Nuh Tufanı ve Kuran ile Tevrat Anlatımlarındaki Farklar: Evrensel mi, Bölgesel mi?

Nuh Tufanı'nın Tevrat ve Kuran'daki anlatımları arasındaki temel farklılıkları inceleyen bu metin, özellikle tufanın kapsamı konusundaki farklı yorumları ele alıyor. Tevrat'taki küresel felaket anlatımı ile Kuran'daki bölgesel afet yaklaşımı arasındaki farkın, çeviri hatalarından kaynaklandığını açıklıyor.

yazı resim

**Nuh Tufanı, hem Tevrat hem de Kuran’da yer alan önemli bir tarihi olaydır. Ancak bu iki kutsal kitapta yer alan anlatımlar arasında bazı önemli farklar bulunmaktadır. Bu farkların en dikkat çekici olanı, tufanın kapsamıdır. Tevrat’a göre, Nuh Tufanı, tüm dünyayı kaplayan evrensel bir felaket olarak anlatılmakta iken, Kuran’da bu olayın daha çok bölgesel bir afet olduğu vurgulanmaktadır. Fakat farklılığın sebebi Tevrat'ın yanlış çevrilmesinden kaynaklanmaktadır.
Tevrat’ın Yaratılış kitabında Nuh Tufanı’na dair şu ifadeler yer almaktadır:
> “RAB baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte. İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı. ‘Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım’ dedi, ‘Çünkü onları yarattığıma pişman oldum.’” (Yaratılış 6:5-7)
Bu ayetlerde Tanrı, insanların kötülüğü sebebiyle tüm canlıları yeryüzünden silmeye karar verir. Ancak, Nuh’un doğru biri olduğu belirtilir ve Nuh, Tanrı’nın gözünde lütuf bulur. Tevrat’ta bu tufanın evrensel bir felaket olduğu belirtilmektedir ve bu, tüm dünyayı etkileyen bir yıkım olarak tasvir edilir. "הָאָרֶץ" (Haaretz) "toprak", "yer", "dünya", "bölge" veya "ülke" anlamlarına gelir. İlgili Tevrat ayetlerinin İbranice'sine bakalım. Yaratılış 6:5-7 (İbranice):
5 וַיַּרְא יְהוָה כִּי-רַבָּה רָשַׁעַת- הָאָדָם בָּאָרֶץ, וְכָל-יֵצֶר מַחְשְׁבוֹת-לִבּוֹ, רַק-רָע כָּל-הַיּוֹם.
6 וַיִּתְעַצֵּב יְהוָה, כִּי-עָשָׂה אֶת-הָאָדָם בָּאָרֶץ, וַיִּתְעַצֵּב בִּלְבָבוֹ.
7 וַיֹּאמֶר יְהוָה, אֶמְחֶה אֶת-הָאָדָם, אֲשֶׁר-בָּרָאתִי, מַעַל-פְּנֵי הָאֲדָמָה, מֵאָדָם, עַד-בְּהֵמָה, רֶמֶשׂ וְעֹוף הַשָּׁמַיִם--כִּי-נִחַמְתִּי, כִּי-עָשִׂיתִם.
Ayetlerde Tanrı'nın Yahudiler tarafından yasaklanması sebebiyle anlamı unutulan ismi de geçiyor. İbranice bilmeden ayetlere dikkatlice bakmanız durumunda 4 kelimeden oluşan ismini göreceksiniz.
"וַיַּרְא"
(vayyar) İbranice bir fiil olup, "ve o gördü" veya "ve o bakarak gördü" şeklinde Türkçeye çevrilebilir.
"וַ"
"וַ" (va) bağlacı "ve" anlamına gelir.
(yare) "görmek" fiilinin geçmiş zaman üçüncü tekil erkek şahıs halidir, yani "gördü" anlamına gelir. Bu kelime, Tanah'taki metinlerde özellikle Tanrı'nın veya bir kişinin bir durumu, olayı ya da nesneyi gözlemesi için kullanılır.
יְהוָה
(YHWH) İbranice'de Tanrı'nın özel adıdır ve genellikle "Tanrı" veya "Rab" olarak çevrilir. Bu ad, Yahudi inancında Tanrı'nın en kutsal adı olarak kabul edilir ve genellikle telaffuz edilmez, bunun yerine "Adonai" (Rab) veya "HaShem" (İsim) gibi ifadeler kullanılır. YHWH, İbranice'deki dört harften oluşur: י (Yod), ה (He), ו (Vav), ה (He). Bu harfler, Tanrı'nın ezeli ve sürekli varlığını, "O var olan" veya "Varlık" anlamını simgeler. Hristiyanlıkta ise bu ad genellikle "LORD" (Rab) olarak çevrilir.
כִּי-רַבָּה רָשַׁעַת-
" (ki- rabbah rasha'at) İbranice bir ifadedir ve "çünkü kötülük çoktur" veya "çünkü kötülük büyüktür" şeklinde Türkçeye çevrilebilir.
"כִּי" (ki) "çünkü" anlamına gelir.
"רַבָּה" (rabbah) "çok, büyük" anlamına gelir.
"רָשַׁעַת" (rasha'at) "kötülük, fenalık" anlamına gelir.
Bu ifade, özellikle dini metinlerde, kötü eylemlerin veya fenalıkların yoğunluğuna dikkat çekmek için kullanılır.
הָאָדָם
(ha'adam) İbranice bir kelimedir ve Türkçeye "insan" veya "insanlık" olarak çevrilebilir.
"הָ" (ha) belirli bir tanımlayıcı ekidir ve "the" (belirli bir) anlamına gelir.
"אָדָם" (adam) "insan" anlamına gelir, genellikle tüm insanları veya bir insanı ifade etmek için kullanılır.
Bu kelime, insanı, insanlık türünü veya bazen belirli bir bireyi tanımlamak için kullanılabilir.
בָּאָרֶץ
(Haaretz) "toprak", "yer", "dünya", "bölge" veya "ülke" anlamlarına gelir.
ב" (b) edatı, "içinde" veya "de" anlamına gelir.
"אֶרֶץ" (aretz) "yer, toprak, ülke, dünya" anlamına gelir.
Bu ifade, bir şeyin yeryüzünde veya belirli bir yerde olduğunu belirtmek için kullanılır.
וְכָל-יֵצֶר
" (ve'kol-yetzer) İbranice bir ifadedir ve Türkçeye "ve her eğilim" veya "ve her düşünce" olarak çevrilebilir.
"וְ" (ve) "ve" anlamına gelir.
"כָּל" (kol) "her" veya "tüm" anlamına gelir.
"יֵצֶר"
(yetzer) "eğilim, istek, yaratılış" anlamına gelir. Bu kelime, genellikle insanın içsel dürtüleri veya doğasında bulunan eğilimleri ifade eder. Bu ifade, insanın içsel düşünce ve eğilimlerini, özellikle olumsuz veya kötü eğilimleri ifade etmek için kullanılır.
מַחְשְׁבוֹת-לִבּוֹ
(machshavot-libbo) İbranice bir ifadedir ve Türkçeye "kalbinin düşünceleri" veya "onun kalbinin düşünceleri" şeklinde çevrilebilir.
Bu ifade, genellikle bir kişinin iç dünyasında, kalbindeki düşünceleri veya niyetleri ifade etmek için kullanılır.
רַק-רָע כָּל-הַיּוֹם.
" (rak ra' kol hayom) İbranice bir ifadedir ve Türkçeye "sadece kötü, tüm gün boyunca" veya "sadece kötü, bütün gün" olarak çevrilebilir.
"רַק" (rak) "sadece" veya "yalnızca" anlamına gelir.
"רָע" (ra) "kötü" anlamına gelir.
"כָּל" (kol) "tüm" veya "her" anlamına gelir.
"הַיּוֹם" (hayom) "bugün" anlamına gelir.
Bu ifade, bir durumu veya bir günü sürekli kötü, olumsuz bir şekilde tanımlamak için kullanılır.
Bu durumda 5. ayet şöyle çevrilebilir:
YHWH bakıp gördü ki ülkede insanın kötülüğü çoktur. Her eğilim sadece kötü kalbinin düşünceleridir. (Yaratılış 5:5)
Yine Tevrat’a göre, Nuh’a bir gemi yapması emredilir.
> “Gemiyi şöyle yapacaksın: Uzunluğu üç yüz, genişliği elli, yüksekliği otuz arşın olacak.” (Yaratılış 6:15)
Bu gemi ölçülerinin dünya çapındaki tüm hayvanları almak için yeterli olmadığı çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Kuran’da ise Nuh Tufanı’na dair daha farklı bir anlatım vardır. Kuran, Tufan’ın sadece Nuh Kavmi’ni etkileyen bölgesel bir felaket olduğunu vurgular. Kuran’da Nuh’a gönderilen mesajın yalnızca kendi kavmiyle ilgili olduğu belirtilir:
> “Ve şüphesiz Nuh'u kavmine göndermiştik şüphesiz ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Tanrı'dan başkasına kulluk etmeyin. Şüphesiz sizin üzerinize acı günün azabından korkuyorum.’” (Hud Suresi, 25-26)
Nuh’un sadece kendi kavmine gönderildiği, diğer kavimlere herhangi bir uyarıcı gönderilmediği ifade edilir. Bu bağlamda, Nuh Tufanı sadece Nuh’un kavmini helak etmiştir. Kuran’da başka bir ayette, Nuh’un tebliğini reddeden kavminin helak olduğu şöyle açıklanır:
> “Onu yalanladılar. Biz de onunla beraber gemidekileri kurtardık, ve ayetlerimizi yalanlayanları boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdiler.” (A’raf Suresi, 64)
Bu ayetler, Nuh’un uyarılarına karşı çıkan kavminin, Tufan ile helak olduğunu açıkça ifade eder. Bu bağlamda Kuran, Nuh Tufanı’nın evrensel değil, yalnızca Nuh Kavmi’ni etkileyen bir olay olduğunu gösterir.
Kuran’ın başka bir ayetinde de, helak için bir uyarıcının gönderilmesinin şart olduğu belirtilir:
> “Ve Rabbin ülkelerin annesine onlara ayetlerimizi okuyan bir Resul gönderinceye kadar helak edici değildir. Ülkeleri halkı zalim olmadan helak edici değiliz.” (Kasas Suresi, 59)
Bu ayet, helakın, ancak uyarıcı bir elçinin tebliği sonrasında gerçekleşebileceğini ve bu uyarının Nuh Kavmi’ne özgü olduğunu belirtir.
Kuran’da geçen “Cudi” kelimesi, Tufan sonrası geminin oturduğu yeri tanımlar. “Cudi” kelimesi bazen özel bir dağ ismi olarak alınsa da, Arapçadaki anlamı “yüksekçe yer” veya “bereketli, münbit yer” olarak da anlaşılabilir. Bu da, geminin yüksekçe bir yere oturduğunu ve bu yerin tarıma uygun, yerleşime elverişli olduğunu ima eder. Bazı kaynaklarda Cudi kelimesinin Süryanice'den geldiği ve "kutsal/mukaddes dağ" anlamına geldiği de belirtilmektedir. Ayetteki Cudi'nin Şırnak il sınırlarıyla bir bağı da bulunmamaktadır. Nebimiz Nuh'un mezarıda Cizre'de değildir. Halk bir mezar uydurdu. Ancak bakıldığı zaman mezardan çok borudur.
> “Ve ey yer suyunu çek ve ey gök sen de suyu tut denildi. Ve iş bitirildi ve Cudi'nin üzerine oturdu. Ve zalimler topluluğu olsun denildi.” (Hud Suresi, 44)
Cudi kelimesinin bu anlamı, Tufan’ın sadece belirli bir bölgeyi etkilediğini, dünya çapında bir felaket olmadığını gösterir. Ayrıca, Tufan’ın Mezopotamya’yı kapsayan bir afet olduğunu düşünmemizi sağlayan arkeolojik bulgular da vardır. Bu bulgular, Tufan’ın evrensel değil, bölgesel bir felaket olduğunu destekler niteliktedir.
Tevrat’ın yanlış çevirisine göre, Nuh, yeryüzündeki tüm hayvan türlerini gemiye almış ve bu sayede hayvanların nesli tükenmekten kurtulmuştur. Ancak bu iddianın çeşitli sorunları vardır. Örneğin, farklı kıtalara ait hayvanların nasıl toplanıp gemiye yerleştirildiği sorusu yanıtsız kalır. Ayrıca, bazı hayvanların tehlikeli ve zararlı olmasının, gemiye alınmalarını imkansız kılacağı anlaşılmaktadır.
Kuran’da ise, tüm hayvan türlerinin gemiye alındığına dair bir açıklama bulunmamaktadır. Kuran’daki anlatıma göre, Nuh sadece kendi kavminin yaşadığı bölgedeki hayvanları almış olabilir. Kuran’daki ayetlerde, sadece o bölgedeki hayvanların toplandığı ima edilmiştir:
> “Onu ve onunla beraber olanları bizden bir rahmetle kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayıp inanmayanların ise kökünü kestik.” (A’raf Suresi, 72)
Böylece, Nuh’un gemiye aldığı hayvanların, sadece bulunduğu bölgedeki hayvanlar olduğu ve evrensel bir anlam taşımadığı anlaşılmaktadır.
Tevrat ve Kuran’daki Nuh Tufanı anlatımları Tevrat'ın doğru çevirisinde birbiriyle uyumludur. Ancak yanlış çeviride yani Yahudiler tarafından çevrilen çeviride Tufan’ın kapsamı konusunda belirgin bir ayrım oluşmaktadır. Tevrat’ın yanlış çevirisinde Tufan, tüm dünyayı etkileyen evrensel bir felaket olarak anlatılırken, Kuran’da bu olayın sadece Nuh Kavmi’ni etkileyen bölgesel bir afet olduğu vurgulanmaktadır. Kuran’daki ayetler ve arkeolojik bulgular, Tufan’ın evrensel değil, Mezopotamya bölgesini etkileyen geniş çaplı bir felaket olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca, Kuran’daki anlatım, Nuh’un sadece kendi kavmine gönderilen bir uyarıcı olduğu ve bu kavmin helak olduğu gerçeğini vurgular. Bu nedenle, Nuh Tufanı'nın sadece bölgesel bir afet olduğu, Kuran’daki anlatımlarla ve Tevrat'ın doğru çevirisiyle uyumlu bir değerlendirme olarak karşımıza çıkmaktadır.
Nuh Tufanı'nın Mezopotamya Ovası’ndaki İzleri ve Arkeolojik Delilleri
Nuh Tufanı, dünya tarihinin en eski ve en geniş kapsamlı felaketi olarak kabul edilen bir olaydır. Bu felaketin Mezopotamya Ovası'nda yaşandığı düşünülmektedir. Mezopotamya, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve Dicle ile Fırat nehirleriyle çevrili bir bölge olarak coğrafi olarak büyük bir su baskınına müsait bir yapıya sahiptir. Tarihsel ve arkeolojik bulgular, bu büyük felakete dair önemli izler sunmakta, Tufan'ın bu bölgede gerçekleştiği inancını güçlendirmektedir.
Mezopotamya, Dicle ve Fırat Nehirleri’nin birleşim yeri olarak coğrafi olarak büyük bir su baskınına uygun bir alandır. Bu nehirlerin taşması ve bölgedeki mevcut alçak arazi yapısı, büyük bir felakete zemin hazırlamaktadır. Tufan’ın yaşandığı yer olarak Mezopotamya’nın kabul edilmesinin bir diğer nedeni de bölgedeki eski medeniyetlerin kayıtlarında yer alan felakete dair çok sayıda belgeler ve efsanelerdir. Ayrıca, Mezopotamya kökenli olan bu efsanelerin birçoğu, bu bölgedeki medeniyetlerin Tufan’ı kaydetmiş olmalarını sağlar. Bu durum, Tufan’ın yalnızca bir efsane değil, büyük bir doğal felaket olarak tarihsel bir gerçeklik olduğunu gösterir.
Nuh Tufanı, Kuran’da detaylı bir şekilde anlatılmaktadır. Nuh, kavmini doğru yola çağırırken, onlara tapınacakları sahte tanrıları bırakmalarını öğütlemiştir. Kuran’da, Nuh’a inanmayan kavmi, Vedd, Suva, Yeğus, Ye’uk ve Nesr gibi putlara tapmaktadır. Bu putların güneş, ay ve yıldızları simgelemesi, Tufan’ın Mezopotamya'da yaşandığını gösteren bir diğer önemli ipucudur. Kuran’daki ayetlerde (Nuh Suresi, 21-24) bu putlara tapılmasının sonuçları ve kavmin helakı ayrıntılı olarak açıklanmıştır:
“Nuh Rabbim şüphesiz onlar bana karşı geldiler. Ve malı ve çocuğu ziyan dışında bir şey aratmayan kimseye uydular dedi. Ve büyük tuzaklarla tuzak kurdular. Ve tanrılarınızı bırakmayın ve Vedd'i, ve Suva'ı ve Yeğus'u ve Ye'uk'u ve Nesr'i bırakmayın. Ve gerçekten çoklarını yoldan çıkardılar. Ve sen zalimlere sapıklıktan başka bir şey artırma.”
Bu ayet, Mezopotamya’daki putperest toplumların inançlarını ve Nuh’un yaşadığı yerin Mezopotamya olduğunu vurgulamaktadır. Yapılan arkeolojik kazılar da bu bölgedeki putperest toplulukların yaşadığını ve Nuh’un bu topluluklara uyarıcı olarak geldiğini göstermektedir.
Nuh Tufanı’na dair arkeolojik bulgular, Mezopotamya’da büyük bir felaketin izlerini sürmemize olanak tanımaktadır. Arkeologlar, Mezopotamya Ovası’nda, özellikle Ur, Uruk, Kiş ve Şuruppak şehirlerinde yaptıkları kazılarda büyük bir su baskınının izlerine rastlamışlardır. Bu şehirlerde yapılan kazılar, MÖ 3000’li yıllarda büyük bir sel felaketi yaşandığını ve bu felaketin medeniyetin kesintiye uğramasına yol açtığını göstermektedir. Özellikle Ur şehrindeki kazılar, bölgedeki medeniyetlerin büyük bir felaketten sonra yeniden inşa edilmeye başlandığını ortaya koymaktadır.
Ur şehri, Mezopotamya’nın önemli merkezlerinden biri olarak bilinir ve burada yapılan kazılar, Tufan’ın izlerini en açık şekilde gösteren bulguları sunmuştur. 1920’lerin başlarında British Museum’dan R. H. Hall tarafından başlatılan kazılar, Leonard Woolley’in başkanlığında devam etmiştir. Woolley, kazılarda MÖ 7000’li yıllara kadar uzanan medeniyet kalıntıları bulmuş, ancak kazıların derinliklerine inilmesiyle daha önemli buluntulara ulaşılmıştır. Woolley, kazılarda mezarların altına kadar inmiş ve burada temiz kil tabakalarının olduğunu keşfetmiştir. Bu tabakalar, büyük bir su baskınının sonucu olarak meydana gelmiş gibi görünmektedir. Kazı sırasında bulunan çömlek parçaları, mikroskobik analizler, eski Sümer uygarlığının yok edilecek kadar büyük bir tufan tarafından gömüldüğünü gösteren önemli kanıtlardır. Woolley, bu bulguları Tufan’ın arkeolojik kalıntıları olarak tanımlamıştır.
Werner Keller, kazıların önemini vurgulayarak, Mezopotamya’da balçıklı bir tabakanın altından çıkan şehir kalıntılarının büyük bir sel felaketinin kanıtı olduğunu belirtmiştir. Bu veriler, Ur şehrinin Mezopotamya’daki Tufan’dan etkilenen bölgelerden biri olduğunu kesin bir şekilde ortaya koymaktadır. Nuh Tufanı’nın Mezopotamya Ovası’nda gerçekleştiği, hem Kuran’daki anlatımlar hem de arkeolojik bulgularla güçlü bir şekilde desteklenmektedir. Dicle ve Fırat nehirlerinin sık sık taşması, bu bölgenin su baskınlarına neden olacak coğrafi yapısı ve Mezopotamya medeniyetlerinin kayıtlarında yer alan Tufan’a dair belgeler, bu bölgenin felaketten etkilenmiş olduğunu göstermektedir. Arkeolojik kazılar ise, Mezopotamya'daki Ur, Uruk, Kiş ve Şuruppak şehirlerinde büyük bir su baskınının izlerine rastlanması ile Tufan’ın gerçekliğini teyit etmektedir. Tufan’ın, yalnızca bir efsane değil, tarihsel ve doğal bir felaket olarak kayıtlara geçtiği anlaşılmaktadır.
Tufan’ın, Mezopotamya’daki erken medeniyetler üzerinde bıraktığı derin etkiler, sadece bir felaket değil, aynı zamanda insanlık tarihindeki büyük dönüşümlerin de simgesi olmuştur. Bu felaketin arkeolojik ve tarihsel izleri, günümüze kadar ulaşarak, geçmişin büyük felaketlerine dair önemli bir hatırlatıcı işlevi görmektedir. Bu sayede, Tufan’ın hem bir tarihi olay olarak hem de bir öğreti olarak günümüzdeki insanlara önemli dersler verdiği söylenebilir.
**

Yorumlar

Başa Dön