Seni Özlüyoruz
On Kasım İki bin on iki; Anıtkabir’de, / Atatürk’ü anıyoruz yaslı yüreklerde
On Kasım İki bin on iki; Anıtkabir’de, / Atatürk’ü anıyoruz yaslı yüreklerde
Uğruna öleceğini zannedip olabildiğince sevmek, / Sevda dağlarında üstüne hasret yağacak demek…
Davul zurna halayda, düğün dernek içinde / Barut kovan içinde, soyu sopu vuruşsun
Eskişehir Kapalı Cezaevindeki berberden saçları tamamen kesilmiş olarak çıkan Bora, yanındaki refakatçi gardiyanıyla cezaevi hamamına geldi. Hamamın kapısından ıslak, yıvış yıvış, buğulu bir kir kokusu yayılmaktaydı. İyice aydınlatamayan yetersiz ışıklı lambalar, görünümün iğrençliğini daha da artırmaktaydı.
Kapı aralandığında Halil Kaya’nın sesi duyuldu. “Hey, millet! Kimse yok mu evde?”
Cemal, tanıdık sesi duyar duymaz derin bir oh çekti. Silahı indirip emniyet kilidini kapatarak beline sokuşturdu.
Hülya, Cemal’in odasına doğru seslendi. “Kanka! Haydi!”
Cemal, odasından giyinmiş olarak çıktı.
“Çoktandır hazırım ben. Senin seslenmeni bekliyordum.”
Ümmühan, camekan dış kapıdan geçerek, lokantanın vestiyer/büfe, tuvalet, kulis, mutfak kapılarının ve yine camekanlı salon kapısının açıldığı antresine geldi
Erol, daha önceden, Cunda’da, Sahilde, deniz kıyısında ki müzikli lokantalardan birinde yer ayırttırmıştı. Genelde ailelerin oturduğu bir lokantaydı. Kendileri için ayrılmış masanın üstünde rakı şişesi ve meze servisi Erol’un talimatı doğrultusunda, onlar gelecek diye daha önceden hazırlanmıştı
Hülya, salondaki masada ders çalışmaktaydı. Kapı çalındı.
Kalktı, gidip kapıyı açtı. Gelen Cemal’di.
“Selam!”
“Hoş geldin!”
Bu gün Halil’e tanıdıkları beş gün doluyordu. Akşam olmuştu ve son geceydi Halil ile diyalogsuz geçirmek zorunda kalacağı. Ümmühan, yarın sabahtan itibaren Halil’in tepesinde bitebilecekti.
Kızılcıklı Mahmut Pehlivan caddesinden ayrılan ambulans Devlet hastanesinin acil servisi önüne gelip yanaştı.
On Dokuz Mayıs Bin Dokuz yüz on dokuzdan / Dokuz Eylül Bin Dokuz
Uykusuz gecelerde, seni düşünüyorum / Şimdi ilk kez sevmenin, kaygısı içindeyim
toprak, çiçek ve ağaç, / duvarların dışında / gönlümün dokusunu
Ankara’da bir orman, içi üniversite, / Binlerce çocuk okur, adam olsunlar diye
Oyuncak bir bebek oldum; silkelendiğinde ağlayan / Gözlerimin kapkaranlık dipsiz çukurunda,
"Babacığım, / bu gün hiç yaramazlık yapmadım, ben? / Hiç
Uzayan gölgelerinden renksiz kalmaları gibi bir talebim var ey eski yar! / Olmazsa,
Osmanlının küllerini savuran / Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran / Otuz Ağustosu
Terk ediyorsan, arkana bakmadan gideceksin; adam gibi. / Öyle, dönme ihtimalini de canlı
Okur yazar, okuduğunu anlar, yazdığı okunur, emekli büro memurluğundan devşirerek,
kendi kendine oldu yazar...
1953 Eskişehir doğumlu. A. Ö. F. mezunu. Şeker Fab.A.Ş.den emekli memur. Yaşamını halen Ayvalık Sarımsaklıda sürdürüyor.
Balıkesir
Türkçeye aşık, yazım kurallarında hassas. Öykü ve şiir yazar... Kötü yazarları acımasızca tenkit eder...
Hiç kimseden etkilenmemiştir, kendine özgü bir yazı dili kullanır...
yok...