Bana düşman gibi sesin, soluğun, gözlerindeki fer.
Bir yabancının soğukluğunu taşıyor bakışların artık. Çaresizce izliyorum seni, anlam veremediğim bu uzaklığı. Umursamaz… Aldırışsız… Hissiz…
Sanki yüreğimde yankılanan sessiz bir fırtına gibisin. Ne kadar sessiz kalırsan kal, içimdeki sızı o kadar büyüyor.
Şu dünyada hiç mi sevilecek bir yanım olmadı senin için? Düşünüyorum, her gece aynı sessizlikle.
Bazen insan sebepsiz sever; görür sever, düşünür sever, dokunur sever…
Ama ben, seni sevmenin bin türlü yolunu ararken, kendimi sana sevdirememenin bin bir türlü acısını öğrendim.
Belki de ben, sevilmeye değil, hep eksik kalmaya yazgılıydım.
Ağır bir duyguydu, en yakınına kendini anlatamamak…
Aynı dili konuşup farklı dünyalarda yaşamak, insanın içini yakan bir yabancılık.
Bir kalbe sesini duyuramadığında, kelimeler birer suskunluk olur dudaklarında.
Beklentiye dönüşür her nefes, her bakış, her sessizlik.
Oysa bazen bir sessizlik bile sarabilir insanı, eğer içinde sevgi varsa.
Ama ben sessizliğin en gürültülü hâlini bile duyuramadım sana.
Belki de suç bende.
Ben beceremedim sevmeyi senin anladığın gibi.
Bir kalbi kırmadan, bir bakışı incitmeden, bir sessizliği yormadan sarmayı öğrenemedim.
Kelimelerimin yetersizliğinde kayboldum, sevgimin dili senin yüreğine çevrilemedi.
Ne yapayım…
Kimse beni böyle sevmedi ki, bilemedim sevmeyi.
Bilemedim sevgine tutunmayı, ellerinden kayıp giden bir su gibi aktım aramızdaki boşluğa.
Belki de sevmek, öğrenilen bir şey değildi hissedilen, yaşanan, varlığınla anlam bulan bir şeydi.
Ben seni severken bile eksiktim; çünkü kendimi hep dışarıda bıraktım bu sevgiden.
Şimdi sadece rüzgâr var, senin sesine benzeyen bir serinlikte dolaşan.
Adını anmadan içimden geçen her sızının ucunda sen varsın.
Ve ben, hâlâ o ilk anki gibi
bir tebessümüne dünyayı sığdıracak kadar saf,
bir suskunluğuna ömrü bırakacak kadar yorgunum.
Belki de suç bende…
Ben beceremedim sevmeyi,
ama seni unutmayı da hiç öğrenemedim.
 
				 
			 
	 
							 
						
 
									









