Bu çağın insanı, gözleriyle değil; kulaklarıyla inanıyor.
Gördüğünü değil de, duyduğunu doğru sanıyor.
Ve en büyük hatası, doğru sandığı insanlara sığınıp, gerçeği yüzüne çarpanları yabancı bilmesi.
Bir gülüşe güveniyor, bir cümleye hayatını emanet ediyor,
Bir paylaşımda sadakat görüyor; bir ünlemde dostluk arıyor...
Oysa çoğu sadece iyi rol yapanlardan ibaret.
Çünkü bu çağda “göründüğü gibi olmak” değil, “göründüğü gibi kandırmak” makbul.
Aslında herkesin maskesi var ama kimse yüzünü gizlediğini kabul etmiyor.
Kimi iyiliğin arkasına saklanıyor, kimi doğruluk kisvesine bürünüyor.
Ama içleri çürük, sözleri cilalı...
Ve işin en acı tarafı şu:
Yalanlar artık öylesine süslenmiş ki, gerçek olan kabullenilmiyor.
İnsan en çok, “bana benzeyen” dediği kişiden darbe alıyor bu asırda.
En çok “güvendim” dediği kişi kanatlarını kesiyor.
Ve en çok, doğru bildiği insanlar karanlığa götürüyor onu.
Artık dürüstlük garipseniyor, samimiyet zayıflık sanılıyor.
Ne zaman içten olsan, “niyeti ne?” diyorlar.
Ne zaman dobra konuşsan, “sivri dilli” oluyorsun.
Doğrular dikenli yol gibi...
Yalanlar ise parlak halılarla döşenmiş sahte cennetler gibi.
Ve bu çağın insanı, diken batmasın diye yalanın üstünde yürümeyi tercih ediyor.
Oysa unuttukları şey şu:
Gerçek her zaman geç gelir ama geldiğinde her şeyi yerle bir eder.
Ve bir gün herkes doğru sandığı kişilerin, aslında ne kadar güzel yalan söylediğini anlayacak.
Ama işte…
O gün geldiğinde, doğru insanlar çoktan susmuş olacak.
