Bazen evrende yalnız olduğumuzu düşünürüm, bazen de olmadığmızı. Her iki durumda da bu düşünce beni afallatır. -Arthur C. Clarke |
|
||||||||||
|
Russell, Kierkegaard, Tolstoy gibi düşünürler, dinsizlikten ziyade, dinin neden olduğu ahlaksızlık olgusuna ısrarla dikkat çekerek, çok önemli toplumsal bir gerçeği açığa çıkarırlar. O halde, eğer "dinin ahlaksızlığı" söz konusu ise, dinin, aslında "ahlaksızlığın dini" konumuna düşmesi de kaçınılmaz olabilir. Papalık kurumundaki süre gelen seks skandalları, Avrupa'da eşcinsel evliliklerin yasallık kazanması, İslam ülkelerinde artmakta olan dinsel içerikli pedofili, tecavüz ve saldırganlık konuyu psikiyatik açıdan irdelemeyi gerekli kılmaktadır. Bu tür eylemlerdeki artışın yetkililerce ve belli etkin çevrelerce hoş görülmesi veya görmezden gelinmesi neticesinde, dinsel kılıflı ahlaksızlığın her geçen gün daha da arttığı görülmektedir. Bu bağlamda ülkemizde bir "patlama" yaşandığını söylemek herhalde abartılı olmayacakır. Psikiyatrik tetkiklerde, gündelik dilde “şeriatçı, dinci, gerici, tutucu, mutaassıp, mürteci, yobaz, bağnaz, mukaddesatçı, aşırı dindar” diye nitelendirdiğimiz tipleme türleri çok belirgin ortak psikopatik eğilimler taşırlar. Aslında "dindar" ile "koyu dindar"ı da çok ince bir çizgi ayırır. Çünkü yalın gözlem ile, müminlerini her gün beş vakit tapınmaya çağıran bir din, buyurgan ve baskın yapısı gereği, zaten "fanatik" ve "abartılı" eğilimleri bünyesinde taşır, dolayısıyla, koyu dindarlara gereksinim duymaya eğilimlidir. Günde en az beş kere ve ortalama 45 dakikadan toplam 4 saate yakın süren gündelik dinsel seanslarla belirli hareket, pozisyon ve belli duaların anlamı bilinmeden yinelenmesine yönelik böylesine hipnotik ve bağlayıcı bir tapınmanın sağlıklı, dengeli, erdemli ve uygar bireyler oluşturmaya katkıda bulunması çok düşük bir olasılıktır. İşte bıkıp usanmadan günde beş kez tapınarak dinsel görevlerini yerine getirdiklerine ve cenneti garantilediklerine inanan kişilerin, salt kendilerince kutsal gördükleri, nesnelere, taşa, toprağa, yapılara, eşyalara, ölülere tapan nevroz ve psikoz hastaları olma olasılığı bu nedenle çok yüksektir. Kendilerini sanki çok dindar, imanlı ve bilgiliymiş gibi göstermeye kalkışsalar da sığ kahve sohbetlerinden öteye geçemezler. Bilim, felsefe, kültür ve güzel sanatlarla yakından uzaktan bir ilgileri yoktur. "Gıygıy" dedikleri klasik müzikten, senfonilerden, operalardan, oratoryolardan kilise müziğini çağrıştırıyor diye hastalık derecesinde korkarlar. Bunlar İslamiyet’in yetiştirdiği değerleri , filozofları, bilim adamlarını küçümseme, hatta ret noktasına kadar gidebilir. Çünkü onlar için akıl, bilim, bilgi ve mantık, birer puttur. Bu bağlamda, sözde ahlakçı, kuralcı, dindar görünmelerine karşın, özde fevkalade ahlaksız, şehvet düşkünü, çıkarcı, antisosyal, toplumsal sorumluluk duygusundan uzak, yurttaşlık ve ulus bilincinden yoksundurlar. İnançları göstermeliktir. Dinden anladıkları da varsa yoksa yat, kalk, takunya, ibrik, tas, tespih, türban, misvak, domuz yağı ve anlamını bilmedikleri Arapça duaları tekrarlamaktan ibarettir. Salt anlık ruhsal ve fiziksel doyum yollarını tercih ettiklerinden toplumsal ve etik kuralları dikkate almazlar. Hatta toplumun ahlaki kurallarına düşman kesilirler. Tüm davranışlarından da pek az sıkıntı ve suçluluk duyarlar. Aslında suçluluk duymak bir yana, tüm toplum dışı tutumlarından büyük haz ve övünç duyarlar. Çünkü bunu Allah uğruna yaptıklarına inanırlar. Genel olarak, bunları saldırgan (agresif) ve edilgen (pasif) tipler olarak iki türe ayırabiliriz: SALDIRGAN (AGRESİF) TİPLER Saldırgan tipler, gerek kendilerine, gerekse başkalarına karşı şiddet uygulayan “celali”, kolerik, dediğimiz paranoyak tiplerdir. Kendi benliklerine karşı mazoşist şiddet (kendini zincirle dövmek, kamçılama, burhan ayinleri, acı çekme, ağlama, dövünme) uyguladıkları gibi, aile fertleri ve üçüncü kişilere karşı da çok kolayca sadik şiddet, dayak, kesme, biçme ve öldürmeye başvurabilirler. İnançları sado-mazo bir öte dünyanın hayalleriyle dolu, kanlı, irinli, kaynar suların içileceği, zebanilerin bulunduğu ürkünç bir cehennem sanrısı ile, erotik-pornografik bir cennette kara gözlü huriler ve gılmanlarla sevişeceğine dair ilkel bir imandan oluşur. Bu asla sonu gelmeyecek işkence ve seks cümbüşünün hezeyanlı sayıklamalarında beyinler öte dünya hayalleriyle korku ve zevk gel-gitinde uyuşmuş gibidir. Bu kadar farklı ve çelişkili ölüm ötesi yerlerin varlığına tüm benlikleriyle inananlarda psikoz ve nevroz arazlarına sıkça rastlanır. Bunlar sapkın inançlarından aldıkları körkütük cesaretle kolay hiddetlenen , hoşgörüsüz, acımasız, tepkilerini denetleyemeyen psiko-nevrotik kişiliklere dönüşürler. En ufak bir olayda kavga çıkardıkları gibi başkalarının da kavga ve tartışmalarına katılırlar; hiç ilgileri olmadığı halde birdenbire taraf olup çıkarlar. Bu nedenle kızdıkları zaman ne yaptıklarını bilmezler. Bazan göğüse, vücuda, jilet, bıçak ve usturayla çizikler yapabilirler. Kolay suç işler ve bunu hemen "kader, kısmet, nasip, alınyazısı" gibi dinsel bir kılıfa uydurur, vicdanlarını rahatlatırlar. Kriminel tipler, cinsi sapıklar, pedofiller, tecavüzcülerin psiko-nevrozların arasından çıktığı gözlemlenmiştir.. Toplumda linç kültürünün yaygınlaşmasının birincil nedenlerinden biri bu tiplerin kamuoyunda egemen olmasıdır. EDİLGEN (PASİF) TİPLER Edilgen hastaların kişilik alt yapısı saldırgan tiplerle aynı olmakla beraber, bunlar hemen tepki vermezler. Korkak, ezik, ürkek, çekingen görünür, uzun süre sessiz kalırlar. Ancak, sakin, sessiz, uysal, terbiyeli, telkine elverişli, itilmiş-kakılmış, çevreye uyar gibi görüntü verirlerken, kendileri gibi olmayanlara diş biler, içten içe sürekli lanet ve beddua ederler. Zamanı gelince bunu yüksek sesle küfür, eylem ve hakaretle göstermeye başlarlar. Derken bir gün bir de bakarsınız ki o mahcup bünye tekbir getirerek elde pala kafaları kesmeye, gaza etmeye başlamıştır. Böylelikle ahlaksızlığn dini ve dinsel iman şiddet eylemlerine, terörist faaliyetlere zemin hazırlamış olur. Mitomanlar, oligofrenikler (idiyolar, embesiller, debiller) ve şizofrenler de bunların arasından çıkar. Mitoman herhangi belirgin bir neden olmaksızın sık sık yalan söyleyen kimsedir. Ya mevcut olayları, düşünceleri, söylemleri tahrif eder veya tamamen yeni, olmadık hurafeler, uydurma masallar anlatır: Yok işte tüm ilimler, evrenin gizli şifreleri kutsal kitaplarda, Kuran'da yazarmış, yok Avrupalılar oradan gizlice kopya çekermiş, yok Hitler, Cousteau ve İngiltere kraliçesi gizlice Müslüman olmuşmuş, vesaire vesaire gibi.. Bu tür teselli edici salya sümük sayıklamalar genellikle çocukluk veya ergenlik çağından kalma bilinçaltında bastırılmış, aşağılık duygusunun telafisi şeklinde ortaya çıkar. Oligofreni aileden, insest, akraba eviliklerinden gelen veya sonradan ortaya çıkan her çeşit zeka düşüklüğü, geriliğidir. İdiyolarda öğrenme ve karar verme yetisi gelişmemiştir. Kolaylıkla telkin altında kalırlar. Embesil de telkine elverişli olduğundan her tür suça teşvik edilebilir. Debiller ise toplum içinde sorumlu mevkilere gelebilir, verilen emirleri düşünmeden yaparlar. Çoğunlukla cinsi sapıklar ve fahişeler bunların arasından çıkar. Efendilerine karşı köpekçesine bağlılık gösterirler. Şizofreni ise kişilik parçalanmasıyla kendini belli eden ve tedavisi zor olan çok tehlikeli bir hastalıktır. Çok ağır psişik bozulmalara ve yıkıma yol açar. SAĞALTIM Dinsel kökenli nevroz, psikoz, paranoyak, şizofren ve oligofrenlerin sağaltımı salt psikiyatrik bir sorun olmaktan çok mediko-sosyal bir sorundur. Yani toplumsal bir sorundur. Bu nedenle, geleceğin saldırgan ve edilgen hastaları çocuklukta keşfedilmeli, bunları besleyen, yetiştiren aileler, yerler, yurtlar, okullar, tarikatlar, tekkeler, dergahlar, dernekler, gençlik kolları denetim altına alınmalı, gerekirse kapatılmalı, bataklık kurutulmalıdır. Çocukların hassas, dengesiz, melankolik yapıları dikkate alınarak aile, öğretmen, eğitimci, doktor tüm çevresi el ele vererek hastaların normal insan haline gelmesine çalışılmalıdır. Yetişkin olanlar hastane gözetimine gereksinim gösterseler de bu gözetimin nasıl yapılacağına dair kesin yöntem ve ölçütler belirlemek zordur. Bu iş için sinir ve akıl hastaneleri uygun değildir. Bu amaçla özel psikiyatrik tesis ve özel olanakları bulunan bir çeşit ıslahevi, rehabilitasyon merkezi - okul arası kliniklerin yapılması gerekebilir. Sağaltım bir taraftan akıl, bilim, ahlak, bilginin önemi hakkında ikna, telkin ve öğretim ile, diğer taraftan da çeşitli sedatif ilaçların kullanılması ile olabilir. Tüm bunlara rağmen taassup batağına gömülmüş bir hastanın iyileşeceğine, sözel ve davranışsal bozuklukların sürekli kaybolacağına inanmıyoruz. Yani: prognosis negatif. Bu nedenle “iyileşti” kaydıyla taburcu bile olsa hasta tüm yaşamı boyunca gözlem altında tutulmalı, gerektiğinde kısırlaştırmalı, hezeyanların, sapıklık ve ahlaksızlığın nüksetmesi halinde yeniden psikiyatrik sağaltıma alınmalıdır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hulki Can Duru, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |