Seval Deniz Karahaliloğlu

Kelepir Fiyatına Satılık Sanatçılar

Hooooop ne yapıyorsun kardeşim? Yaaa at mı onlar? Öyle dişlerine filan bakmalar. At, eşek pazarı ilerde bu tezgahta sadece “sanatçı satılıyor”. Sağlıklı olduklarını nasıl mı anlayacaksın? Tövvvvbe Ya Rabbim. Katil eder insanı bunlar yaaaa. Seçip de mi yolluyorsun bunları buraya akşam akşam? İşin iyice suyunu çıkardınız ama. Bu

Özgür Kelebeğin Aydınlık Yüzlü "Can Çocuğu" : Hadi Çaman

Usul usul bize namuslu, vicdanlı, ahlaklı olmayı küçük kelebek dokunuşları öğretti. İnsanları kırmanın, incitmenin neden kötü olduğunu, sahtekarlık yapmamak gerektiğini, yüzünde maskeyle sırıtırken ısırmanın kötü bir şey olduğunu biz hep kelebeklerin kanat çırpışlarında anladık. Yüzümüze doğru huzurla esen o kelebek kanatlarının rüzgarında “görünüşte o an yenilsen de, eğer

Sınırları Aşmak!

Işıkla yıkanan eller, hep birden çırpınan, el çırpan, tempo tutan, tek ses, tek yürek, ışıldayan eller. Her bir el çırpışta, kalbin ritmi gibi yanıp sönen, kalp gibi atan bir ışık. Olmaz. Işık sınırları kırar, gerginliği yumuşatır, eritir. Duruşlar bile erir gider ışık karşısında. Bu donuk bedenler erirse? Işık

Su Gibi Akan Bir Opera: Saraydan Kız Kaçırma Operası

Eserin sonunda Selim Paşa’yı oynayan Suhan Arslan “İyilikle kazanamadığın insanları kendinden uzak tut” der. Ve her nedense barbar Türkler olarak bilinen kuralı bir Osmanlı Paşası bozar. Bir zamanlar esir düştüğünde çektiği acıları şimdi esir aldığı düşmanın oğluna yaşatmak istemez. Yüce gönüllülükle onu salıverirken uygar batı dünyasına da bir

Ahmet Adnan Saygun"un Mirasını Taşıyan Onurlu Bir Sanatçı : Rengim Gökmen

Yurtdışından döndüğümde, Ahmet Adnan Saygun, İstanbul’da AKM’de verilen ilk konserime gelmişti. Konserin sonunda, Ahmet Adnan Saygun’u tanımayan görevliler kendisini yukarı bırakmamış ve hocam içeri girememişti ve o yaşta büyük besteci kapıda beni beklemiş. Ahmet Adnan Saygun o gün bana şunları söyledi. “Atatürk, bunu bana 1936 yılında söylemişti. Şimdi

Fısıl, Fısıl, Fısıl…

Artık her gece yatağa yatarken huzursuz uykular görüyorum, küçük kurtçuklar kemiriyor yüreğimin karanlık odalarını, böylesine "yan gelip yatmanın" rehaveti acaba kaç askerimize mal oluyor, kaç gencecik beden toprağa düşüyor atıl beyin jimnastikleri yaparken, ya da birileri "arsız medine dilencileri" gibi icazet almak için kapılar aşındırırken kaç cana mal

Şehit Anası Soruyor:

Şehit anası gözyaşları içinde soruyor. “En çok ne gücüme gidiyor biliyor musunuz? Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden maaş alan ve pkk’ya “terörist bile diyemeyen” vatan hainleri hakkında bir şey yapılmaması. Cumhurbaşkanı bunları nasıl muhatap alıp konuşur? Benim oğlum bunun için mi öldü? Benim oğlumu şehit eden bu teröristler, Meclis

Bekçiler Kralı Murtaza : Tansu Biçer

“Gördüm kurs, aldım sıkı terbiye amirlerimden, sen de görseydin kurs, alsaydın amirlerinden sıkı terbiye, böyle cayıl cayıl konuşmaz idin” diyor Murtaza. Yanlışlara tahammülü olmayan tavrıyla. Kafası çok mu kızdı, kendi bildiğince resti çekiyor. “Yukarda Allah, Ankara’da devlet ve hükümet, burada da ben”. Hadi bakalım, kolaysa karşı çıkın, işine

Ben Tiyatro Seyircisiyim…

Sizinle beraber her oyunda ben de sahneye çıkarım.
O gözyaşları, o kahkahalar, o çocuk gibi şaşırıvermeler, ilk doğanın merakıyla bakmak, tarifsiz kederlere boğulmak, içi içine sığmamak, bütün bunların hepsini nasıl bu kadar sahici, bu kadar samimi yaşardım sizlerle birlikte oynamazsam, o yıkacakları sahnelerde.
Çünkü

Taşa Şiirler Yazan Adam : Malik Bulut

Öylesine deli bir cesaretle atölye açtım ki, taş bulamadığım dönemler oldu. Mesela, ‘İstanbul’da patlamış kaldırım taşlarını sokaktan toplayarak heykel’ yaptım. Kaldırım taşlarından heykel yaptığım günlerden bugünlere geldim. O kadar kendi heykelimi yapamamanın verdiği hırs ve birikimle doluydum ki, düşündüğüm ve gerçekleştiremediğim her projenin heykelini yapmaya başladım. Birden aklıma

İlhan Berk"in Şiirleri ve Sait Faik"in Öykülerini Gravürde Eriten Adam: Fatih Mika

‘‘Sinarit Baba’ öyküsünde balıkçılar vardır. Bir kayanın olduğu yere demir atarlar ve Sait Faik onlara denizin altındaki Sinarit Baba’nın hikayesini anlatır. ‘Sinarit Baba’ artık çok yaşlanmıştır ve ölmek istemektedir. Sinarit Baba, ‘öyle bir balıkçının elinde öleyim ki hem bu ölüm anlamlı olsun, hem de bu balıkçı beni hak

Fotoğraf ile Edebiyatı Kaynaştıran Adam : Tayfun Kocaman

Can Yücel şiirleriyle insanı ‘vurur’. Fotoğraf da öyledir. İyi fotoğrafın insanı ‘zınk’ diye yerinde ‘durdurma gücü ’ vardır. O fotoğrafı gördüğünüz anda olduğunuz yerde ‘kalırsınız’. Burada amaç, insanları ‘durdurmak’, ‘sarsmak’, ‘düşündürmek’, ‘bir şeyler anlatmaktır’. Fotoğraf size düşündüklerini, ‘en kısa’ ve ‘en çarpıcı’ yoldan anlatmaya çalışır. Öyle, fotoğrafın karşısında

"Bu Aymazoğlu, Ne Zaman Uyanacak? Ne Zaman? Ne Zaman? Ne Zaman?"

Hani onlarla iyi geçinirsem, evimi yakmazlar mantığı ile bile bile “kundakçıları” evine alan “Aymazoğlu”. Bu bir türlü anlamayan, anlamak istemeyen, anlama güçlüğü çeken Aymazoğlu, “kundakçılara” karşı ne zaman uyanacak? diye bekliyorsunuz, bekliyorsunuz, bekliyorsunuz, sabrınızın sınırlarını zorlayarak bekliyorsunuz ki Aymazoğlu “uyansın” ama gelin görün ki Aymazoğlunda “tık” yok.

İçinden Kırmızı Balonlar ve Bisikletler Geçen Resimler : Ahmet Rüştü Doğan

Mavi deniziyle körfez, üzerinde beyaz kuğular gibi süzülen vapurları, kavurucu yaz sıcağında püfür püfür esen rüzgarında sığınılan serin eski ahşap binaları ile güzelim ‘İzmir Evleri’. Dar sokak aralarında, duvar dibine park edilmiş bisikletler. Hani biraz sonra gelip de binilecekmiş havasında öylesine rahat bir tavırla duvarın dibine dayanmış. Kırmızı

Helios : Güneşe Adanan Sokak Tiyatrosu

Efsaneye göre, başlangıçta güneş kaostan yaratılmış olan bir yumurtadan doğar. Bu yumurtadan çıkan Helios bütün parlaklığı ile gökyüzünde yükselir, bütün bir günü gökyüzünde geçirdikten sonra tekrar yumurtasına geri dönerek batar. Helios doğuş ve batış arasındaki bir günlük süreci efsanelerde geçen ritüeller yardımıyla anlatır. Güneşin batışı da doğuşu gibi

Türkiye"de Gerçek Manada Müzik Eleştirmenliği "Yapamıyoruz": Önder Kütahyalı

Nadir Nadi döneminde, Cumhuriyet Gazetesi’nde, Cumartesi günleri yazan bir müzik eleştirmeni vardı. Bir gün Nadir Nadi, bu müzik eleştirmenini çağırır ve ‘Bak oğlum, sen müzik üzerine yazacaksın ama bizim Türkiye’de klasik müzik sanatını yaymamız gerekiyor. Onun için kendini tut. Öyle acı, kaka eleştiriler yapma. Olumlu şeyleri yaz’ diye

Rüzgara Bırakılan Şiirler: "İpek Yarası" ve Ahmet Günbaş

. Söze, “Halk Hançeri”nden başlarsak; binlerce yıllık Anadolu Kültürünü, söylenceleri, destanları ve masalları ile Gılgamıştan ve Babil tabletlerinden alıp günümüze getiriyor. Halk masallarına değiniyor, Alaaddin, Kırk Haramiler, cinler gibi masal motiflerine gizlenmiş, çocuk tekerlemelerinin arasına sızan binlerce yıllık bir sözel tarihten bahsediyor. Bu sözel tarihin ana temasını haksızlık,

Başa Dön