Ve işte yine; telefon çalıyor kelimeleri, sessizlik çoğalıyor...
Bir elimle ahizeyi kulağıma dayıyorum ve diğer elimle namluyu şakağıma.
Sesinin dalgalanışını dinliyorum bir süre.
Sorular soruyor.
Ağzımdan çıkan kelimeler hiç olmadığı kadar emanet geliyor
ve
almak istediği cevaplar asla vermek istediğim gibi olmuyor.
“Mektubumu aldın mı” diyorum
“Evet” diyor
“İçime yapışan bütün hisleri yazmaya çalıştım oraya ama yaşananlar kağıtlara sığmıyor”
“Okudum” diyor. ”hepsini aralıksız okudum, gene saçmalamışsın.”
“Hayır “ diyorum “Saçmalamadım ama okumanın, senin için sadece harfleri sıraya koymak olduğunu unutmuştum.”
Yüzünün ani değişen çizgilerini göremiyorum ama sanırım sinirleniyor.
Bağırmaya başlıyor, dokunduğunu eritiyor, deniz ortasından yırtılıyor . Suratıma kapatıyor telefonu.
Pek şaşırtmıyor bu beni ama içimde bir çarpışma başlıyor, ani ve saldırgan. Öfkemi yerine oturtamıyorum.
Büyük bir alev gibi gölgeleniyor odanın içinde.
Alevlerin karanlık sessizliği sakinleştiriyor ruhumu ve düşünceli bir tavır takınıyorum kendime.
Hatalar yaptım mı...?
Şüphesiz...
Kılıçlarımız çarpıştı kıvılcım, kan ve ter içinde.
Ruhani kılıçlar daha çok acıtır bedeni, yeterince derine saplandığında.
Elimdeki kılıcın üzerindeki izlere bakıyorum.
Çentik çentik her yanı, lekeli, uzun süren savaşlardan çıktığı belli.
Yine de unuttuğum birşeyler olmalı;
Hayaller yok, düşler kayıp
Ve ne kadar denesemde bulamıyorum.
İç hesaplaşmalarımda açık var;
Yaşanan hayatların işlevsiz bir yanı var...
]