Kum ve Köpüğü

Halil Cibran hakkında çok şey okudum. Sizler de çok şeyler duymuş olabilirsiniz. Cibran; gerek eğitim hayatı, gerek eğitim hayatı için Siyonist aileler tarafından finanse edilmesi yüzünden kendi döneminde bu coğrafyada çok fazla değer görmemiş sürgün yazarlar arasında yer alıyor.

yazı resimYZ

Geçen yazımda Sema Arslanın Kozalak romanı ile ilgili duygu ve düşüncelerimi paylaşmıştım. Yine aynı kolinin içinden bu sefer seçerek alıp okuduğum başka bir kitapla ilgili düşüncelerimi de paylaşmak istiyorum Edebiyat severlerin ismine aşina olduğu Şarkın bilge şairi olarak bilinen bu eser Halil Cibrana ait. Kitabın ismi: Kum ve Köpüğü aslında eseri birçok yayınevi basmış. Ancak elimdeki kitabın baskısı Cahit Koytak çevirisiyle 108 sayfa olarak Kapı Yayınlarından okur severlerin ilgisine sunulmuş

Kitap; lirik fragmanlar, şiirler ve yer yer düşüncenin lirizmi denilebilecek metinleri barındırıyor içinde

Halil Cibran hakkında çok şey okudum. Sizler de çok şeyler duymuş olabilirsiniz. Cibran; gerek eğitim hayatı, gerek eğitim hayatı için Siyonist aileler tarafından finanse edilmesi yüzünden kendi döneminde bu coğrafyada çok fazla değer görmemiş sürgün yazarlar arasında yer alıyor. Özellikle Jön Türk Devriminden sonra Osmanlı İmparatorluğunda isyanı destekleyen Suriyeli siyasi düşünürlerle tanışmasından sonra Cibranın da aynı fikirleri destekleyip antiklerikalizmi (kamusal ve politik yaşam veya bir kişinin günlük hayatı üzerindeki kurumsal dini güçlere ve etkilere karşıt olan tarihi hareket.) dile getiren yazıları yüzünden Osmanlı döneminde yasaklanmış yazarlar arasında yer aldı

Ancak yazarın farklı bir ruh haline sahip olduğunu da söylemem gerek. Zira onun eserlerini okuduğumda aklıma bir soru takılıp durur. Yani, kalıcı olanı şiirle kurmaya çalışan bir şair mi yoksa şiir vasıtasıyla felsefe yapmaya çalışan bir filozof mu Cibran?
Ya da Heidegger nasıl tanımlardı Cibranı? Veyahut Rodinin rahle-i tedrisinden geçmiş olmak bakımından aynı yazgıyı paylaştığı Rilke onun hakkında ne söylerdi onun için?

Cibran kendini, Ben ne bir sanatçı, ne de bir şairim. Ben bir sisim; her şeyi örten, ancak hiçbir zaman bir araya getirmeyen bir sis. cümleleriyle tanımlar. Eserlerinde 20. asrın hem felsefe hem de şiir geleneğine eklemlenebilecek bir yapıyla karşımıza çıkan yazar, deyim yerindeyse kavramın ve imgenin sınırlarını ihlâl ediyor, zorluyor, bazen de keskinleştiriyor Sonsuz bir metnin kıyısında dolaştırıyor okuru; insanın evrensel yazgısının türküsünü çağırıyor. Budadan, İncilden, Kurandan, Tevrattan, kadim metinlerden, Nietzscheden, Blaketen esintilerle dolduruyor belleği.

Şarkın yakıcı nefesi

Her ne kadar hayatının büyük bir kısmını doğduğu topraklardan uzakta, sürgünde geçirdiyse de şiir ya da aforizma, adına ne dersek diyelim, metinlerinde Şarkın o derûnî ve yakıcı nefesini hissedebiliyorsunuz Cibranın eserlerinde Bir çeşit denizden çöle esen rüzgârın ferahlığı gibi yani. Sırlarla dolu ve yer yer içinde uğultuyu barındıran bir fısıltıları duyumsayabiliyorsunuz Hayatın çöle dönen yüzüne karşı köpüğü, kumu ve rüzgârı sırtlanmış kelimelerin tesellisi var bu kitapta. Denilebilir ki, Cibran dili yurt tutmuş bir yazar olarak okuyorsunuz Sürgünlük onda şiir olarak sürgün vermiş gibi adeta

Özellikle; Mevlana, Tagore, Hesse ve Cibran Bu isimlerin ortak özelliğine baktığımızda, insana kaybetmiş olduğu hakikatleri fısıldıyor gibi geliyor bana. Eserlerini okuduğunuz vakit yitik cenneti arayışına tanıklık ediyorsunuz. Bu yüzden saydığım dört ismin eserleri dünya genelinde kült eserler olmuştur. Sadece Gözyaşlarımızın en kutsalı akmaya göz aramazlar. ya da Kalemlerini kalbimize batırırlar ve esin aldıklarını söylerler size. aforizmaları bile insanlığın geçtiğimiz yüzyıldaki trajedisi için can yakıcı imâları barındırıyor..

Evet, Şarkın bilge şairi Halil Cibranın Kum ve Köpük isimli kitabı lirik fragmanlarla, şiirlerle ve yer yer düşüncenin lirizmi denilebilecek metinlerle dolu. Kitapta kumdan ve köpükten bir barınak inşa ediyor Cibran; -her daim yıkılan ve yeniden yapılan. O barınakta bir rüya üretimi var; -gerçeğin rüyası. Yeryüzünde şairce konaklayanlardan bir yerli olan Cibran, hayatın ve insanın hemen her haline ilişkin değerlendirmelerde bulunuyor. Hakikatin peçesini aralıyor hem Doğunun hem Batının çöllerinde dolaştırıyor sizi. Ve elbette insan ruhunun dehlizlerinde

Her şeyin baş döndürücü bir hızla değiştiği ya da bir çöle döndüğü zamanlarda Cibran okumak insanın ruhuna iyi gelebilecek bir antideprasan gibi Çünkü o, değişmeyen öze davet eder insanı; teselli ya da hatıra zevki vaat ederek Bir ağacın meyveye duruşu ile bir kavramın içerdiği düşüncenin eda haline gelişine aynı anda şahit olabiliyorsunuz. Dil ve doğa bu yüzden birlikte yer alır Cibranın metinlerinde. Hem dilin hem doğanın toprağına basar ve orada bırakırsınız negatif tüm enerjinizi. Berrak bir suya bakar, sonra suyun felsefesini yaparsınız. Her şeyin bir olağanüstülük taşıdığı manasına mı gelir bu? Cibran bunu mu imâ eder? Belki. Ama gerçek olan şu ki Şarkın hikmeti lirik biçimde sunma geleneğinin süzülmüş, rafine, damıtılmış bir örneğidir yazıp çizdikleri Kadim duyarlığa ki bu duyarlık Şarktan evrensele doğru açılır, modern bir anlatım dili bulmuş yazarımız. Evet, modern insanın neye ihtiyacı olduğunun gayet farkında olan bir şair, yazar

Doğadan ebediyete doğru bir adım

İşte Kum ve Köpükten birkaç esinti: Yalnızca kovalandığınız zaman en yüksek hızınıza ulaşabilirsiniz. O yüzden kalbinden sürgün olduğu yere, yeni bir kalp hediye ediyor Cibran. Belki de bir deniz kabuğunun deniz dediği şey, incidir. Belki de Cibranın inci dediği şey, şiirdir. Tanık ve noter olarak sözlüğün huzurunda, neşve, acı ve merak arasında yapılan bir sözleşmedir, Şiir. Cibran, o yüzden bâkir olarak iade eder kelimeleri lügate. İçimi senin bildiklerinle dolduracak olsaydım, yer kalır mıydı orada benim bilmediklerime? İşte kendini bilen bir bilge Bir gezginim ben, bir denizci, her gün kendi içinde yeni bir yöre, yeni bir ada, yeni bir kıta keşfeden. Kendini tanı, kendini bil, kendin ol diyen bir keşiş, derviş ya da çırak Cibran. Yalnızca, içlerinde esrar olanlar bizim de yüreklerimize indirebilirler varlığın sırlarını.

Cibran, varoluşun karanlığını mı aydınlatmak istiyor acaba? Sanat, doğadan ebediyete doğru atılan bir adımdır. diyerek can hümâsının kanatlarında sonsuza doğru bir yolda olduğunu mu faş eder biz okur severlere, bilemem

Şimdi kanepemin üstünde Kum ve Köpük yalınayak yürüyorum kızgın kumların üzerinde ve hissediyorum hakikatin köpüğünü İnanın bir yaz ikindisinin dinginliği gibi

Bu kitabı mutlaka okumalısınız

Kalın sağlıcakla.

Başa Dön