Tarihten öğreniyoruz ki tarihten hiçbir şey öğrenmiyoruz. -Hegel |
|
||||||||||
|
Bir diğer önemli husus da 111 ayetten oluşan İsra Suresinin ana temasının İsrailoğulları'nın işledikleri suçlarla ilgili olmasıdır. Ana teması "İsrailliler" olan bir sure neden ilk ayetinde miraç ile Mescidi Aksa'dan söz etsin ki? Üstelik, Kuran ya da İsra Suresi indiği, ya da, yazıldığı tarihte Mescidi Aksa zaten yoktu. O halde, nasıl olur da Kuran sanki o tarihte Mescidi Aksa varmış gibi Muhammet'in Kabe'den El Aksa'ya götürüldüğünden söz edebilir? Ayrıca, İsra Suresi, Kuran’ın genel anlatım biçemine uygun olarak, 1.ci çoğul şahıs kipiyle yazılmıştır. Oysa, Mescidi Aksa’dan söz eden ayet 3 tekil şahıs kipindedir, yani sanki, Allah değil de, 3.cü bir kişi tarafından söylenmiş gibi durmaktadır: “Kulu Muhammet'i geceleyin, Mescidi Haram'dan (...) Mescidi Aksâ'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören O'dur.” (İsra suresi: 1) Dolayısıyla ayet surenin başına sonradan eklenmiş bir söz gibi gözükmektedir. Son olarak, ayetteki kip değişikliğini de müfessirlerin yaptığı gibi bir “edebiyat şaheseri” olarak yorumlayamayız. Neden? Çünkü, surenin diğer ayetlerinde Miraç olayı ve Mescidi Aksa’dan hiç söz edilmez. Surenin 4-7 ayetlerde ismi geçen mescit ise "Beyti Makdis" olarak bilinen Süleyman (Herod) Tapınağıdır: “Biz, Kitap’ta (Tevrat’ta) İsrailoğullarına, “Yeryüzünde muhakkak iki defa bozgunculuk yapacaksınız ve büyük bir kibre kapılarak böbürleneceksiniz” diye hükmettik. Nihayet bu iki bozgunculuktan ilkinin zamanı gelince (sizi cezalandırmak için) üzerinize, pek güçlü olan birtakım kullarımızı gönderdik. Onlar evlerinizin arasına kadar sokuldular. Bu, herhâlde yerine gelmesi gereken bir vaat idi. Sonra onlara karşı size tekrar egemenlik verdik. Mallar ve çocuklarla sizi güçlendirdik; sayınızı daha da çoğalttık. İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz, kötülük yaparsanız yine kendinize yapmış olursunuz. İkinci bozgunculuğun zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine mescide (Beyt-i Makdis’e) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi yerle bir etsinler diye (üzerinize yine düşmanlarınızı gönderdik.)” (İsra Suresi: 4-7 ) Bu durumda Mescidi Aksa’dan söz eden birinci ayetin İsra Suresinin en başına müfessirlerce, veya yazıcılarca, veya halifenin oluru ile sonradan eklenmiş olması yüksek bir olasılıktır. Ne zaman? Muhtemelen 3.cü halife Osman döneminde (644-656). Neden? Çünkü o tarihlerde Jüstinyen'in inşa etmiş olduğu kilise camiye dönüştürülmüş olup "Mescidi Aksa" adıyla zaten vardı. Ve o tarihte Kuranı Kerim Halife Osman’ın emriyle o tarihte ilk defa derleniyordu. Bu derleme sırasında –Mescidi Aksa’yı Kabe gibi çok özel kutsal bir yer konumuna dönüştürmek amacıyla- bu ekleme siyasal ve dinsel kaygılarla yapılmış olabilir. (NOT: İsra Suresi 4-7 ayetleri T.C. Diyanet İşleri Başkanlığının Türkçe Kuran çevirisinden alınmıştır. Bazı yeni Türkçe çeviriler tüm fiilleri gelecek zaman kipiyle yazarak (değiştirerek) bu ayetleri İsrail için gelecek bir kehanetmiş gibi göstermeye çalışırlar.) KUBBETÜS SAHRA Halife Abdülmelik (685) döneminde Mescidi Aksa’nın kuzeyine, yani, Beyti Makdis denilen Yahudi (Herod) tapınağının bulunduğu alana, "Kubbetüs Sahra" (Dome of the Rock) denilen ünlü altın kubbeli cami yapılmıştır. (691-700). Çoğu kez günümüzde yanlış olarak Mescidi Aksa diye de adlandırılan bu altın kubbeli yapının içinde "Haceri Muallak" (Boşluk Taşı, Dome of the Rock) denilen büyük bir kaya kütlesi vardır. Bu kaya kütlesi eskiden Yahudi Tapınağının içindeydi. Böylece, Tapınak Tepesi’ne (Haremi Şerif) bu ikinci caminin de inşa edilmesiyle Yeruşalim’in artık bir Yahudi kenti değil, ancak Kudüs olarak, bir İslam kenti olduğunun vurgulanmak istendiği açıktır. MİRAÇ GERÇEK Mİ, SİMGESEL Mİ? Miraç olayının gerçekliği bir inanç sorunudur. Ancak, olayın gerçekleşme biçimi, İslam bilginleri arasında, görüş ayrılıklarına neden olmuştur. İbni Abbas'ın da içinde bulunduğu bazı bilginlere göre Miraç olayı "uykuda", kimilerine göre ise "uyanık iken" gerçekleşmiştir. Fakat bu ikinci görüşü savunanlar da Miracın yalnız ruhla mı, yoksa hem ruh, hem de bedenle mi olduğu konusunda ikiye ayrılmışlardır. Prof. Yaşar Nuri Öztürk "mucize yürüyüş"ü kabul eder ama ilahiyatçı Hüseyin Atay gibi "göğe yükselme"yi kabul etmez. Ancak, Mekke ile Kudüs arası 1400km olduğuna göre "mucize yürüyüş"ün gerçekleşmesi olanaksız görünüyor. Bu mesafenin bir gecede (8-10 saatte) aşılabilmesi için en azından 140-150 km bir hıza erişilmesi gerekir ! 140-150 km bir hızla "yürümek" mümkün müdür? Dünyanın en hızlı koşucularından Carl Lewis saatte ancak 45 km hızla "koşmaktadır" ki bu da 100 m lik bir mesafeyle sınırlıdır. Maratoncuların bile 1400 km lik bir mesafeyi koşarak tamamlamaları olanaksızdır. (İÖ 490 da, Maraton'dan Atina'ya kadar durmadan 42 km koşan yunanlı er Pheidippides zafer müjdesini vermesinin ardından yorgunluktan yere düşüp ölmüştür !) KUTSAL AĞAÇ VE UÇAN HALI İslam mitolojisine göre Muhammet’in yükselişi Allah’ın bulunduğu alana, kutsal sedir ağacı "Sidretül Münteha"nın bulunduğu yere kadar sürer. Cebrail’in daha ileri geçmesi yasak olduğundan, Cebrail "buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam yanarım" diyerek sınırda kalır. Oysa, Tekvir Suresi 19-20de Cebrail’in zaten Allahın yanında olduğundan söz edilir: “Kuşkusuz o Kuran, değerli bir elçinin sözüdür. O elçi güçlüdür, Arş'ın sahibinin yanında çok itibarlıdır.” (Tekvir 19-20) Kutsal ağaca ulaştıktan sonra Muhammet kanatlı atından inerek "Refref"e (uçan halı, veya yastık, minder, döşek) biner ve yükselişini sürdürür. Bu yükseliş sırasında cennet ve cehennemi de görür. Sonunda Allah'ın huzuruna kabul edildiğinde inananların cennete gireceği kendisine müjdelenir, Bakara suresinin son ayetleri verilir, beş vakit namaz farz kılınır. İmdi, bazıları "Muhammet niye kısrağa ya da uçan halıya veya mindere bindi?" diye sorabilir. Peki neye binecekti? Kuşkusuz, o devirdeki bilim ve teknik şimdiki gibi gelişmiş olsaydı herhalde o da Kudüs’e uçan at ya da uçan yastık yerine eskort, jammer ve korumalar eşliğinde limuzin veya helikopterle gider, göğe yükselişi de uzay mekiği veya benzeri başka bir araçla olabilirdi. Ve de böyle sorulara da gerek kalmazdı, değil mi efendim? Peki Tanrıya ulaşmak için illa göğe çıkmaya falan gerek var mı? Hiç gerek yok. Dürüst bir yüreğimiz ve sevgimiz olması yeterlidir. Eğer bunlara sahipsek biz değil, ama Tanrı mutlaka zaten bize ulaşacaktır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hulki Can Duru, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |