Bir İhtimal Daha Vardı...
(ömer kırat) 9 Mart 2005 |
Felsefe |
| |
Evreni anlamak isteyenlerle, anlamamazlıktan gelenlerin arasında süren düşünsel savaş sırasında bir çeşit Kwaii Milliye Köprüsü kurarak bu iki gurubu barıştırmaya çalışan bendenizin bir çalışması. |
|
Diyet
(ömer kırat) 1 Ocak 2006 |
Çevrebilim |
| |
Bu bir belgeseldir. Öyle tanıtım yazısı falan olmaz! |
|
Menapozlunun Sesi
(ömer kırat) 16 Nisan 2006 |
Felsefe |
| |
Kadın programlarını küçümseyenlerin kendine çeki düzen vermesini sağlayacak bir eser!
-Alec Sandır Newyork Post- |
|
Koçların Arabaları & Tanrıların Sessizliği
(ömer kırat) 9 Aralık 2007 |
Dinbilim |
| |
“ Koçların Arabaları” derken Fiat-Türk marka otomobillerden bahsedeceğimizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. “Tanrıların Sessizliği” derken de yine Fiat marka otomobillerden bahsetmeyeceğiz. Yani Fiat farkı yok... |
|
|
KAPAK YAZISI: İş bu kapak, Ömer Kırat tarafından hazırlanmış olup tüm hakları helal edilmiştir. İş bu Ömer, ailesi ve yakın çevresince "İş bul Ömer!" teranelerinden bir an olsun kurtulmak için birşeyler yazmak adına sitenize gelmiştir. İş bu yazı, ünlü Japon Edebiyatçı Kazumi İşbu'nun şu sözüyle bitecektir: "Edebiyat su gibidir; girdiği zihnin şeklini alır ve beyni efervesan olanlara iyi gelmez!"
|
10.12.2008 18:58:45
|
Hoverkraft'ın Rotası |
| |
ARZIN MERKEZİNE SEYAHAT
Dünya’daki her 4 kişiden biri Çinli… Yani okeye döndüğünden kuşkulandığınız oyuncunun gözlerindeki sinsi bakış genetik olabilir. Ayrıca kullandığınız okey takımı ve oturduğunuz plastik sandalye ve masadaki örtü de muhtemelen o bakışlara sahip diğer 1,5 milyar insanın ortak emeğinin bir sonucu…
Çin malı ürünlerin Global ekonomideki oranı da kabaca ¼ düzeyinde seyretmektedir. Her arz kendi talebini doğurur mu bilinmez ama bu noktada Çin’in arzı, diğer arzların ölü doğmasına neden oluyor diyebiliriz.
Hikâyeyi kısaca özetlersek; Komünizmden doğan ortak üretim kültürüne sahip kalabalık bir toplum, bir sabah uyanıp kendisini “kapitalizmin seri üretim çılgınlığı” içinde buluyor. Ve üretmeye başlıyor. Fakat bu sefer gerektiği kadar değil üretebildiği kadar…
Aynen kanserli bir hücrenin, içinde bulunduğu vücudu yok etme pahasına büyümeye devam etmesi gibi Çin de her sene %10 gibi bir oranda gelişiyor. Sosyal güvenliğin olmadığı, maaşların birçok yerde nakdi değil ayni olarak yani yiyecek şeklinde ödendiği bu; “üretim araçları sahipleri cennetinin” kısa sürede ulus aşırı dev firmaların kalbini (varsa tabi?) kazanması pek şaşırtıcı olmasa gerek.
Üretimin, güneşin doğduğu yere kaymasıyla (maalesef temiz enerji kullanımı için değil) Amerika ve Avrupa’daki fabrikalar üçer beşer kapatılmakta... Ama üzülmeyin! Tanrıya şükür ki hala satın alınabilinecek kadar ucuz Çin Malları var.
Hatta satın almanıza bile gerek yok. Çocuğunuzun çok sevdiği animasyon filmindeki karakterlerin plastikten yapılmış oyuncak figürleri yediğiniz hamburgerin yanında bedava veriliyor. Ancak oyuncağı çocuğunuza vermeden önce yıkamanızı tavsiye ediyorum çünkü tamamen sağlıksız koşullarda çalışan ve muhtemelen tamamen sağlıklı olmayan bir Çinli çocuk tarafından üretilmiş olabilir.
2008 Olimpiyatları neden Çin’e verildi sanıyorsunuz? Biraz olsun çalışmayı durdurmaları için elbette! Çin 2 Trilyon Dolarlık Rezervi için bir madalya alır mı bilinmez ancak her kıtayı simgeleyen olimpiyat halkalarından Sarı olanının (Asya) diğer halkalara kapsama kümesi muamelesi yapacağı ve bundan sonraki tüm olimpiyatların Pekin’de yapılacağı korkusu herkesi sarmış bulunmakta.
|
|
03.03.2008 09:27:00
|
Hoverkraft'ın Rotası |
| |
Bizim Temel Birgün...
Pazartesiyi çarşambaya bağlayan akşam, yani salı akşamı başlamıştı herşey... Evlerinin önünde duran metruk bina yıkılmıştı. Gelecekte aynı akıbete uğrayacak halefinin yapımı için gereken temel çukuru kazılıyordu şimdi... Kulakları olmamasına rağmen “kepçe” adı uygun görülen kazı makinasının operatörü, çukur kazmak şeklinde özetlenebilecek karmaşık operasyonu hakkıyla icra etmişti bütün gün... Ve şimdi elektrik kesintisi nedeniyle çalışmalara ara verilmesinden faydalanarak uyukluyordu. Neredeyse tüm şehri etkileyen bir kesintiydi.
Bu sırada yarın sabaha kadar mesaisine ara veren adam inşaat manzaralı evine gelmiş ve sadece elektrik kesildiğinde görülen yıldızlara bakmak için balkona çıkmıştı. Durum hiç hoşuna gitmiyordu. Yeni bina tüm manzarasını kapatacaktı. O zaman elektrik kesilse bile yıldızları göremeyecekti. Gerçii o an bilmiyordu ama ironik bir şekilde inşaatı yaptıran adamın adı Murat Yıldız idi ve binasına kendi soyadını verecekti sanki bina, sevdiği kadının rahminden çıkmış gibi...
Dükkanına, şirketine, sahip olduğu taşınmaz mallarına kendisinin veya sevdiği birinin adını/soyadını veren insanlardan hoşlanmazdı. Mide bulandırıcı bir sahiplenme şekliydi bu... Hoş, bina sahibinden nefret etmesi için bunu bilmesine gerek yoktu. Zaten nefret ediyordu.
Birkaç dakika sonra ortalık kalabalıklaştı. Manzara Katili, son model arabasıyla inşaat alanına gelmişti ve inşaat şefiyle mühendise ne kadar anlayışsız ve öküz bir herif olduğunu anlatmakla meşguldü.
Binanın bulunduğu yerin yakınında 3 adet sokak lambası vardı. Dolayısıyla gece 10’a kadar sürmesi planlanan kazı için ekstra bir ışıklandırma gereği duyulmamıştı. Ama bu beklenmedik elektrik kesintisi işi bozmuştu. Aksi gibi kazı makinasının farları da çalışmıyordu.
Tartışma daha doğrusu iş adamının küfür resitali, inşaattaki herkesin kovulmasıyla sona erdi. Uykusundan kovularak uyandırılan kepçe operatörü; uyku mağduru ve mahmuru olsa da mağrur bir şekilde orayı terketti. Karşısındaki ağzı bozuk zavallının seviyesine inmedi. Sadece “Piçoğlupiç!” diye içinden geçirdi. Gerçi bu küfür mantık örgüsü bakımından pek sağlam değildi. Zira “Piç” babası belli olmayana denir. Fakat piç olan kişinin bir başka piçin çocuğu olduğunu biliyorsak aslında babası belli demektir. Her neyse...
Onca paraya rağmen istediğini, istediği gibi yaptıramayan iş adamı önünde duran çukura bakakaldı. Öyle öfkeliydi ki elektrik gelince ya da sabahın ilk ışıklarıyla işi kendisi bitirmeye karar verdi. Az önce yaktığı purosunu temel çukuruna attı. Ardından da purosunun üstüne düştü. İki gündür aralıklarla yağan yağmur nedeniyle balçıklaşmış zemin düşüşünü yavaşlatmıştı fakat kalkışını da zorlaştırıyordu. O sırada bir motor gürültüsü duydu. Yardım istemek için ağzını açmıştı ki tonlarca ağırlıktaki kepçe onu çamurun derinliklerine batırdı. Birkaç saniye sonra çırpınması durdu. Ama kepçe durmadı. Taa ki topraktan ayrıştırılamayacak bir hale gelene dek, çiğköfte misali adamı toprağa yoğurdu. Zifiri karanlıkta yaşananların tek şahidi yıldızlardı... |
|
21.02.2008 11:45:45
|
Hoverkraft'ın Rotası |
| |
ABiDe-i Hürriyet
Kimi zaman dev bir dalga (Deep İmpact, The Day After Tomorrow) bazen kızgın, dev bir yaratık (Moster isimli yeni film) tarafından yerlebir edilen o meşhur heykelden bahsetmek istiyorum. Belki sizin hatırladığınız başka filmler de vardır, yüzünde hiçbir kızgınlık ifadesi olmayan yeşil devimizin benzer bir akıbete uğradığı...
Tabii farklı şekilde kullanıldığı bir örnek de var: Hayalet Avcıları 2 filminde, yerinden kalkmış ve New(arne)york sokaklarından geçerek, kötü bir hayalet tarafından kontrol edilen sanat müzesine girişmişti.
X-Men serisinin ilk filminde bu sefer taraf değiştirmiş ve kötü adamın yarattığı mutasyon makinesine platform olmuştu. Yanlış hatırlamıyorsam bir Batman filminde de kullanılmıştı.
Bunlar benim hatırladıklarım. Çoğu yeni olan filmler. Her neyse... Amerikan film endüstrisinde Özgürlük Heykeli’nin rolü üzerine bir zevzekleme yapmayacağım merak etmeyin. Ya da Amerikan halkı üzerinde sürekli bir korku atmosferi yaratmak isteyen yönetimin, Hollywood ile işbirliğine girerek “Özgürlüğünüz Tehdit Altında” şeklindeki gizli mesajı beyinlere enjekte etmek için özgürlüğün en bilinen simgesini kullanması şeklindeki komplo teorisinden de bahsetmeyeceğim.
Ben, adını “Özgürlük” kavramından alan bir heykel olamayacağından bahsedeceğim. Zira bütün gün orda öylece dikiliyor. Üzerinde bulunduğu “Liberty” adasına -ki o da adını “özgürlük”ten almıştır ve dolayısıyla ada ve heykel kardeştirler ama ada, sürekli kardeşinin eteğinin altına bakmaktadır- mıhlanmıştır ve birgün o ıssız adadan kurtarılmayı beklemektedir.
Nasıl ki sevginin resmi yapılamazsa, özgürlüğün de heykeli olmaz. İstediği şeyi seçmek ve seçtiği şeyi yapabilmek ise hürriyet; o zavallı kaya parçasına hapsolmuş, sürekli hırpalanan, acı çeken, yalnızlığa mahkum bir heykel, olsa olsa insanlığın ortak acılarının simgesi olabilir. Ki zaten öyle değil mi?
Ek bilgi: Olimpiyat ateşini yakan ilk kadın atlet 1968 Meksika olimpiyattında yarışan Norma Enriqueta Basilio dur. Kafasında defne yaprağından tacı, elinde meşalesi ile Özgürlük Heykeli’nden tek eksiği sol elindeki Bağımsızlık Bildirgesi dir. Villa Zapata!
|
|
|