Kod Adım Stalin…
Adı Yosif Visaryonoviç Cugaşvili. O, dünyanın en kanlı katili. Onu “Çelik Adam” lakabıyla tanırsınız.
Çelik adam, Rusçada “Stalin” demektir…
Adı Yosif Visaryonoviç Cugaşvili. O, dünyanın en kanlı katili. Onu “Çelik Adam” lakabıyla tanırsınız.
Çelik adam, Rusçada “Stalin” demektir…
Üç sarhoş, ıssız bir sahilde, karı koca turistlerin karşısına çıkmışlar. Yere bir çember çizmişler ve erkek turisti içine koyup, bu çemberin dışına çıkma, yoksa seni öldürürüz diye tehdit etmişler. Sonra da, üçü birden kadın turiste tecavüz edip, çekip gitmişler. Zavallı kadıncağız pejmürde bir halde kocasının yanına döndüğünde ne
ben kendim ödüyorum hayallerimin bedelini,
para biriktirmiyorum hortumlanan bankalarda,
ülkeyi peşkeş çekenlere oy vermiyorum.
ben kapitalistler gibi değil,
bir eşek gibi çalışıyorum.
Sübyanlar Yetiştirme Yurdu iki katlı, eski, büyük bir taş binaydı. Yurdun büyük avlusu cezaevlerini çağrıştıran büyük, parmaklıklı bir demir kapıdan şehrin en işlek ana caddesine açılmaktaydı. Ana girişi cadde tarafında bulunan ve yeni, betonarme bir bina olan müdür lojmanından avluya küçük bir arka kapıyla gelinebiliyordu.
Ganyan bayiinde, bir altılı kuponu yatırdıktan sonra, aklıma, şehrin kasvetinden uzaklaşmak düşüyor. Bunun yolu, motosikletimin mekanik içgüdüsüyle, üzerinde Hayyamın söğüt ağacını bulabileceğim mekâna ulaşmak. En ideal olanı ise, biraz uzak olmasına rağmen Çağlayan Motosikletim, sahibi olduğumdan beri beni yanlış bir yere götürmemiştir.
Her gün kalkıp meyhaneye
YAŞLARI BİRBİRİNE YAKIN KIZ VE ERKEK EVLATLARINI BEBELİKLERİNDEN İTİBAREN BİR ODADA KAPATIP, HAYDİ BAKALIM, BİRLİKTE BÜYÜYÜN, SİZE ARKADAŞ, EBEVEYN ALAKASI FİLAN GEREKMEZ DİYEN EBEVEYNLERE BİR ÇİFT LAFIMIZ VARDI, ONU DA BU ÖYKÜ SAYESİNDE ETTİK...hiç kimse, benim çocuklarım melektir demesin, onlar melek değil, çocuktur...
Kusura bakma ama, yok sana itikadım.
Bu ses bana ait. Tanıdım onu.
İyi de, bu isyanım niçin?
─Yavaş yavaş gelen her şey gibi,
ansızın geliyor bahar,
belli ede ede, sarmalayarak
âşık ıslatan
yabani yağmurun;
Karani’nin para edebilecek tek malı kızı Ayşe’ydi. Bütün hayallerini ondan alacağı başlık parasıyla gerçekleştirecekti.
On beşinde, yeni yetme kız, çakı gibi delikanlının komplimanlarında keşfetmişti, doya doya yaşatılmasa bile, genç kızlık duygularını… Kaçmaya, yok olmaya, evet diyerek tereddütsüz, baş koyduğu ilk aşkı, yaşamayı denedi… Deney, başarısız oldu. Her başarısızlığın bir bedeli olduğu gibi, bunun bedeli de, ayrılıktı!
Banka müdürünün karısı Eskişehire geldiklerinin haftasında Nurhana bir fino yavrusu hediye etmişti. Yavrucağı el bebe, gül bebe büyütmekle meşguldüler.
Öykü, Ağustos ayında Sarımsaklı'da yazılmıştır. Lütfen, o dönemdeki sıcakları hissederek okuyunuz...
Gene at yarışlarına takılıp son kuruşuma kadar yatırdım, gene meyhanedeki televizyonda at yarışlarını seyrederek zıkkımlandım ve meyhaneciye veresiye yazdırdım, gene zil zurna sarhoşum
Yazarın kendisine ait bir anekdottur.
Okur yazar, okuduğunu anlar, yazdığı okunur, emekli büro memurluğundan devşirerek,
kendi kendine oldu yazar...
1953 Eskişehir doğumlu. A. Ö. F. mezunu. Şeker Fab.A.Ş.den emekli memur. Yaşamını halen Ayvalık Sarımsaklıda sürdürüyor.
Balıkesir
Türkçeye aşık, yazım kurallarında hassas. Öykü ve şiir yazar... Kötü yazarları acımasızca tenkit eder...
Hiç kimseden etkilenmemiştir, kendine özgü bir yazı dili kullanır...
yok...