bir namlunun ucunda olmasa da hayatımız, bir doğa olayının kıyısında olabilir belki. hangimiz, hangimizden çok yaşayacağız? bunun da yanıtını bilenimiz olmaz. o halde. herkes biliyorsa bu gerçeği ve herkes kabulleniyorsa itiraz etmeden;
"neden dökülüyor gözlerinden buğulu baharlar,
alnından sövgüler,
göğsünden kavgalar,
ellerinden hoyratlıklar,
dudağından kıvrımlar,
gülüşünden büzülmeler,
tutkularından oynaşmalar?"
bir yüreği sıkkımlık avuçlamak da var, okşamlık dokunmak da... seçim sizin elinizde. hangisini istiyorsanız, en yürekten, en sevgi\'li hallerinizle... şayet beceremiyorsanız dudak değdirir gibi parmaklarınızı dokundurmayı, tükürmek yerine, kendi halinde bıraksanız hani en dobra yüz çevirmişliğinizle.
özleyen olduğunuzda, ne denli sarsıcı olduğunuzu bilin isterim; kıvrandıran, sabırsızlaştıran, zamana küfrettiren, beklemeyi şiş batırır gibi yaşatan! bunları bilin ki, özleyeninizle merhabalaştığınızda, yüreğinizi açabilin. onu da yapamıyorsanız, kollarınızı açın. ki, umursanmaktır insanın yaşamdan anlam bulmasını sağlayan. umursandığınız yürek sahibine kollarınızı açmak, bir dost gibi bağra basmak, onore edilmişliğinizin yansısıdır.
erkek güvercin dişisine aşık olduğunda, dişiyi nereye götürürseniz götürün, erkek peşinizi bırakmaz. insanın erkeği de böyledir işte. dişiden daha bağlı, daha sevdalı, daha sevdası için ölümlere alaylı! derin besler duygularını, derin yaşar beslediklerini. ölümleri düşünür ilk; uğruna ölmenin şeref olduğunu savunarak. sonrasıdır belki yaşanacakların çokluğu ardından. ama ilk onu düşünür bağlandığını, aradığını, özlediğini hissetmeye başladığı andan itibaren. bir kadının asla anlayamayacağı ve bazen de anlamlandıramadığı o sevda yoğunluğunu taşıyan bir erkek, yaşamın sunduğu seçeneklerin en kutsal olanını keşfettiğini düşünerek, sonrasındaki soluk almaları da, ya O\'nlu ister, ya da O\'nsuzlukla karşılaşacaksa, herşey bitim noktasını bulsun ister. bir anlıktır belki böyle düşünmesi ama, herşey anlarda yaşanmıyor mu zaten? bilemeyiz...
elma hikayesiyle karşılaşırız çoğu zaman: "sen elmayı seviyorsun diye, elmanın da seni sevmesi şart mı?" değil elbet! unutulan birşey var burda: buradaki elmanın asla "tam" olmadığı... o hep yarımdı ve yarımını bekledi; kendini tamlayanını!.. o halde, ya elmayı tamlayansa seven? ya elma da yarım haliyle kendi yarımıyla karşılaştıysa, farkında veya olmadan? ve yarımı olduğunu bile bile yüz çeviriyorsa umursamadan? karar ve seçim sahibinindir. ancak unutulmamalı ki, reddedilen karar verenden fazla acı içindedir. çünkü O, isteyendir herşeyden fazla!.. isteyenin cinsiyeti kesin değil: kadın da olabilir erkek de... duygu yoğunlukları farklı da olsa, isteyen haykırışları hep aynıdır...
erkek ya da kadın.. hiç önemli değil. yeter ki kişi, ne istediğini ve istediğinin karşısında olduğunu bilsin! ve istenilen de farkındaysa arı sevdanın kendisinde duyumsanmak istendiğinin, kendini anlara bıraksın; sonrası muamma olan yaşamda!...