Eski İstanbulun Büyüsünde; Aslında Hüzün ve İstanbul

Bu gülzarın ortasında bir tutkudur AYASOFYA.

yazı resim

Serviliklerin sükununda alıştım ölümün çaresizliğine
Sende okudum Türkün asude mizacı ile Bizansın kederini

Tarihçi ve yazar Cansaran Kızıltaş deneme türündeki ilk kitabı Aslında hüzün ve İstanbul ile okurla buluştu. Çocukluğu da dahil olmak üzere tüm yaşamı İstanbulda geçen yazar eserinde, yaşadığı kadim ve büyülü şehrin esintilerini duyuruyor. Varoluş sancılarını ruhunda taşıyan bir İstanbul hanımefendisinden nostaljik İstanbul hatıratları eşliğinde etkileyici ve akıcı bir anlatımla okuruna eski İstanbulun ruhunu anımsatıyor.
Süleymaniyenin ihtişamlı siluetinde melekutluğun hafifliğini ruhlarda hisseden iki dostun muhabbetinden dem vurarak başlıyor yazar kelimelerine. Uhrevi iklimlerden beslenen bu iki dost yazarın deyimiyle maneviyattan ruhlarına düşen nafakalarına razı oluyorlar; ruhları özgürlüğün uçuşlarında, farklı iklimlere doğru yol alıyorlardı.(Aslında hüzün ve İstanbul, sf.10) Yazarın mekanları tasvir etmekteki ustalığına sufiyane bir anlatım dahil olunca Aslında hüzün ve İstanbul handiyse günümüzün modern yaşamı içine hapsolmuş insan için zamanın ruhunu yeniden an be an yaşatan bir yapı kazanmaktadır.
Duyabildiklerini duyarlar; duanın rızkına dururlardı. (age sf.11)
Ruhunu mekanların büyüsüne ve çağrısına açabilen bir yazar Cansaran Kızıltaş. Minarelerin, kubbelerin ve avluların rahmet sağanaklarına şahitlik edişini duyabilen ve duyurabilen bir kaleme sahip. Yazar bu minvalde sesleniyor okuruna: İSTANBULun içinde çözülmeyi bekleyen ne çok sır vardı diyerek.
Süleymaniyede kubbe ve minare aslını bulmuş, bu dünyaya tülden bir rüya içinde inmişler, bu rüyaya inananların gönüllerinde sırra kadem basmışlardı. (age sf.11)
Yazar aynı zamanda İstanbulun orta yerinde bir vapurda sükunet içindeki modern insanın yalnızlığının resmini de ustalıkla çizer. Martıların sonsuzlukta kanat çırpışlarıyla çağın yalnız insanının çıkmazlarını yan yana koyar.
Gözünün değdiği her yerde Yüce Yaratıcının kudret ve merhametini gören yazarın tam da belki bu yüzden sayfalarda ilerledikçe kaleminin bereketi hissediliyor. Söyleyecek çok şeyi olan bir yazar Cansaran Kızıltaş. Kendi deyimiyle dört bir yana nam salmış, uçsuz bucaksız topraklarda asırlarca Allahın fermanını iyilik ve güzellikten yana yazan Osmanlının fermanını anımsar ve geçmiş zamanların ruhunu dev bir çınarın gölgesinden okur.
Bir kere düşlerin yolu açılmaya görsün, insan aralar çınlarların sayfalarını birer birer. (sf.17)
Kitapta yazar 20 ayrı bölümde farklı konulara nazenin ve akıcı bir üslupla değiniyor. Kah tarihi bir mezarlıkta geçmişin rüyasına dalıyor, kah sek sek oynayan bir çocuğun gözünden taşların aslında ne kadar hayattar olduğunu fark ettiriyor.
Cansaran Kızıltaş eserinde yer yer öyküleme tekniğinden faydalanmış. Eski İstanbul yaşamını bir meltem hafifliğinde okura duyurabilmesi belki bu yüzden. Şiirsel anlatımla derinleşiyor paragraflar, farklı katmanlar açığa çıktıkça derinleşiyor anlam.
İlerleyen bölümlerde yazar, kadim bir geleneğe yaslanan anlatımıyla okurun dimağında deneme tadı bırakmaya devam ediyor. Yazarın şiirin neliğine dair önemli tespitler yaptığı böümde, kendi deyimiyle yüreğinin sesini yani şiiri kaybeden insanın hali pür melalini anlatan bölümü altı çizilesi bir cümleyle sonlanıyor.
Kısacası biz gündüzünü kaybeden kuş gibi; şiirimizi kaybettik. (sf.41)
Kelimelerinde hicap, aşk ve cezbeyi aynı potada eriten yazar, insanın ruhunu mest eden ifadelerle hakikat yolculuğuna devam ediyor.
Anlamıştı ki gerçek aşk bu dünyaya bir çerağ yakıp gitmiş
Yazar sufiyane sözleriyle insanı canevinden vururken anlamın gitgide derinleştiği paragrafları aşka hizalar. Yunus Emreden Mevlanaya, Su Kasidesinden istiridyesinden ayrılmış bir su perisine, Ayasofyadan Süleymaniyeye, Ahmet Haşimden Yahya Kemale engin bir yelpazede kelimeleri ilmek ilmek dokumaktadır. Kitapta yazarın kendine özgünlüğü göze çarpan önemli bir unsur. Şiirsel ifadeleri kullanmadaki başarısı okura farklı bakışlar sunmakta.
Yağmurun saçlarını çözmemek için direndiği vakitlerdirPuslu yelesini giymiş bulutlardiyerek yağmur öncesi kasveti ne güzel tasvir eder.
Sessizliğin ihtişamı içerisinde dirilişin adasında beklemeye koyulmuşderken de eski bir mezarlığın sakinlerinden bahsetmektedir. Bir mezarlığın diriliş adasına benzetilmesi takdire şayandır.
Üsküdar meydanını arkanızda bırakıp fıstık ağacına doğru yolu yüklendiğinizde Yolu yüklenmek ifadesi belki insan olmanın çilesine aşina bir ruhtan dökülebilir daha çok.
Aslında hüzün ve İstanbulun yazarı zihinlerin loş köşelerinde yaktığı kandillerle çağın insanının sorunlarına da dikkat çekiyor. Modern kadının aile yaşamında en ufak bir tökezlemede yuvayı dağıtabilmesinden bahsederek hepimizi yakından ilgilendiren bir yaraya parmak basıyor. Aile toplumun temelidir, düsturundan hareketle konuyu hem kadın hem erkek ekseninden ele alarak müşterek bir açıdan değerlendirirken yuvayı dişi kuşun yapmasının altını çizmekte.
Cansaran Kızıltaş, mekanlar ve yaşam biçimleri arasında kayda değer ilişkiler kurabilen bir yazar. Belki bir tarihçi olması hasebiyle eski İstanbulun artık yitirilmiş ve kurumuş çeşmelerinden bahsederken bu eksikliğin günümüz yaşamında bıraktığı olumsuz etkilere de dikkat çekiyor.
Cumbalı evlerin, hattat ve kalemkarların, Maçka Palasların ve Aşiyanların varlığının yaşamı daha bir estetik ve ruhani kıldığı o eski İstanbula eseriyle özlem dolu bir selam gönderiyor yazar.
Bu gülzarın ortasında bir tutkudur AYASOFYA. Bundan öte tarihin sayfaları açılır birer birer yazar altın harfler bu kutsi fethiŞimdi İSLAMBOL zamanıdır. Koca çınarın gölgesinde serinleyecek daha nice devirler vardır. Kainatın sahibi adı yaşasın diye daha çok asırlar ol sevgili ile beraber sevdiği bu millete, bahşeder zümrütten bahçeler, pırıl pırıl sabahlara doğan günler her akşam yakuttan tutuşan güneşlerle seyreder Üsküdar akşamları; sularda oynaşır kristal zamanlar. Kız Kulesi karşı kıyıdaki hasretine el sallar. Katibim söylenir kafesli cumbalarda. Topkapı sarayı ile muhteşemdir SarayburnuBir ihtişamdır İstanbulun kalbinde surlarAkar durur zaman bu şehrayin sularda... Yalılar yıkanırken tarihin tozundan; her dem renk cümbüşünde bir musiki terennüm eyler eski konaklarda

TÜNEL DERGİ

Başa Dön