Feleğin İşbirlikçisine...
Mecbur yaradana boyun eğdik / Bazen girdaptayız felek dedik /
Mecbur yaradana boyun eğdik / Bazen girdaptayız felek dedik /
Can, dünya malı değil mi? / Sakınsan da gidecek yani /
Binlerce maske, sanki andropozlu bir kaldırımda yürüyorlar. İki bank, birkaç lamba ve vitrinlerle gençleştiğini sanan o kaldırımda, aşınmış taşları aşındırmaktan başka işe yaramayan adımlarıyla.
Aşk, neden gittin böyle sessizce / Kadere küstürdün bu gecede /
Alevler sardı duygularını. Ağlayamadı, hiç ağlamadı zaten korktu gözyaşlarından, yanmak istediği ateşi söndürürler diye. Sadece derin bir nefes aldı ve verdi. Alevleri çoğaltan gardiyanları hareketlendiren bir nefes oldu.
ne sütü haramdı anadan / ne de suyu, toprağından /
Lübnan’a asker gönderme kararının alındığı günlerdi. Dört kişiydik. Her zaman ki gibi garsondan müzik sesinin en az geldiği yerde bir masa rica ettik. Masa yanına gelindiğinde her kes Rıza’nın oturmasını bekledi. Rıza kendisine gösterildiğini sandığı saygıdan olacak herhalde, burnundan derin bir nefes çekerek başını hafifçe sağa eğdi. Sol
Şehitlerimizin ruhlarına saygısızlık olur diye normal ses tonumuzdan daha düşük bir ses tonuyla konuşmaya çalışırken, bir dondurmacının sesiyle irkildim. Sonra kalabalığı gören diğer satıcılar; kartpostal, hediyelik eşya ve su satıcıları bir taraftan, yiyecek satanlar diğer taraftan bağırıp duruyorlardı. Sanki bir mahalle pazarının esnafı gibiydiler.
Deve kuşuyla akrabalığın var mı diye sordum. Mecbur kaldım sordum sana ama bunu bile anlamadın. “Bence çirkin ve sevimsiz bir hayvan” dedin. Deve kuşunun sana benzerliği bazı olaylar karşısında kafanı kuma sokmandı hâlbuki...
aşure gibi biriydi işte, / karışıktı, karmakarışık / tadı bazen
OTUZ ÜÇ YIL ÖNCE… / Otuz üç yıl önce, dedi adam
Ya yalan dünya, ya yalan zaman yada yalancı insan… Ya sahte sözler, ya sahte bakışlar ya da sahtekar bir ruh… Ya çakma düşünce, ya çakma aşk ya da çakma beklentiler… İşte karşılaşılanlar ve sonunda aldatılma ya da anlaşılamamanın bıraktığı ve artık şarj edilemeyen bir hayat; gerçek aşktan sonra
gurselc@hotmail.com
ÖZHİKAYEM..
Zaman zaman düşünürüm Temmuz ayında doğmanın nedeni midir acaba bu deniz tutkum? Hem de 1 Temmuz… Denizcilik günü yani... İşin ilginci babam da 1 Temmuz doğumlu. Tesadüf olduğunu düşünüyorum bunun. Yoksa bayağı bir hesap yapma zorunda kalmışlardır. Eğer bizimkiler, bu doğum günüm tesadüf değil de babamın doğum gününe rastlatacakları kadar bu işi ayarlayabilmişlerse, küçük bir sitemim var bizimkilere, 29 Ekimi tercih ederdim doğmak için...
Trabzon doğum yerim; ama diğerini bilmiyoruz, yani sonucu... Hani severiz memleketimizi ama doğduğumuz bu güzel memlekette ebedi istirahat zorunluluğumuz yok biliriz. Henüz rüzgara kapılmadık şimdilik hala aynı yerdeyiz ama hayat işte zaman içinde akışa devam ediyor.
Çocukluğunu anlatmaya bayılır insanoğlu, çünkü en temiz en saf duyguların ve sevginin hissedildiği bir dönem ya.. Ee, bizde de öyle ama anlatamam çoğu zaman çocukluğumdaki mutluluğu bakarsınız dinleyenlerden biri iç çeker derinden "keşke bizim de öyle olsaydı" diye. İşte öyle bir "keşke benim ilkokulda olsaydı bugün ve üç çocuğuma gösterebilseydim" ama yok Kurtuluş İlkokulu, yıkıldı. Yol geçti üzerinden. Çok şükür Cumhuriyet Ortaokulu duruyor. Ama ilkokul herkes için en çok hatırlanan değil mi?
Affan Kitapcıoğlu Lisesi de duruyor orda gençlik anılarımız var. Anılar Kayseri DMM akademisindeyken de vardı. Orası da yok artık.
Öğrencilik devam etti daha sonra KTÜ Orman Fakültesinde Orman Endüstri Mühendisliği Bölümünde, ama buradaki anılar daha taze kaldı. Hala aynı yerdeyiz, aynı sınıflar aynı koridorlardayız. Gençlere baktıkça bende buradayım, işte bak şu aynı Fahri gibi, bu Ahmet gibi, Bu Hülya’ya , Süleyman’a, Eyüp’e, Mehmet’e, Mustafa’ya, Hüseyin’e benziyor diyorum. Sanıyorum o yüzden öğrencilerimi öğrenciden çok arkadaşım olarak görüyorum. Her yıl o kadar mezundan sonra, yıllar geçiyor yine de her ne kadar onlarla yaşlanmıyoruz sanıyoruz ya, esasında mezunlar gelince geçmişten 10-25 yıl öncesinden, işte o zaman zamanın akmış olduğunu hissediyor insan. Geçmişten gelen o mezunlar "hiç değişmemişsiniz" derken o pembe yalanın mutlu etmediğini söyleyemem. İşte yalan dediğin böyle olmalı... Mutlu etmeli yani…
Diyorlar ki bazıları; "neden köşe yazısı yazıyorsun?", "boş ver sen mi kurtaracaksın ortalığı", "dertsiz başına dert işte", "sistem bu kardeşim" "en dürüst sen misin?", "üstelik para da almıyorsun", "bak! Düşmanların artacak"..
Cevap veriyorum tamamına; fedakarlık... Memleket meselesinde teferruatların yeri olabilir mi?
Sonra diyor ki bazıları da; "hoca, köşe yazısını anladık da şiir, öykü ne alaka ya?" "A, hem de lirik şiir", "E, buda güncel şiir", "toplumsal problemleri şiirle mi anlatacaksın yani, kim okur ki?","yakışıyor mu koca adama şiir"….
Buna da cevap veriyorum; Duygu seli işte…
Okuma… Git haberleri oku yada dinle; tecavüzler, cinayetler, cinnetler, işsizlikler, darp, gasp, ensest ilişkiler, intiharlar, iflaslar, adaletsizlikler ve bunlara rağmen ortalığı tozpembe göstermeye çalışanlar…
Takmışsan şiirlere kafayı, biraz da mide problemi yani… En çok sahtekar ve yalakalar rağbet görüyor diyemiyorsan ve onları alkışlayanları görüp miden bulanmıyorsa daha ne diyelim yani… Okuma kardeşim… Ben midemi ve kişiliğimi koruyorum yazılarımla şiirlerimle…
Trabzon
.