"...öyküyü yazan bilge, beşinci ya da altıncı göbekten kral torunu olduğumu ortaya çıkaracak şekilde belirleyebilir soyumu." -Cervantes, Don Quijote |
|
||||||||||
|
Kar uyuşuk, isteksiz ve zevksiz yağıyordu. Hava, gökyüzü ile yeryüzünün arasını dolduran boşlukta katılaşmış, zaman katılığında erimişti ve kar bu katılıkta, ancak boğulmamak için uykuda ve düşsü sallanıyordu. Gökle toprak arasında bir bocalayıştı bu. Akşam oluyordu; şehir, bütün bu donmuşluk arasında ışıklarını yakmış, bilmediği bir geceye hazırlanıyordu. Şehrin, gidip gelen bir geniş kaldırımın üstünde gidip gelen bunca insanın içinde bir kişi vardı ki kara benziyordu. Ötekiler kendilerinden olmayan bu adamın farkında bile değillerdi. Gidişlerinde kendileri, gelişlerinde yine kendileri vardı. Adam, delikanlı sayılabilecek bir yaştaydı. Belki yılların aslında pek uzun olmadığı yeni anlaşılmıştı. Bir adımı, yılların kısalmağa başladığı çağa atılmıştı; öteki adımı henüz uzun yılların çağındaydı. Adımlarının arasında boşluk pek uzun değildi; dardı daha. Geniş yüzü yumuşak, bu yumuşaklık içinde derinleşen gözleri bilinmeyen yollarda yitmiş çocuk gözleriydi. Kaşları, gözlerini büsbütün yalnız bırakmıştı. Sanki gözlerden kaçıyordu kaşlar; burnuyla alnın birleştiği noktada birbirini itiyordu, sona doğru, yoğun düşüyordu. Kar kışın son karı olabilirdi. Beklide gecenin sonunda güçlü ve güzel bir ilk yaz fışkıracaktı. Akşam şehrin boğuculuğunu, şu gidip gelen kişilerin kötü kendiliklerini biraz olsun güzelleştiriyordu, sonunda sabaha dönerken getirebileceği ilk yazdandı. Akşam karanlığının ve yağan karın isteksizliğinin arkasında, belki belirsiz de olsa bu umut saklıydı. Durdu adam. Niçin, neden olduğunu bile bilmeden durdu. İçinde bir şey durdurmuştu onu; ayaklarına asılmıştı. Dört bir yanından bir sürü geçiyordu, ister istemez bu kalabalık yüzlere baktı. Bilinmeyen yollarda yitmiş çocuk gözleri bir garip irileşiyordu. Sanki bütün bu kalabalığı içine alacaktı; yağan karı içine alacaktı; akşam karanlığını, yanan ışıkları, şehrin yollarını ve evlerini… Sonra gökyüzünü içine alacaktı. Üşümemişti bunların hiç biri, biliyordu, ama ısıtacaktı; ısıtırken ısınacaktı. Nedense küçüldü gözleri durup dururken; eskisinden de küçük küçüldü. Havı dökülmüş paltosunun cebindeki elleri terledi; terli elleri kendiliğinden bükülüp yumruk oldu. Kötü bir sıcaklık bütün bedenini sardı. Yüreği, yerinde, daralıp sıkıştı. Yumuşak geniş yüzü gerilmiş, kapkara bir deri olarak daralmıştı. Yüzler yabancıydı çevresinde; gözler yabancıydı ve gülüşler büsbütün yabancıydı. Onun geldiği yerdeki insanların yüzleri hiç biri böyle değildi. Onun geldiği yerdeki insanların gözleri hiç böyle bakmaz,gülüşler böyle yaban ve soğuk, yüzlere yapışıp kalmazdı ve akşamlar karanlığını böylesine merhametsiz bir bencillikle şuraya buraya sıvamazdı. Onun gldiği yerde bir kadın vardı, şu geçen kadınlar gibi karanlık ve karlı değildi; ilk yazdan, kışa yakın gülümsemezdi. Yüreği, gözleri yüzü ve kaşlarıyla adam, bir kurtuluş umuduyla başını gelip geçenlerden gökyüzüne doğru kaldırdı. Evlerin pencerelerinden de; karanlığa karşı, pembeden açık kırmızıya doğru ışıyan pencerelerde bir kurtuluş umudu olabilirdi. Bulamadı. Pencerelere ve perdelere de karanlık ve kar, yavaş yavaş sıvanıyordu. O zaman kaçmağa başladı adam. Gelip geçenler, az önce aralarında onlar gibi yavaş yavaş yürüyen, sonra birdenbire durup kendilerine irileşmiş gözlerle bakan adamın nasıl farkında olmadılarsa, kaçışını da fark etmediler. Hatta bir ikisine çarptığı, birkaçının yürüyüşüne engel olduğu üstünde durup düşünmediler de, bu kalabalık içinde böylesine yaban ve sersemcesine yürüyen bir adama ayakkabılarına bastığı, yürüyüşlerine engel olduğu için kızdılar. Fakat bu kızış, sürekliliğiyle olsun hiç değilse, ilgilenmiş bir kızış değildi. Çok az sürmüştü; hemen unutulmuştu. Adam böylece şehrin son evlerine kadar kaçacaktı belki. Ta ki insanlarıyla, evleriyle, hatta havasında ve suyunda büyüdüğü için gerçekliklerini yitirip insanlaşmış, evleşmiş ağaçlarıyla şehir gerilerde kalıncaya kadar kaçacaktı. Gözyüzüyle yeryüzünün arasını gerçek ağaçlardan, gerçek topraklardan başka bir şeyin doldurmadığı bir yerde duracaktı. Işıkların yalan olmadığı, akşam karanlığının yalan söylemediği, gökyüzünün ve yeryüzünün bütün açık yürekliğiyle sere serpe göründüğü bir yerde ancak soluk alabileceği, içinde biriken kiri ve tortuyu dökebileceğini umuyordu. Bu umuş yarı yolda kaldı. Bir dört yol ağzında gelip geçenler azalmıştı-bir ses durdurdu onu bu defa. Cılız, korkak, küçük bir ses. Ama cılızlığına, korkaklığına, küçüklüğüne rağmen gizli bir umutla yiğitti. Adam elinde olmadan döndü. Gözleri çarpıntılı bir sevinçle sesin geldiği yeri aradı. Tam köşede, sesi gibi cılız bir çiçekçi büzülmüştü. “Menevşeler!.. Mor menevşeler!. Üç demet kaldı.. Üç…” Adamın gözlerindeki çarpıntılı seviniş yüreğine ve damarlarına geçmişti. Çiçekçiye doğru yaklaştı. Kar durmuştu sanki; akşam sabaha dönmüş söz verdiği ilk yazı getirmişti. Çiçekçi, hızla geçip giden adamın önce durduğunu, sonra dönüp geldiğini görünce, yarısı yırtık paltosuna sarınmağı da unutmuş, üç demet menevşeyi, epey zamandır bir arada tutmaktan üşüyüp katılaşan ellerini adama doğru uzatmıştı. Sesi daha çok umutlandığı için olacak, iyice yiğitleşmişe benziyordu.-İlk yazı getiriyor menevşeherim beyim. Mor menevşelirim… üç demet kaldı.” Adam, yanına iyice yaklaşınca daha cesur: “Üç demetle bir ilk yaz götürün beyim” dedi; “Bunlar çiçek değil güneştir.. Bakın!..” Adama doğru uzatmıştı. “Sıcaklıktır bunlar beyim. Hanımınızı sevindirir! İlk yaz kokusudur bunlar…” Adam almazsa diye korkuyordu, belliydi; ben onları satamazsam, böyle beklersem bu köşede, karanlık çökerse diye korkuyordu. Adamın ikircikli duruşundan, umutsuzlaşan sesinden menevşeleri satamayacağını sanmıştı. Oysaki adam hiç de çiçekçiyi umutsuzlaştıracak gibi değildi. Güzel yüzü yumuşamıştı yine. Gözleri derinleşmişti, ışıl ışıl bakıyordu; en az menevşeler kadar ısıtıcı idi. “Kaç para bunlar?” Bu sadece çiçekçiyi sevindirmemiş, uyuşuk yağan karı keyiflendirmiş, karanlığı neşelendirmişti birden. Ve adamın menevşelere doğru uzanan eli çiçekçinin üşümüş elini ısıtmıştı. Çiçekçi, ya almadan giderse bu da?, korkusu içinde bir çırpıda “Beş lira beyim” dedi. “Üçü beş lira. Bir ilk yaza beş lira çok mu?” Adamın parmakları menevşelerdeydi. Çiçekçi yorgun, umutsuz “Ama siz ne derseniz… Akşam; görüyorsunuz. Son artık bunlar da. Ne verirseniz…” diye menevşeleri bıraktı adamın ellerine. Adam, menevşelerin morluklarını incitmekten korkarak okşarken çiçekçi konuşsun istiyordu; daha çok konuşsun, bu konuşma daha da uzasın, çiçekçi yoruluncaya, kar duruncaya, gece bitinceye kadar sürsün istiyordu. Ve o gelinceye kadar. O, uazkta kalan şimdi; inanmadığı, güvenmediği için kendisiyle birlikte gelmeyen, orda kalan kadın… Ama çiçekçinin korkusunu ve üzüntüsünü anlayınca böyle bir şeyin olmayacağını; karın durmasının, gecenin bitmesinin ve o kadının gelmesinin imkânsızlığını anladı. Üstelik çiçekçi de hemen yorulacaktı; öyle görünüyordu. Cebinde, deminden beri buruşan kâğıt parayı çıkarıp verdi çiçekçiye. Bütün bir on liralıktı ve hemen hemen kalan son paraydı. Menevşeleri, solar uçup gider korkusuyla yavaşça aldı. Gidiyordu. Çiçekçi, “beyim” dedi. “Paranın üstü….” Adam, yolun öte tarafına geçmişti. Dönüp bakmadı bile. İçinde, bütün damarlarına yayılan hoş bir sıcaklık buğulanıyordu. Yüreği, eski yerinde ve o hoş sıcaklık içinde olabildiğine genişlemişti. Menevşeler iki avucundaydı. Yüreğinin üstüne doğru götürdü. Bir bu menevşeler vardı yeryüzünde şimdi; uzaklarda kalan bir kadın gibi bakan ve gülümseyen bu menevşeler; bir de kendisi. Başka hiçbir şey yoktu. Zaman silinmişti. Ama uzun sürmedi bu da. Işığın altına gelince menevşeleri gözleriyle de sevmek istedi. Korktu; içi titredi. Menevşeler pörsüyordu. Boyunları bükülmüştü. Terlemişlerdi. Kıvrılıyorlardı. Deli gibi döndü, geldiği yana adam. Kocaman, korkak gözleriyle delirmiş gibi çiçekçiyi aradı. Çiçekçi yerinde yoktu. Menevşeler ölecekti neredeyse. Zaman kapkara bir gece va canavarlaşmış bir yalnızlıkla korkunçlaşıyordu. Çiçekçiyi öteki yolda, yarısı yırtık paltosuna sarınmış ve büzülmüş giderken gördü. Otomobillerin ölümsü hızını da hiçe sayarak koştu arkasından. Yetiştiğinde çiçekçi suçlu “Ama ben arkanızdan bağırdım beyim” diye yalvardı. “Paranın üstü için…” İstemem kalsın paranın üstü. Ben para için gelmedim ama ne olur al şu menevşeleri, ölecekler…”Çiçekçi, adamın konuşuşundan ve bakışından korktuğu için daha çok, menevşeleri aldı. Adam menevşelirin çiçekçinin elinde birdenbire canlandığını gördü şaşırarak, “Ama nasıl olur?. Ölüyordu bunlar…” çiçekçinin iyice korkan, yüzüne ve gözlerine aldırmadan rahat bir soluk aldı: “Ne yana gidiş baba?.” Çiçekçi şaşkın burnu ve çenesiyle, gideceği yeri gösterdi. Adam “Ben de gelsem” dedi. “Senin yanında azıcık yürüsem?. Sıkıldığın zaman söyle; dönerim.” Birlikte yürürlerken adam çiçekçinin ellerinde canlanan menevşelere bakıyordu. Gözleri buğulandı. “Benim elimde ölüyordu az daha bunlar” diye mırıldandı. Çiçekçi, “Sana öyle gelmiş beyim” dedi. “Kimsenin elinde ölmez menevşeler herkesi severler; ilk yaz çiçeğidirler.” “Benim elimde her şey ölüyor” diye üsteledi adam; “Her şey… onun için…” sustu. Soluk borucu tıkanır gibi olmuştu. Konuşmadılar. Sonra adam sordu yine: “Evin var mı baba?” “Var oğul.. Bir gözcük işte. Gecekondu. Tee orda; tepede.” Şehrin dışını gösteriyordu. “Peki bekleyenin? Bekleyenin var mı?” Işığın altındaydılar. Çiçekçi maviş maviş baktı adama. “VAR” DEDİ. “Oğlan da kız da koyup gitti bizi; ev bark kurdular. Ama biz kaldık. Geç oldu bugün; köroğlunun gözü yollardadır.” Adam sapsarı oldu; titredi. Döndü birden. Gittikçe kararan sapsarı yüzüyle döndü. “Anladım” diye mırıldandı. Sesi bir yere takılmış gibiydi gırtlağında. “Benim avuçlarımda menevşeler niçin ölüyordu şimdi anladım..” Çiçekçi ışığın altında kaldı. Adam karanlığa gidiyordu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hasibe Gezgin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |