Öküzün rengini dışında, insanın rengini içinde ara. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Betrandon de la Broquiere seçkin bir savaşçı ve diplomatdır. Doğu’ya bir “gizli” seyahat ile görevlendirilmiştir. Amacı; Türklerin politik durumlarını yerinde incelemek Philippe le Bon’un yapmayı tasarladığı bir haçlı seferi için zemini yoklamak, doğuya sefer yapacak hristiyan hükümdarlara rehber hazırlamaktır. Çağının modern ajanıdır. 1432 yılının Şubatında Venedik’ten bir gemi ile Akdeniz’e açılır, Yafa’ya çıkar. Suriye’ye oradan Anadolu’ya geçer. 1430’lu yıllardaki Anadolu ve Rumeli Türklerinin yaşamını, sosyal ve devlet yapısını “Denizaşırı Seyahati” adlı kitabında anlatır. Seyyahlar, gizli tarihçilerdir; dönemlerinin gözlemlerini, tanıklığını hatıralarında yazarak bugünlere taşırlar. Biz burada kitaptan, Antakya, İskenderun ve Payas’la ilgili bölümü özetleyip, ilginç bulduğumuz kısa bir bölümü de almakla yetineceğiz. Önce kısaca bir özet: Kervan Antakya’ya varır. Daha önceleri büyük bir şehir olan Antakya’da surların içinde ancak üçyüz ev vardır. Burada Türkmenler hayvan yetiştirirler. Hiçbir yerde görmediği güzellikte tiftik keçileri ile geniş ve sarkık kuyruklu koyunları vardır. Yüklerini ise öküz ve mandalara taşıtırlar. Buranın sahibi Ramazanoğlu denilen “…büyük, zengin ve yiğit..” bir kimsedir. Memluk Sultanı onu sonradan Karamanoğlunun bir ihaneti ile yakalatarak öldürtmüştür. Antakya’dan çıkınca Negre* denilen ve üzerinde harap kaleler görülen bir dağ aşılır. Dağın eteğinde bataklıkların ortasında ancak bir dar bir kaldırımla erişilen sahipsiz bir kale vardır. Kitaptan bazı ilginç kıa bölümler ise: “Sonra Antakya’dan ayrılıp batıya doğru yola devam ederken, yanımda arkadaşım Memluk olduğu halde Negre adı verilen bir dağdan geçtim; dağı aşarken bana üç dört güzel şato gösterdiler, vaktiyle hırıstıyanlara ait olan bu şatolar harap görünüyordu. Dağ oldukça güzeldi ve aşılması zor değildi; her taraf mis gibi kokan defne ağaçlarıyla doluydu. (…) Bu dağın eteğine inince, hemen yol kenarında ve deniz kıyısında müstahkem bir şato görünmekteydi;** bu şato deniz tarafında bir ok atımı mesafeden daha geniş bir bataklıkla çevriliydi. Buraya ancak dar bir dolgu yoldan*** ya da denizden ulaşılabiliyordu, ama içinde kimseler yoktu, çünkü hayli zaman önce tahribata uğramıştı. Bu şatonun önünde Türkmenlerin barınaklarını gördüm; bunlar yaklaşık yüz yirmi tana kadardı ve görülebilecek en güzel çadırlardı; beyaz pamuklu kumaşla mavi keçeden yapılmışlardı. İçinde onbeş onaltı kişi kalabilecek kadar büyüktüler; evlerimizde neler varsa, ateş hariç olmak üzere, hepsi bu çadırların içinde mevcuttu. Buradan çıkınca, daha önce de bahsetmiş olduğum türden bir örtüyü önümüze serdiler; içinde ekmek, peynir ve üzüm vardı. Sonra da bize sütten yaptıkları ve “yoğurt” adını verdikleri bir yiyecekten bol bol ikram ettiler. Bizim hamursuz ekmeğimizden çok daha ince ve bir kadem genişliğinde yassı ekmeği kağıt külah gibi kıvırarak o sütten yapılmış yiyeceği yiyelim diye bize sundular.**** Buradan da ayrılıp yola çıktık ve konaklamak amacıyla, bir fersah uzaklıkta bulunan Suriye’deki hanlara benzeyen küçük bir kervansaraya geldik. Burası sözü edilen Ayas(Payas)***** adı verilen şehirden daha yukarılardaydı. Ve o gün at sırtında giderken biraz İtalyanca bilen bir Ermeniyle karşılaştım. (…)Ramazanoğlunun hile ile nasıl aldatıldığını ve nasıl tutuklandığını nakletti: bu Türkmen ülkesinin Ramazanoğlu adı verilen beyi çok büyük bir insandı; bütün Türklerin en cesuru, en yiğidi, en iyi kılıç kullananı ve savaşçısıydı. Onu bir hırıstıyan kadını dünyaya getirmiş ve vaftiz olmayanlar gibi kokmasın diye dininin kurallarına göre vaftiz ettirmişti; o ne tam bir hıristiyan ne de tam bir müslümandı.(…) Bu körfezin çevresinde iki gün at sırtında dolaştım; buraları çok güzel yerler. Payas şehrinin karşısında, doğu yönünde yükselen bir şatonun olduğu yer çok güzel; bir yanıyla körfez kıyısında, öte yanı da büyük bir kavis çizen bataklıkla çevrilmiş. Dağlarla deniz arasındaki bu yöre son derece güzel; buralarda hep Türkmenler yaşıyor, bunlar güzel insanlar; çadırlarını daima kırlık yerlere kuruyorlar ve bulundukları yerden bir başka yere giderken de evlerini yanlarında götürüyorlar. Onların evleri keçelerle kaplanmış yuvarlak çadırlar halinde. Bu insanların nüfusları çok, masrafları azdır; başlarında bir reis bulunur, ona itaat ederler. Bir yerde sürekli durmazlar, Sultan’ın egemenliği altındaki yörelerde bulunuyorlarsa, Sultan’ın emri altına girerler, nereye gitseler böyle olur. Gittikleri ülkenin hükümdarı bir savaşa girmişse onun hizmetinde bulunurlar; bir başkasının hizmetine girmişlerse bu kez daha öncekine karşı savaşırlar. Bundan kendileri de hoşnut değildirler ama bağlı oldukları kurallar böyledir, çünkü hiçbir zaman bir yere bir daha ayrılmamak üzere yerleşmezler. At üzerinde körfez boyunca yol almaktayken, şahinleri terbiye etmekle uğraşan bir Türkmen beyine rastladım; onlara özel olarak getirdiği kuşları yakalamasını öğretiyordu; buna, emri altında bu avcılardan iki bin kişinin bulunduğunu söyledi…..” *Negre (Siyah dağ, Amanus) dağı, Ras el – hınzır’dan Beylan’a kadar uzanan Gâvur Dağı’nın uç kısmındaki Cebel Musa’dır ** Bataklıkla çevrili bu müstahkem yapı İskender(Alexadre) kalesidir. İskenderun Şatoso(Alexandrette) ise, Halife Vasıkbillah zamanında((227-233=841- 847) İbn Abi Davud tarafından yaptırılmıştır. İskenderun Sakal Tutan yolunun üstünde bulunuyordu. *** Bu dar yol, genişliğinin çok az oluşu yüzünden Sakal Tutan adını almış. Yol deniz boyunca gider ve bu yolu aşmak zor ve zahmetlidir. … yol üzerinde harap bir kale bulunmaktadır, dağın tepesinde ise Merkez adı verilen kale yükselmektedir. Bu geçit eskilerin Pylae Cilicae dedikleri yerdir. ****Bu ekmek türüne Arapçada markuk ya da rukak Türkçede ise pita(pide)adı verilir. ***** Payas, deniz kıyısında kurulmuş olup içinde camiler, kervansaraylar ve taş yapılı dükkanlar vardır. Bu dükkanların oluşturduğu çarşılardan birinin orta yerine, cepheleri bir birine bakan iki büyük kervansaray inşa edilmişti. Daha uzakta bir hamam bulunmaktaydı ve şehrin ucunda bir kale yükseliyordu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © kemal düz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |