Nerudanın şiir kitaplarından birini elime ne zaman alsam, derdimi sıkıntımı unutuveririm. Okuduğum bu kitapta yazarla adeta karşılıklı konuşup, dertleşir gibi hissedip bir nevi terapi olurum
Evet, gerçekten halden anlayan yazardır Neruda, her şeyden söz açar o: suskunluklardan, zulümlerden, aşklardan, denizlerden, köylülerin hayatından, tren yolculuklarından ve hastalıklardan Bu sefer müthiş bir mide ağrısı çekerken almıştım kitabı elime. Şansıma, Korku şiiri çıktı karşıma.
Derler ya hani, sanki beni anlatıyordu şair:
Herkes istiyor hoplayıp zıplayayım
coşayım, futbol oynayayım,
koşup yüzeyim, uçayım.
Ne ala.
Herkes akıl veriyor, biraz kafanı dinle, diye,
doktorlara göndermeye kalkıyorlar,
öyle ciddi ciddi süzüp beni.
Noluyoruz?
Herkes al başını bir yerlere git, diyor,
gir çık, yerinde otur,
öl ya da ölme.
Ne gam!
Herkes birşeyler buluyor
radyokorkunç diyagramlardan
şaşakalmış organlarımda.
Kabul etmiyorum.
Herkes didik didik ediyor şiirimi
yenilmez çatallarıyla,
kuşkum yok sinek aradıklarından.
Korkuyorum.
Korkuyorum bütün dünyadan
soğuk sudan, ölümden
Bütün ölümlüler gibi
dayanaksızım ben de.
Şu üç günlük dünyada, bu yüzden,
kulak asmayacağım hiçbirine,
açıp kendimi kapatacağım
en hain düşmanım
Pablo Nerudayla.
Evet, öyle diyor dostlarım da bana
Abi bir doktora gitsen, görünsen, göstersen artık şu mideni
İyiyim diyorum çünkü: Korkuyorum bütün dünyadan, soğuk sudan, ölümden
Usta şair ve yazarların biz okuyucularla dertleşmesi insanı ve normal bir şey aslında. Bunda şaşılacak bir şey de yok bence. Onlar, büyük insanlık coğrafyasının sınırlarını, resimlerini çizerlerken bizi de yakalıyor fırçaları, kelimeleri Aslında bizim de bir nevi hislerimize tercümanlık yapıp aynı şarkıları hep birlikte seslendirmiş oluyoruz. Gün geçtikçe inanıyorum ki dini, ırkı, coğrafyası ne olursa olsun, bütün büyük düşünürler, yazarlar, şairler aynı kumaştan yaratılmış ve seslerinde aynı büyük şarkının nağmeleri, dillerinde aynı lügatin kelimeleri var; aynı yerden beslenip aynı dili konuşuyorlar
Örneğin, Selim İleri Değerli arkadaşım Orçunun çok sevdiği bir yazar. Selim İleriyi biraz da onun sayesinde sevdim diyebilirim. Çünkü onun okumalarına ve kitap tahlillerine güveniyorum. Geçen gün Necatigilin ünlü Malte Laurids Briggenin Notları çevirisine baktım. Biliyorsunuz Rilkenin unutulmaz bir eseri bu. İşte Selim abi bu eser için de fikirlerini beyan etmiş. Onun okuyup da değerlendirmediği eser elbette çoktur. Ama işaret ettiği kitapları ben de alıp artık okumaya başladım. Kitaba gelecek olursam, bir zamanlar, okur yazarlar, ezbere bölümler okumuş bu eserden. Kitabın gerçekten hüzünlü bir dili var aslında. Necatigilin sesinden Malteyi okurken, hayret ettiğimi de bilvesile paylaşayım. Rilkenin bazı cümleleri bize çok yakın. Özellikle İnsan, meyvanın çekirdeğini taşıması gibi ölümü kendi içinde taşımaktadır. sözü bana çok tanıdık geldi. Risalelerde okuduğumu hatırlıyorum böyle bir cümleyi. Demek ki gerçekten büyük yazarlar veya düşünce insanları aynı yerden beslenip aynı dili konuşuyorlar.
Geçen gün çok sevdiğim bir arkadaşıma kitaplığımda iki tane aynından olan eserleri vermek üzere düzenleme yaparken elime bir kitap geçti. Gonca Özmenin şiir kitabı Belki Sessiz (YKY), o da öteki Melih Cevdet Andayın günlükleri, Bir Defterden. Goncanın şiiri, içim de ki o garip gurbetin ağırlığını biraz da olsa dindirdi.
Diyor ki:
Dutluğa doğru gel
Evlerin uzağına
Sana susmayı öğreteceğim
Dalların kaygısını da
Uzaklarda bir anayurt kokusu, otların hışırtısı, suların tertemiz akışı, gölgeli avluların akşamüstü yalnızlıkları Beni sarsan bir şey var bu şiirlerde. Kim bilir, belki aynı coğrafyanın çocukları oluşumuz. Aynı göklere bakıp yelkovan kuşlarının ardı sıra bakakalışımız ve birbirine benzer ulu kadınların yüzünden hüzünler devşirmemiz Şiir, sesleri birbirine kata kata büyük akrabalıklar kuruyor aramızda, belki sessizce
Ancak, Melih Cevdetin şiiriyle bir dostluk kuramadım. Niye kuramadım bilemiyorum. Ama kuramadım işte. Ben biraz düşünceleri net olan insanları seviyorum. Öyle yanardöner, kaçar göçer fikirler bana çok ham geliyor. Aynı dili yani o kekremsiliği burada gördüğüm için sevemedim deyip geçiyorum. Ancak 1976-79 yılları arasındaki günlükleri içeren o kitap, bütün o eski uzaklıkları alıp götürür cinsten. Anladım ki yazar, günlüklerinde en saf ve doğal haliyle beliriyor ve içtenlikle açıyor içinin kapılarını. İnsan gibi insan oluyor. İşte o zaman ideolojilerin, saplantılı düşüncelerin, günübirlik kavgaların hiç ama hiç anlamı kalmıyor. O has insan halimizle birbirimize ne çok benziyoruz!
Andayın günlüklerini okurken, kimi zaman bunların kendi kalemimden çıkmış metinler olabileceği hissine kapıldım. Bunca yaş farkına, bunca ayrı çevrelerde ve zamanlarda yaşamışlığımıza rağmen Övünmeden nefret ettiğini anlatıyor bir yerde. Övünme duygusunu benim kadar yenmiş olan yok tanıdıklar, arkadaşlar içinde. diyor. Sonra, Mevsimlerin değiştiği günler bana hep iyi gelir. Demek hep yeni bir şey bekliyorum bu dünyadan Ve bir başka yerde, Halktaki mal mülk edinme tutkusunu gözlemledikçe umutsuzluğa düşüyorum Benzer cümleleri kim bilir kaç kez dile getirmişim sanıyorum ben de arkadaş ortamlarında çoğu makalelerimde.. Böyle de bakılınca Anday ile bir araya gelseymişiz herhalde onunla da iyi bir arkadaş veya ahbap olurmuşuz herhalde.
Evet, büyük insanlık ağacının dalları, budaklarıyız işte hepimiz.
Öyle değil mi?
Bunu en güzel ve en yalın haliyle edebiyat fark ettiriyor hepimize
Oysa içimizde aynı yaralar kanayıp duruyor işte.
Birbirimizin gözlerine baksak, kim bilir sarılıp ne çok ağlayacağız
Gerisi boş!
Bomboş