**İslam dini, insan haklarına saygı gösteren, hoşgörüye dayalı bir inanç sistemidir. Bu anlayış, özellikle insanların inanç özgürlüğü konusunda net bir şekilde ortaya konmuştur. Dinden dönme meselesi de, İslam’ın özünde hoşgörü ve insan haklarına verilen önemin en belirgin örneklerinden biridir. Kur'an-ı Kerim, insanların inançları konusunda dinde zorlama yapılmaması gerektiğini belirtir. Bakara Suresi 256. ayetinde "Dinde zorlama yoktur" ifadesiyle, insanların inanacakları dini kendi iradeleriyle seçmeleri gerektiği vurgulanır. Bu ayet, İslam’ın temel ilkelerinden birini ortaya koyar: kimse başkalarını inançlarını değiştirmeye zorlayamaz. İslam, inanç özgürlüğünü en yüksek değerlerden biri olarak kabul eder. Bu özgürlük, insanın kendi vicdanına dayalı bir inanç edinmesini sağlamak için temel bir ilkedir. Dinden dönme meselesi, tarihsel olarak çeşitli hadislerde yer almış olsa da, Kur’an-ı Kerim bu konuda çok daha açık ve net bir yaklaşım sergiler. Dinden dönen kişinin öldürülmesi gibi bir durum, Kur’an’ın mesajlarıyla çelişir. Bakara Suresi 217. ayetinde, dinden dönenlerin ahiretteki hesaplarını Allah’a verecekleri belirtilir: "Ve sizden kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse işte onların bütün yaptıkları dünyada ve ahirette boşa çıkmıştır. Ve onlar ateş halkıdır ve onlar orada ebedî kalacaklardır." Bu ayet, dinden dönmenin bir kişinin dünyadaki cezasını gerektirmediğini ifade eder. İslam, dünyada dinden dönen bir kişi için bir cezai yaptırım öngörmez. Fakat kişinin bütün yaptıkları dünyada da ahirette de boşa gider. İslam’da iman, bir kişinin içsel bir seçimidir ve buna saygı gösterilmesi gerektiği her yönüyle anlaşılmaktadır. Yunus Suresi 99. ayetinde, insanları iman etmeye zorlamanın hoş karşılanmadığı açıkça belirtilir: "Ve eğer Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi topluca iman ederdi. İnsanları mümin oluncaya kadar sen mi zorlayacaksın?" Bu ayet, İslam’ın temel hoşgörü anlayışını bir kez daha pekiştirir. İslam, inançlara saygı göstermeyi, insanları inançlarını seçerken iradelerine bırakmayı öğütler. İnsanların iman etmesi, Allah’ın takdirine bağlıdır ve herhangi bir insan, başkalarına kendi inançlarını dayatma hakkına sahip değildir. İslam, her insanın hayatını kutsal kabul eder. Maide Suresi 32. ayeti, bir insanın haksız yere öldürülmesinin ne kadar büyük bir suç olduğunu açıkça belirtir:"Şüphesiz kim bir canı bir cana veya yeryüzünde bozgunculuğa karşı olmaksızın öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Ve kim de onu yaşatırsa bütün insanları yaşatmış gibi olur." Bu ayet, haksız yere bir insanın öldürülmesinin tüm insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğunu ifade eder. Dinden dönen bir kişinin öldürülmesi, yalnızca bu kişinin hayatını yok etmekle kalmaz, aynı zamanda İslam’ın temel değerlerine ve insan haklarına da büyük bir zarar verir. Buhari'nin Cihâd kitabında yer alan ve bazı kişiler tarafından doğru kabul edilen hadis, dinden dönenlerin öldürülmesi gerektiğini savunur. Ancak bu tür hadislerin, İslam’ın özünden sapmalar ve Nebimiz Muhammed'in vefatından sonra İslam dinini tahrif etmek için dine eklenen yalanlar olduğu unutulmamalıdır. Kur'an-ı Kerim, İslam’ın temel öğretisini net bir şekilde ortaya koyarken, hadis kitaplarında yer alan bazı rivayetler zaman zaman çeşitli tartışmalara yol açmıştır. Buhari, Nebimiz Muhammed’i doğrudan görmeyen bir kişidir vahiyde almamıştır. Nebide değildir. Kur'an'ın yeterliliğini de kabul edenlerden değildi. İslam’ın özünde, Allah’ın rahmeti ve affı ön planda iken, İslam dinini tahrif etmek için dine eklenen hadisler İslam’ın hoşgörü anlayışına ters düşmektedir. İslam, hoşgörüyü ve insan haklarını savunan bir dindir. Dinden dönme meselesi, İslam’ın özünde dünyada bir ceza gerektirmez; dinden dönen kişinin işledikleriyse dünyada da ahirette de boşa gider. Kur'an, insanların inançlarını iradeleriyle seçebileceklerini ve bu konuda hiçbir şekilde zorlama yapılmaması gerektiğini açıkça ifade eder. İslam’ın öğrettikleri, insanların hayatlarına saygı göstermeyi, onlara inançlarında hoşgörüyle yaklaşmayı öğütler. Bu bağlamda, dinden dönen birini öldürmek, İslam’ın özüne, Kur’an’ın mesajına ve insan haklarına aykırı bir eylemdir. İslam’da iman, bir kişinin içsel bir seçimidir ve buna saygı gösterilmesi gerektiği her yönüyle anlaşılmaktadır. İslam, inançlara saygı göstermeyi, insanları inançlarını seçerken iradelerine bırakmayı öğütler. İnsanların iman etmesi, Allah’ın takdirine bağlıdır ve herhangi bir insan, başkalarına kendi inançlarını dayatma hakkına sahip değildir. İslam, her insanın hayatını kutsal kabul eder. Maide Suresi 32. ayeti, bir insanın haksız yere öldürülmesinin ne kadar büyük bir suç olduğunu açıkça belirtir: > "Şüphesiz kim bir canı bir cana veya yeryüzünde bozgunculuğa karşı olmaksızın öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Ve kim de onu yaşatırsa bütün insanları yaşatmış gibi olur." Bu ayet, haksız yere bir insanın öldürülmesinin tüm insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğunu ifade eder. Dinden dönen bir kişinin öldürülmesi, yalnızca bu kişinin hayatını yok etmekle kalmaz, aynı zamanda İslam’ın temel değerlerine ve insan haklarına da büyük bir zarar verir. Ancak zamanla İslam dünyasında bu temel prensibe aykırı bazı söylemler ve uygulamalar üretilmiştir. Bunlardan biri de şu hadistir: > "Dinini değiştireni öldürün." (Buhârî, Cihâd, 149) Bu sözün İslam'ın öz ruhuna tamamen aykırı olduğu açıktır. Zira iman ancak özgür bir kalple ve bilinçli bir tercihle anlam kazanır. Zorla, ölüm tehdidiyle ya da baskıyla kabul edilen bir iman, gerçek bir teslimiyet değil, sahte bir bağlılık olur. Üstelik bu tür baskılar bireylerin iç dünyasında büyük gerilimler ve düşmanlıklar doğurur. Psikoloji biliminde "reaktans teorisi" adı verilen bir kavram vardır. Bu teoriye göre bir insanın özgürlüğü tehdit edildiğinde veya kısıtlandığında, kişi bu kaybettiği özgürlüğü daha da güçlü bir şekilde savunmaya ve yasaklananı yapmaya yönelir. Örneğin birine "İslam’dan çıkarsan öldürülürsün" denildiğinde, kişi İslam’a olan duygusal bağlılığını değil sadece korkusunu sergileyecektir. Bu da kalpten bağlılık değil, dışsal baskıya dayalı bir itaat doğurur. Böyle bir itaatin ise İslam'ın amaçladığı samimi imanla hiçbir ilgisi yoktur. Özellikle antisosyal kişilik bozukluğu olan bireyler bu tür baskı ortamlarında büyük bir tehlike oluşturur. Antisosyal bireyler:
- Vicdan azabı hissetmezler,
- Yalan söylemekten çekinmezler,
- Başkalarına zarar vermekten pişmanlık duymazlar,
- Otoriteye içten bir saygı duymazlar.
Baskıyla Müslümanmış gibi davranmak zorunda kalan bu kişiler, toplum içinde derin kin ve düşmanlık duyguları biriktirir. Dışarıdan bakıldığında iyi bir Müslüman profili çizebilirler ancak fırsat bulduklarında içeriden İslam toplumuna zarar verir, fitne çıkarır, güveni ve dayanışmayı sarsarlar. Tarihte de İslam toplumlarının içten çökmesinde sahte Müslümanların, ikiyüzlü davranışların ve baskıyla dayatılan din anlayışlarının büyük rolü olmuştur. Din özgür bir iradenin, bilinçli bir teslimiyetin eseri olmalıdır. Baskıyla oluşturulan sahte inanç toplumu uzun vadede içeriden çürütür. Kur'an inanç özgürlüğünü temel bir hak olarak tanımlarken, iman ile nifak arasındaki farkı da vurgular. Samimi iman ile dışsal baskıdan kaynaklı sahte bağlılık birbirinden kökten farklıdır. Allah samimi kalpleri ister baskı altında kalan ikiyüzlü kimlikler üreten bir toplumu değil. Öyleyse, "Dinini değiştireni öldürün" gibi rivayetlerin İslam'a mal edilmesi hem dini tahrif etmek hem de İslam toplumuna uzun vadede zarar vermek anlamına gelir. Bu tür uydurma sözlerle İslam’ın rahmet ve özgürlük temelinden uzaklaştırılması, din düşmanlarının da işine yarayan bir yoldur. Dinde zorlama yoktur. İman, özgür iradeyle ve bilinçle yapılan bir tercihtir. Hadis adı altında dinin ruhuna ve Kur'an’ın açık hükümlerine aykırı söylemler üretmek, İslam’a en büyük zararı vermektir. Müslümanlar olarak dini aslına, yani Kur'an'ın öğrettiği özgürlük, merhamet ve adalet ilkelerine göre anlamalı ve yaşamalıyız.**
