Sanıyorum şubat ayının 1. gününde İman, Şüphe Götürür Mü Dr. Fırata Yanıt? başlığı altında hafta sonu büyüklerimizle sosyalleşme işini Zoomdan gerçekleştirdiğimizi, burada Dr. Fırat hocamızın, Erol Güngöre atfederek öne sürdüğü bilim şüphedir ilkesi üzerinden Hayatın içinde yaşadıklarımızdan, alışkanlıklarımızdan, inançlarımızdan, hatta iman ettiklerimizden şüphe duyarak bakmak etrafa, sorgulamak, sorgulamak mevzusu üzerine itirazlarımı dile getirip fikirlerimi söylemiştim.
Geçtiğimiz haftasonu Fırat Hocadan almış olduğum zarif haşiyesini okuduktan sonra, kendisine de teşekkürlerimi illettim ve yine blogumda yazmak için izin istedim. Bu tarz konuşmaların veya edebi, ilmi sohbetlerin yazılmasının daha iyi olacağını, en azından söz uçar yazı kalır mantığından hareketle biz de olası bir tartışmada ki abilerimize, kardeşlerimize bir yardımı dokunur ümidiyle yazı olarak internette paylaşılmasının isabetli bir karar olduğunu düşündük
Bu tartışmada eğitimli bir insana yakışan o incelikli ve entelektüel duruşu ayrıca yazışmadaki ve konuşmadaki naiflikten dolayı mest olduğumu bilvesile yazıyı okuyan yüzlerce kardeşlerimizin de bilmesini istirham ederim. Çünkü benim alanım fıkıh değil, daha çok siyasal metin yazarlığı, çocuk kitapları yazarlığı ve fahri olarak felsefe ve edebiyat ile kendi yarıçapımda araştırmalar yapıp görüşlerimi sunuyorum.
Kıymetli Fırat hocam itiraz noktalarımı okuduğunu cevaben de yorum olarak değil bizzat şahsıma göndermiş olduğu mail ile gönlümüzü bir kez daha feth etti. Çünkü bu muhabbet entelektüel yazışma modeli olarak benimsenseydi eğer, Türkiyede her eleştiriyi kendi bahada hafif ama yükte ağır ve taşınmaz egolarına yapılmış bir saldırı gibi görme alışkanlığında olan bir takım zevatın, hiç değilse bir ölçüde tartışma adabından nasiplenmeleri mümkün olabilirdi, diye düşünüyorum
Her ne ise,
Fırat Hocam ile iki üç kez konuşma fırsatımız oldu ve aramızda da kesinlikle bir mesele olmadığını söylemiş olayım. Mevzu ile ilgili tartışmamız da hocamızın da söylediği gibi iki ayrı süreçten müteşekkil olmasıdır.
O gün hocam da zamanın kısalığından veya darlığından bahsi tam açamamış ve sözlerini tam olarak bitirememiş. Zira bu tartışmada esasen iki süreç var. Bu sürecin birincisinde, insanın İman edinceye kadar şüphe duyması İkinci süreçte ise İman ettikten sonra şüphe duyması! ile ilgili bir durum ortaya çıktı.
Hocamın da bahsettiği gibi bu tartışmada Bilim ile Din arasındaki çizginin tam bu ikili süreçte olduğu gibi bir ayrımı söz konusuydu
Bilim için; İman öncesi ve İman sonrası diye bir ayırım söz konusu olabilir mi? Hiç sanmıyorum!
Bilimde, Dogmalar ya da sorgulamaksızın kabul edilen önermeler yoktur hehalde. -Yanlış biliyorsam düzeltin lütfen- Çünkü! Bilim tarihi, Sir Karl Raimund Popperin klasikleşmiş eseri; Tahminler ve Çürütmeler (Conjectures and Refutations) adlı makalesinde kaleme aldığı gibi, Yanlışlanabilirlik İlkesi ile inşa edilmiştir.
Yanlışlanabilirlik ilkesi ne idi?
Yanlışlanabilirlik ilkesi ise; bilim ile bilim dışı olanı, bilgi ile inancı ayırmak için kullanılan bir sözdür. Örneğin, Bütün kuğular beyazdır evrensel genellemesi, tek bir siyah kuğu gözlenerek yanlışlanması mantıksal olarak mümkün olduğundan, yanlışlanabilirdir. Wikipedia
O halde şüphelerden ve sorgulamadan bütünüyle arındırılmış bir kuramın bu açıdan olması mümkün değildir! Zira, kuramlar, ancak yanlışlanmadıkları sürece doğru kabul edilirler.
Yoksa, asla ve kesinlikle artık yanlışlanamaz oldukları için değildir!
Bilimde Dinin temelkoyucu önermeleri olan İmana karşılık gelen Dogmalar da kesinlikle yoktur!
-Olamaz da!
Dr. Fırat hocam, kendisinin birinci süreci savunduğunu söylüyor. -Buna da ne benim ne de bir başkasının asla ve katta bir itirazı olamaz!
Zira Said Nursinin de İmana giden hakiki yolun şüpheden geçtiğini söylemesi de hiç kuşkusuz birinci sürecin dile getiriliş biçiminden başka bir şey değildir.
Öte yandan, merhum Erol Güngör hocamızın kastettiğinin çok daha farklı bir şey olduğu anlaşılıyor.
Dr. Fırat Hocam, Güngörün Dinin alanı dışında sorgusuz sualsiz inandığımız peşin hükümlerden, kör ve bağnaz ideolojilerden, kesin inançlardan söz ettiğini belirtiyor. -ki, burada, metaforik olmayan (veya, itikadi) anlamda bir İmandan söz edilmediği de apaçık ortada olmuş oluyor.
Fakat, Fırat Hocam, ilk söylediği sözlerinden almış olduğum notta, İmanın metaforik mi, yoksa literal anlamda mı kullanıldığına ilişkin bir sarahatini not almamışım. Dolayısıyla ben de, Güngöre atfedilen bu sözlerden, yukarıda belirttiğim ikinci sürecin, yani, bir kere İman ettikten sonra da şüpheye devam edilmesi gerektiğinin kastedildiğini çıkarsamakta (istidlalde) haksız sayılamayacağımı bilvesile paylaşmış olayım. Anladığım kadarıyla bu mesele, eskilerin tabiri ile bir zaaf-ı telif yani yanlış anlaşılma meselesi hepsi o kadar.
Hocamızın ilk konuşmasından sonra rahmetli Erol Güngör hocamızın İslam Tasavvufunun Meseleleri adlı kitabını tekrar gözden geçirdim. Hocamıza da ilk yayımlandığı tarihlerde okuduğum bu değerli kitabı tekrar okuma fırsatını verdiği için tekrar teşekkür ettiğimi de ilettim. Görebildiğim kadarıyla Güngör Hoca, kitabının bir yerinde (sayfa: 123-124), Mutasavvıfların bilgi ile uğraşmalarının bir çeşit reaksiyon halinde görülmekte olduğundan ve Mutezile kelamcılarının yaptığı zihin karışıklığından söz ettiği bölümde ise şunları dile getirmiş:
Hasan Basrinin zamanından itibaren daha evvel iman konusu olup hiç tartışılmayan meseleler rasyonel inceleme konusu olmuş, böylece imanın isbata ihtiyacı olduğu fikri geniş bir çerçevede yayılmıştı.
Burada Erol Hocamızın dile getirmek istediği şey ise bambaşka: Erol Göngör, İmanın rasyonel bir temellendirmeye tabi tutulması gerektiği düşüncesinden söz ediyor ki bu, Akılla Vahyin ne kertede uzlaşıyor olduğuna ilişkin klasik teoloji meselesidir;- İslamın olduğu kadar Hıristiyanlık tarihinin de temel meselelerinden biri! Tertullianın Latince olarak söylediği: credo quia absurdum est (saçma olduğu için inanıyorum) sözünden İskenderiyeli Clemensin credo ut intelligamına (anlamak için inanıyorum) sözlerine uzanan bir ilahiyat problematiğinin ortaya çıktığını söyleyebilirim.
İslamda da Mutezilenin, özellikle de El Kindinin Felsefe Risalelerinde, Akılla Vahyin birbirine asla aykırı olmadıkları konusunda öne sürdüğü görüşleri temellendirmeye çalıştığı da ilgili kişilerin malumudur.
Burada aslolan, İmandan ya da Vahiyden şüphelenmek değil, Vahyin akla uygun olduğunu göstermektir: Güngör hocanın; imanın isbata ihtiyacı olduğundan sözetmesi, İmandan şüphe etmek anlamına gelmiyor;- tam tersine, niçin şüphe edilmemesi gerektiğini gösteriyor: Öyle ya, İman ya da Vahiy akla uygunsa, ondan niçin şüphe edilsin?
Güngörün ifadesiyle rasyonel inceleme, İmanın akla uygun olmadığını değil, akla uygun olduğunu isbata yönelir. Bu da, İman edileni yanlışlamak için değil, İman edileni doğrulamak için akılyürütmek gerektirir. Doğru bilineni tekrar doğrulamak! Josef van Esse göre, İslam lojiğinin mümeyyiz vasfı da tam olarak budur.
Dr. Fırat Hocamız, birbirine karıştırılmak istidadını fazlasıyla taşıyan üç ayrı mevzunun tekrar açıklanmasına vesile olduğu için ben de huzurlarınızda kendisine teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunmak istiyorum.
Sağ olun var olun kıymetli hocam
Selam eder ellerinizden öperim.