Kapıyı hızla çekip Daha da durmam burada diye bağırıp evden çıkıyorum. Garaja iniyor, arabama biniyor ve cıvıl cıvıldır şimdi diye düşünerek caddeye doğru sürmeye başlıyorum. Olanları düşünmek istemiyorum. Sadece araba sürmek ve uzaklaşmak istiyorum. Çevreme bakıyor, biraz sağı solu gözlemlemenin kafa dağıtacağına inanıyorum. Biraz caddeden bahsedeyim. Sağlı sollu kafeler ve irili ufaklı apartmanlar sarmış caddenin dört bir yanını Araya da sokak lambaları ve ağaçlar yerleştirilmiş. Kaldırımlar kalabalık. Trafik yavaş akar, illa birileri karşından karşıya geçer ve camı açtığında döner kokusu seni kendine çeker. Böyle güzel, böyle sakinleştirici bir yerdir cadde. Sürmeye devam ederken solumda tatlı mı tatlı bir hatunun full makyaj, kısa etek ve yüksek topuklarıyla yanında hıyar diye tabir edebileceğimiz arkadaşın elini tuttuğunu görüyor ve hatunla bir an göz göze geliyoruz. O an Yaşa tabi bu hayatı, bulmuşsun böyle bir hıyar, daha ne istiyorsun ki? diyorum. Çünkü biliyorum ki o hıyar içten içe böyle bir hatunu bulamayacağının farkında ve yaşatıyordur en iyisinden ona hayatı
Derken önüme motosikletiyle paketçi genç bir çocuk geçiyor. Sağlı sollu manevralarıyla trafiğin içinden rüzgar gibi geçiyor. İçten içe özeniyorum. Diğer sürücüler de özeniyor diye düşünüyorum. Biz böyle ister müdürü, ister çırağı düzenin bir parçası olup hayatlarımızı bir düzen ve kural uğruna yaşarken o genç, kuralları motosikletiyle ezip geçiyor. Kesin bulmuştur da genç bir sevgili Umursuzca ve özgürce yaşıyordur bu hayatı diye düşünüyorum içimden.
Caddenin sonuna doğru geliyor ve sahile yakınlaşıyorum. Sahile gelmeden yol kenarındaki şirin büfeye uğrayayım da iki bira alayım diyorum. Yaşlı karı koca işletiyor büfeyi. Böyle kafam attı mı da hep oradan alırım. Bilmiyorum neden ama küçük esnafı desteklemeyi seviyorum. Sen desteklemezsen, ben desteklemezsem herkes büyük marketlerden alışveriş yaparsa monopoli olur, büyük firmalar piyasayı ellerinde tutar ve ben buna izin veremem. Demokrasiye, eşit şartlara ve özgür markete hala inanıyorum.
Büfeye girdiğimde Hoş geldin abi deyip selamlıyor beni büfenin sahibi amca. Her seferinde rahatsız oluyorum bu durumdan. Hem müşterisi olduğum için; hem de lüks arabasıydı, kıyafetiydi, duruşuydu falan el pençe divan durumunda kalmak zorunda hissediyor amca. O da haklı. El pençe dursa ayrı, durmasa ayrı. İyi akşamlar, genç dese kimi manyak gelir, Nasıl konuşuyorsun sen, aslanım? der, yakar yıkar orayı. İki dizi izleyip gaza gelen bir millet olduğumuz için her ihtimale karşı hepimizin biraz alttan alması daha mantıklı. Amcaya bakıp Eyvallah, hoş bulduk diyorum. Alıyorum iki bira, koyuyorum kasasının yanına. O para üstünü hazırlarken şöyle bir bakıyorum büfeye. Eşi bir köşede oturmuş, 90 lı yıllarda meşhur olan, minik ekranlı taşınabilen televizyondan çayı eşliğinde dizisini izliyor. Amcanın sigarası yanık, açmış o da birasını, bir yandan içiyor, bir yandan da işini yapıyor. Bu insanlar bile böyle küçücük şeylerle mutlu. Bırakacaksın işi gücü, açacaksın böyle küçük bir büfe, kendi yağında kavrulup gideceksin diyorum. Alıyorum biralarımı ve sahile doğru mutsuzca arabamı sürmeye başlıyorum.
Burada kendi hikayeme ara verelim. Yola çıktığım ana dönelim ve karakterlerin gözünden kendime bakalım ve başlayalım. Caddedeyim Yine bu hıyarın yanındayım. Onun için süslendim, en iyi şekilde hazırlandım ama insan biraz sevgi gösterir diye içten içe kan ağlıyorum. Her gün aynı iş zırvalarını dinliyorum ve beni anlamıyor diye düşünüyorum. Derken caddede bir an oluyor. Siyah arabasıyla alımlı bir adamla göz göze geliyorum. Kim bilir ne kadar mutludur, kimlerle buluşmaya gidiyor diye düşünüyorum. Bense geleceğimi yanımdaki hıyarla garantilemiş evimize doğru mutsuzca ilerliyorum.
Usta Osman, yeni sipariş diye çağırıyor. Yemekleri alıp Ne yediniz be kardeşim diye söylenerek basıyorum motosikletimle gaza. Trafiği yara yara geçiyor, yayalar geçerken ani frenle dengemi sağlıyor ve nefret ettiğim yarım yamalak adres bilgisiyle caddede apartman aramalarıma devam ediyorum. Telefonda konuşamıyorsunuz, anlıyorum da yahu internetten sipariş veriyorsun insan gibi adresini yazsana be adam! diye söylenerek sinirli sinirli motosikletimi sürerken, solda taş gibi bir hatun görüyorum. Hıyarın biriyle evine doğru ilerliyor. Ne güzel yaşıyorsunuz lan bu hayatı diyorum içimden. Önüme bakıp son model bir arabaya çok tatlı bir makas atıyor ve bir saniye de olsa içindeki tarz abiye şöyle bir bakıyorum. Tabi! diyorum. Biz sürünelim, beyefendi de lüks arabasını sürsün, ne güzel hayatlar bunlar ya diyorum. Caddede apartmanların arasında kayboluyorum.
Büfede sıradan bir gün. Hanım bütün gün televizyon izliyor, üniversitede okuttuğum kızım ise bugün biraz daha harçlık istiyor. Anne ve rahmetli babamın birikimiyle açtığım büfede müşteri gelsin diye öylece bütün gün oturuyorum. Allaha şükürler olsun ki yine de sahil kenarında olduğum için genciydi, efkarlısıydı gelir; benden birasıydı, cipsiydi alır, ben de bir şekilde geçimimi sağlarım. Kimse gelmeyecek herhalde bu saatte deyip son kullanma tarihi bitecek olan biralardan birini açtım. Bir iki dakika geçti geçmedi derken yine siyah o araba geldi. Çocuk gençti, ama olgun davranıyordu. İyi kazanıyordu belli. Hoş geldin abi dedim. Beyefendice Eyvallah, hoş bulduk dedi. İki bira aldı. Attı önüme ellilik. Kartla ödese iyi olurdu, bozukta zaten biraz sıkıntı çekiyorum ama neyse ki bozukluk çıktı. Para üstünü verdim, aldı biralarını bindi arabasına ve uzaklaştı sahile doğru Bense hanımın televizyona bakarak mutsuzca dükkanı kapatmayı bekledim.
Hikayeme geri dönelim ve finale bağlayalım. Sahildeyim, içiyorum, sorguluyorum ve ertesi gün bunlar yaşanmamış gibi hayatıma devam ediyorum. Şans eseri dikkatimi çeken üç karakterin mutlu olduğunu düşünüyorum. Üç karakterin de düşündüğü mutlu bir karakter olarak akıllarında da yer ediniyorum. Karakterlere bakalım. Ana karakter gücü ve prestiji simgeliyor. Mutsuz Kadın aşkı ve bağlılığı simgeliyor. Mutsuz Paketçi başıboşluğu ve özgürlüğü simgeliyor. Mutsuz Büfeci sıradanlığı ve orta yaşamı simgeliyor. O da mutsuz Dolayısıyla neye ve kime sahip olurlarsa olsun bu karakterler sadece mutsuz. O zaman bu hikayede üç sonuca ulaşıyoruz. Ya neyimiz olursa olsun gün sonunda mutsuzluğa mahkumuz, ya mutlu olmayı tercih etmiyoruz ya da gerçek mutluluğu henüz göremedik. Bu yüzden de mutsuzuz!