İşitin Ey Yarenler\*

Bilinmelidir ki, kader yayı ne kadar kuvvetle geri çekerse oku da o kadar ileri fırlatacaktır.

yazı resim

Tabir caizse, yakanız elime geçti, bırakmak taraftarı değilim. Cahit Zarifoğlu

Hepimizin hayatında sesini duymadığı, varlığını hissetmediği veya bir şekilde iletişim kurmadığında tuhaf ve belirsiz bir eksiklik hissettiği değerli insanlar vardır. İsmini koyamasak da bir yanımız o insanların bizim kaderimizde önemli bir rol oynadığını içten içe okur. Zaman geçtikçe bu okumalar bir antik çağ kazısında bulunan yazıt misali biraz daha gün yüzüne çıkar ve bir gün gelir orada bize huzur veren sözleri açıkça okunur buluruz.

Şeref Yılmaz Bu isimde harflerin duru bir su gibi dökülüşü bana ne çok şey anlatır. Öylesine duru, saf ve pâk bir su gibidir ki, bu harfleri asla telaşlı veya yolunu şaşırmış göremezsiniz. Onlar her daim sakin, teslim, berrak ve dingindir. Dinginlik, Tanrının konuştuğu dildir ve diğer her şey bu dilin kötü bir tercümesidir.ifadesi bu ismi oluşturan harflerde dirilmiş gibidir. Bazen munis bir yer altı nehri kadar sessiz, kimi zaman da şırıltısıyla ruha tesir edecek kadar belirgin ve şirin akan bir ırmaktır.

Öyle olur ki hayatta kimi zaman pek çok şey üst üste gelir. O an uğraştığımız işle ilgili baş edilmez gibi duran bir pürüz vardır ve ben can havliyle durumu kendisine anlatırım. İşte Şeref Yılmaz ismini oluşturan harflerin büyüsü o an hemen devreye girer. İşin anlaşılmaz yanı kimi zaman öyle olur ki, duruma müdahale edecek hiç bir şey söylememiş olmasına rağmen, tüm pürüzler onun sesinin dinginliği ve rahatlığı içinde erir gider. Ne kadar karışık olursa olsun, pürüzler kendisine intikal ettiği andan itibaren zorluğunu yitirir ve adeta tüm evrende her şey kendiliğinden yoluna girmiş olur. Çoklukla da zorluğu birkaç saniye içinde çözecek sihirli cümleleri söyler ve hiç beklemeksizin aklın ışığında yapılması gerekeni yapar. Bana kalırsa bu, yalnızca enerji gerçeğiyle açıklanabilirdir. Enerji her zaman düşünceyi izler ve rahat bir zihin işleri çözmenin ilk kuralıdır. Hayır murad edilince her zaman bir yol vardır ve elbet daha iyi bir yol ve tam da onun dediği gibidir: Durmak daha yorucudur.

2008 yılında Temrin Dergisine bir şiir göndermek cüretinde bulunmuştum ve gelen cevap insanı alt üst edecek türdendi,

Tabir caizse, yakanız elime geçti, bırakmak taraftarı değilim. Elbette bu cümle Türk Edebiyatının en büyük şairlerinden Cahit Zarifoğlunun bir mektubunda muhatabına sesleniş şekli olması hasebiyle çok değerliydi. Devam eden günlerde hocam bana Temrin Dergisini gönderdiğinde, daha dergiyi açıp incelemeden hayranlıkla baktığım, zarfın üzerinde adeta inci bir gerdanlık gibi ışıyan o harfleri de unutmak mümkün değil. Söylemeye gerek yok, orada, zarfın üzerinde yalnızca ismim ve adresim yazılıydı ancak bir grafoloji uzmanı bu el yazısından müellifinin karakterini incelmeye kalksaydı işi çok zor olurdu. İlkin yazının güzelliğinden hayretler içinde donakalır ve bir süre ne düşüneceğini, ne söyleyeceğini bilemezdi. Şeref Yılmazın şair, yazar ve yayıncı kimliğini bir köşeye bırakırsak, şöyle yüksekçe bir köşeye, el yazısında bariz okuyacağımız ilk duygu hırslı değil ama sebatlı adanmışlık, muazzam bir estetik ve uyum, muhatabına saygı ve hürmet, insanı saran bir bütünlük ve tamlık olurdu Ve elbette bu liste sonsuzun güzelliğine uzanıp giderdi, bitimsiz olanda erimek istercesine

Tanışmamızdan sonra devam eden o süreçte, her şey yolunda giderken, birden ne olduysa aramız bozuldu. Hoca ve öğrenci iletişimi koptu. Şimdi buna sebep olan şeyin ne olduğunu hatırlamaya çalışsam da mümkün değil anımsayamıyorum. Kuvvetle muhtemel ne olduysa benim söz dinlemez, dik başlı, boyun eğmez inatçı yapım sebebiyledir. O dönem edebiyat beni adeta ciğerinden kusup atmış gibi hissediyordum. Hevesim kursağımda kalmıştı, yalnızdım, kalbimin ibresi Temrin dergisinde çakılıp kalmıştı ve Nuh diyor peygamber demiyordu. Gözümün bebeği Temrinin grup yazışmalarını yağmur altında ıslanmış bir sokak kedisi gibi izliyordum. En sonunda anladım, Şeref Yılmazın hocalığının içinde usulca saklandığı Temrinin o duru ve parlak enerjisinin bütünüyle dışında olmak benim baş edebileceğim bir şey değildi.

Bilinmelidir ki, kader yayı ne kadar kuvvetle geri çekerse oku da o kadar ileri fırlatacaktır. Daha sonra, şükürler olsun ki hayat bana onunla birlikte daha büyük hamleler yapma fırsatını da sundu.

Ehl-i gönül olanları tek bir kelâma sığdırmaya uğraşmak onlara haksızlık etmek olur, o yüzden elbette sözlerim o hadsizliğin öbür ucunda dursun: Şeref Yılmaz idealisttir. Tam da bu yüzden basit veya karmaşık hiçbir engel karşısında yılmaz. Hafız-ı Şirazinin ünlü sözünden mülhem, kaptanı Nuh ise tufandan gam yemeyenlerdendir. Einsteinin öğüdünü tutmuş gibi insanlara veya eşyalara değil de ulvi bir amaca bağlanmıştır. Yüce bir hedefe kilitlenmiş insanın tavırları onda nazenin bir çiçek gibi açar. Bundan sonrası bir kez açan çiçeğin bir daha kapanmayacağı bilgisinden hareketle tahmin edilebilir. Çiçeğin etrafa yayılan güzel rayihası arıları yani öğrencileri kendisine mıknatıs gibi çekmektedir.

Anlayışlıdır. Ki bu, bir hocada bulunması gereken en önemli hususlardan biri olsa gerektir. Hayatınızı farklı vechelerden okuyabilecek kadar zengin bir bakışı vardır. Keza bu, Şeref Yılmazın hümanist yanına işaret eden bir özelliktir. Yine bu hususiyetin bir devamı olarak size kendinizi özel hissettirir. Doğru olarak, siz şu geniş yeryüzündeki biricik Leyla, Ayşe, Mehmet veya Ahmetsiniz ve sizden bir tane daha yoktur. Dahası bunu hissettirmek için özel bir şey söylemesine de gerek kalmaz; en basit ve sıradan gibi görünen bir selam cümlesinde dahi bu duyguyu yaşarsınız.

İlginç olarak, gerçekten varsa, yeteneği sizden evvel görüp sizi kendinizi gerçekleştireceğiniz şekilde belli bir yöne odaklaması da ilginçtir. Bu belki bir nevi liderlik vasfı gibi anlaşılması zordur. Bir adım sonrasında sizden edebi anlamda yetkin bir eserin zuhur edip etmeyeceğini anlamak, üstelik bunu daha bebek adımlarında kavramak ciddi maharet ister. Onun içindir ki tanışıklığımız başlangıcında şöyle demiştir:

Socrates, Ben bir şey öğretmiyorum, olanı ortaya çıkarıyorum. diyordu. Dede Efendi hayvan pazarlarında sesi güzel olanı yakalar bestekâr yaparmış. Dede Efendiye rast gelmeyip de sesi güzel olanlar vardı elbette. Kanımca, kendi adıma söyleyecek olursam şu karga sesimle bir Dede Efendiye rast geldim, şükür buluşturana.

Bunca söz ettin ama aşktan dem vurmadın, denilecek olunursa satır aralarına sinmiş edebiyat aşkını ve bunun ardındaki ülküleri, sevdaları; harflerde mündemiç bulunan gizli güzelliği ve onların işaret ettiği gizli özneyi açığa vurmaktan hicap duyarım. Çün, o öylesine aşikârdır ki onu yeniden dile getirmeye çabalamak, Şeref Yılmazın şiddet-i zuhurundan gizlenmiş olan o güzelliğe, Hakka adanmışlığını ifade etmeye çalışmak benim gücümün ötesindedir. Bizi aynı karede, mahir bir hoca ve acemi bir öğrenci suretinde çizen kudret yine bizi yıllardır muhabbetle bir arada tutan o eşsiz kudretle bir ve aynıdır. Ve öyle umuyorum ki bu sözünü ettiğim hoca ve öğrenci fotoğrafı uzun yıllar bozulmadan taze kalacaktır; akıp giden zaman resimleri sarartsa da değerinden zerre eksiltmez. Bilakis geçen her an fotoğrafların kıymetini arttırır.

Şeref Yılmaz hayal kurar ancak hayalci değildir. Mümkün olanın ortaya çıkması için olanaksız olana yine ve yeniden girişmekte zorlanmaz; onun olanaklı olduğunu ve pekâlâ mümkün olduğunu da böylece gösterir. Bu haslet ondan öğrendiğim ve altını çizdiğim önemli bir ders mahiyetindedir. Bana göre bu haslet yalnızca hisseden insanlara has bir hususiyettir. Şeref Yılmazın düşünce dünyası, pergelin bir ayağı gibi hakikat üzere sabitken, idealleri pergelin daireler çizen diğer ayağı gibi özgürce o hakikatin etrafında pervanedir. Senenin belli dönemleri imza günleri için Ankaraya geldiğinde hâl hatır sorarım. Bana havadan sudan bahsedecek sanırken o yol boyunca okuduğu Ahmet Mithat Efendiyi inceden inceye anlatmaya koyulur. Okuduğunda şiiri hakkını vererek, tane tane ve mutlaka ayakta okur; bu onun şiire saygısındandır. Ciddiyetle sürüp giden bir konuşmanın tam orta yerinde zarif bir latife yapıvermesi de ondaki tevazuunun bir dışavurumu olsa gerektir. Üslûbundaki o saf aydınlık ve duruluk yaşamının her zerresine sinmiştir.

Tüm bu yazı boyunca sarf ettiğim güzel kelimeler Şeref Yılmazın mahir hocalığı, ağabeyliği, yeri gelince gösterdiği babalığı, velhasıl verdiği tüm emekler içindir. Selam Ona, âli ashabına, ehli beytine olsun, Fahr-i Kainat Efendimizin, Meddahların yüzüne toprak saçın. şerefli hadisi gereğince biz nimeti yalnız Haktan bilir ve Ona şükreder, kula teşekkür ederiz. İlim ve irfan meclisinde bir harf öğretenin kırk yıl kölesi de oluruz, seve seve

Yüreğimin terazisine koyduğumda ismi gayet ağır çeken hocamın hayatımda yadsınamaz bir yeri ve önemi olduğu açıktır. Bu açıklık engin bir teşekküre yer açtıkça sözler de kifayetini yitirir gibidir. Öyleyse derin bir minnet duygusuyla ve yine onun sözleriyle sözün bittiği yerde duralım.

Saniyen, bu iş ciddiyet, kararlılık ve heyecan ister. Heyecan duymuyorsanız, bittiğinizin resmidir. Kalbinize bakın. Kıpırdanma yoksa, âşık değilsiniz demektir. Âşık değilseniz, Yunusun diliyle cevap vereyim. * İşitin ey yarenler aşk bir güneşe benzer. Aşkı olmayan kişi misali taşa benzer. Taş gönülde ne biter, dilinde ağu tüter. Nice yumuşak söylese, sözü savaşa benzer.

TEMRİN-70

Başa Dön