan da yoktu. Ben de kafa bulmak için “ Hiç sorma. Bir şey anladıysam arap olayım. Oldu bir kere. Boşandık işte. ” deyiverince iş iyice dramatik bir hal aldı. Az kalsın telefonda ağlaşmaya başlayacaktık. Dayanamadım, “Sana boşandığımı kim söyledi? Kimden duydun?” diye sordum. Aldığım yanıttan ağzım iki karış açık kaldı. “Abi, sen kendin yazmışsın. Kimseden duymadım. İnternetten okudum .” demez mi? Hadi buyurun. Kolaysa şimdi gel de edebiyat yaptım diye anlat… Yakınlarıma göre öykü, deneme yada kurgu, düş gücü gibi kelimelerin hiçbir anlamı yok. Beni tanıyanlar yazılarımı, sanki herkesten gizlediğim günlüğümün sayfalarını ele geçirmiş gibi heyecanla, her cümleye inanmaya hazır bir psikolojiyle okuyorlar. Hiç kimseye kitaptan, kitap yazmaktan tek bir cümle ile bile bahsetmediğim halde sanki kendi aralarında anlaşmışlar gibi “Hani, kitap işi ne oldu? Senin kitap daha çıkmıyor mu? Çıkınca bana da bir tane imzalayacaksın. Tamam mı?”diyerek benimle kafa bulmaya bayılıyorlar. Ben de onlarla daha fazla gereksiz yere didişmemek için “Eli kulağında. Önümüzdeki ay çıkıyor.”deyip geçiştiriyorum. Aslında bu kitap muhabbetinin içinde sandığınız gibi öyle psikolojik bir destek filan yok. Benimle resmen dalga geçiyorlar. Beni, yazma merakımı, bu küçük kasabadaki can sıkıntılarına çerez ediyorlar. Gerçekten bir yanlışlık falan olsa, hani kitabım çıksa, hele hele hata-kaza beğenilse ve çok okunsa hepsi hasetlikten çat diye çatlar. Küçük yerlerin sessiz ve çok derinden rekabetleri, hiç bitmeyen sidik yarışları vardır. Kitap konusundaki takılmalar aslında bunun gerçek olması ihtimalinin zayıflığı, hatta imkansızlığı düşüncesi üzerine kuruludur. Yani böyle bir şey olsa olsa ya kırmızı kar yağınca, ya çıkmaz ayın son perşembesinde yada şubatın otuzunda ancak gerçekleşebilir. Anlattıklarımı sizler yaşasanız, benim karşılaştığım tepkilerle karşılaşsanız iyice hırslanır belki de başarmak için daha çok çalışırsınız. Yani kötü komşu sizi kitap sahibi veya yazar yapabilir. Oysa yazmaya başladığımdan günden beri önüme büyük veya somut hedefler koymadığım için bunlar beni motive etmiyor. Yazmanın sesli düşünmek, kendi kendine konuşmak gibi rahatlatıcı bir etkisi var. Ve ben bu etkiyi seviyorum. Düşüncelerimi, düşlerimi, aklımdan geçenleri kağıda dökmek, kağıda söylemek beni huzurlu kılıyor. Yazdığım zaman soyut düşünceler, ipsiz –sapsız hayaller, aklımı kurcalayan suskun sözcükler olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşüvermişler gibi hissetmemi sağlıyorlar.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |