tanrım bu yoktan dünyada
hiç gidemediğim şiirler var
ve hiç gelemediğim şehirler
o şehirlerde dağlarla konuşur söz
bilinenin ne bildiğini sorar
ve öteye nasıl gidildiğini
sayrıya basınca saz düşer
kader ülkesinde kaybolan aşkın sessiz bilinmezliğine
burası Yoksunluk
ölmenin doğmaktan bir eksiği
avucumda bir nefes bitirebilseydim ya sana hayat yeşili
beli kırılmış bir kağıt olmazdım ben
birden bire olmuş olan
hep birden biredir tutulan
ve insan yine hep olduğu gibi
sesin haricinde bir ayak sesi
demir pencereyi eşik eylemez
duy ki ses ruhun çıplak bir ıslığı yahut
işlek bir gölgesidir
ve şiir delirmekten korur insanı
duymak istediğin yere götürür
bir varmış bir yakmış
dünya eğreti dönüp durduğu
kırk değneğin ucundan boşa atlamış
ve der , Ben, burada olmak veya orda olmak arasında bir anlamsız takıdır
harfler , sözleri cebinden çıkarıp gökyüzüne süren çocuklara satılır
masala göre ben de kalmıştım sınıfta hiç pişman değilim
kalışlarım gidişlerim yol verişlerim yok edişlerim
şiirimin boks eldivenleri hiç üzgün değilim
lakin nereden bilecektim her harfin ateş olduğunu
ağacın kalemini ok diye nehrin yüzüne gönderecektim
belki –daha iyiydi- bu okumayı hiç öğrenmeseydim
dur ey aşk senin burada ne işin var ?
basılmaz burda toprağa üşür sırça ayakların yanar düşlerin
dünya senin kefenin mezarlıklar rahat yerin
önün arkan sağın solun hilelidir iyi bilenim
orası Varlık
gitmenin varmaktan bir başkası